,
Meme Kanseri Nedir?
Meme Kanseri Nedir?

Meme kanseri, süt bezleri veya sütü memebaşına taşıyan kanalları döşeyen hücrelerden gelişiyor. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik yatkınlık oluşturan gen mutasyonu meme kanseri riskini artırıyor.

Meme kanseri, memenin süt bezlerinde ve üretilen sütü meme başına taşıyan kanalları döşeyen hücreler arasında, çeşitli etkenler sonucu kontrolsüz şekilde çoğalan ve başka organlara yayılma potansiyeli taşıyan hücrelerden meydana gelen tümöral oluşumdur.

Meme kanserine hangi etkenlerin neden olduğu kesin olarak bilinmiyor. Ancak günümüze kadar yapılan çalışmalarda, yüksek olasılık gösteren bazı faktörler belirlenmiş bulunuyor. Bazı kadınlarda genetik yatkınlık oluşturan gen mutasyonları (genlerde kansere eğilim yaratan bozukluklar) meme kanseri riskini artırırken, diğerleri kadın olmak dışında bir risk faktörü taşımıyor.

Meme kanserinden ölüm oranlarının en yüksek olduğu ülkeler Kuzey Avrupa’da bulunuyor. Bu ülkelerde oran, 100 binde 22.6. Çin ve Japon kadınların meme kanserinden ölüm oranları, Kuzey

Avrupalı kadınların tam aksine, en düşük seviyede. Bu oran Çin’de 100 binde 5.6 iken Japonya’da 8.3.

ABD’de tüm yaşamı boyunca her 8 kadından biri, meme kanserine yakalanıyor. 2008 yılında ABD’de 182 binden fazla kadına meme kanseri teşhisi kondu. 40 bin civarı kadın da meme kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Ancak bütün bu üzücü istatistiklerin yanı sıra, yüz güldüren sonuçlar da var.

Bugün ABD’de 2.5 milyon yaşayan, tedavi uygulanmış sağlıklı meme kanserli hasta bulunuyor. 40 yaş üzeri kadınlarda mamografik tarama programlarının artmasının ve menopozdaki kadınlara önerilen hormon replasman tedavilerinin gittikçe azalmasının, meme kanseri tedavisindeki başarıyı artırdığı düşünülüyor.

Risk Faktörleri

Cinsiyet:

Meme kanseri en sık kadınlarda görülüyor. Erkeklerde görülme oranı, yüzde 1’den daha az.

Yaş:

Meme kanseri çoğunlukla 50 yaş ve üzerinde görülüyor. 35 yaş ve altında rastlanma sıklığı daha az. 2000-2004 yılları arasındaki Amerikalı kadınlardaki meme kanseri insidansı 30-34 yaş grubunda 100 binde 25 iken, 45-49 yaş grubunda 100 binde 190’a ve 70-74 yaş grubunda ise 100 binde 455’e yükseliyor. Herediter (kalıtsal) meme kanseri veya genetik bozukluklar nedeniyle oluşmuş meme kanserleri genç yaşlardaki kadınlarda daha sık görülüyor.

Aile hikayesi:

Özellikle anne tarafından 1. derece akrabasında (anne, teyze, anneanne, kızı) meme kanseri hikayesi olması önemli bir risk faktörü kabul ediliyor. Bu akrabaların meme kanserine menopoz öncesi yakalanmaları ve/veya çift taraflı meme kanseri olmaları, riski daha da artıyor.

Östrojen hormonu:

Bir kadın ilk adetini ne kadar erken görürse (örneğin 12 yaştan önce) ve menopoza ne kadar geç girerse (örneğin 55 yaş), meme kanserine yakalanma riski o kadar artıyor. Doğum kontrol hapı kullanmanın da, çok düşük oranda olsa bile meme kanseri riskini artırdığı düşünülüyor.

Menopoz sonrası hormon tedavisi:

Menopoz dönemindeki, sıcak basması gibi sorunların önlenmesi amacıyla kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarınca uzun süreli reçete edilen (5 yıl veya daha fazla süreyle) östrojen ve medroksiprogesteron asetat içeren kombine hormon ilaçları, meme kanseri riskini sadece östrojen içeren hormon ilaçlarına kıyasla daha çok artırıyor.

Geçirilmiş meme biyopsisi:

Meme biyopsilerinde saptanan orta dereceli hiperplaziler meme kanseri riskini 1,5-2 kat (hafif derecede), atipik duktal hiperplazi 3-5 kat (orta derecede) ve lobüler karsinoma in situ (yayılma göstermeyen) veya aile hikayesi ile beraber atipik duktal hiperplazi ya da lobüler hiperplazi varlığı riski 8-10 kat (yüksek derecede) artırıyor.

Meme kanseri hikayesi:

Bir kadının bir memesinde daha önce kanser gelişmiş olması, ileride diğer memesinde de kanser gelişmesi riskini yaklaşık 2 kat artırıyor.

Işınlanma (radyoterapi):

Çocukluk çağında başka kanserler nedeniyle (lenf kanseri vb.) göğüs ışınlaması geçirenlerde, meme kanseri görülme sıklığı artıyor.

Beslenme ve çevre faktörleri:

Yağ bakımından zengin beslenme şekli ve kilo alma, özellikle menopozdaki kadınlarda meme kanseri riskini artırıyor. Alkol kullanımı (günde bir kadehten fazla) yine riski artırırken, sigaranın etkisi hala tartışılıyor. Düzenli egzersiz ve fiziksel aktiviteninse meme kanseri riskini azalttığı biliniyor.

Genetik bozukluklar:

Herediter (kalıtsal) meme kanseri genleri (BRCA1 ve BRCA2) tüm meme kanserlerinin yüzde 5-10’unu oluşturuyor.

YANLIŞ
Kişinin ailesinde meme kanseri öyküsü yoksa kanser riski yoktur.
DOĞRU
Meme kanseri olan kadınların yüzde 75’inin ailesinde meme kanseri öyküsü bulunmuyor. ‘Kadın’ olmak tek başına meme kanseri riski taşımak anlamına geliyor.

Meme Kanseri Riski Nasıl Azaltılabilir?

Tüm bu risk faktörlerinin yanı sıra yaşam tarzında belli başlı standartları oluşturmuş olan kişilerin meme kanserine yakalanma oranının da düşük olduğu gözlemlenmiştir. Hayvansal gıdalardan uzak duran, sebze ve meyve tüketimine ağırlık veren, ideal kilosunu korumak için beslenmesine özen gösteren ve düzenli olarak spor yapmakta olan kadınlar meme kanseri konusunda daha düşük bir riske sahiptir. Aynı zamanda doğum kontrol hapının da meme kanserine sebep olduğu gibi toplum içerisinde yaygın bir inanış bulunmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar doğum kontrol hapının meme kanseri üzerinde herhangi bir olumlu ya da olumsuz etkisinin olmadığını göstermektedir. Meme kanserinden korunabilmek için kadınlar,

Kalıtsal Meme Kanseri

Kalıtsal ya da ailevi herediter meme kanserleri tüm hastaların yaklaşık olarak yüzde 5 – 10’unda gözlemlenmektedir. Bu kanser türünün oluşmasından sorumlu olan BRCA 1 ve BRCA 2 adlı iki adet gen bulunmaktadır. BRCA 1 genine sahip olan kadınlar 70 yaşına kadar % 85 oranında meme kanseri risk grubu içerisinde bulunmakta, aynı zamanda % 45 oranında ise over yani yumurtalık kanseri riskine yakalanabilme ihtimaline sahip olmaktadırlar. BRCA 2 genini taşımakta olan kadınlarda ise meme kanserine yakalanma oranı 70 yaşına kadar % 84, yumurtalık kanseri riski ise % 76 olarak belirlenmiştir. Bu nedenle aile geçmişlerinde meme kanserine yakalanan yakın akrabaları bulunan kadınlar, diledikleri takdirde genetik testlerle bu genlere sahip olup olmadıklarını öğrenebilir ve uygulanan tedavilerle sahip oldukları meme kanseri riskini azaltabilirler.

BRCA 1 ve BRCA 2 genlerine sahip olan kişilere, 18 yaşından itibaren düzenli olarak meme muayenesi yapılmaktadır. Aynı zamanda 25 ve 35 yaş arasında düzenli olarak 6 ayda bir klinik meme muayenesi yapılmalı, mamografi çekilmeli (hastaya göre karar verilir), yıllık olarak ise meme MR’ı çekilmelidir. Tüm bunlarla birlikte risk oluşturan genleri taşıyan kişiler 30 – 35 yaşından itibaren yumurtalık kanseri için de gerekli olan tetkiklerini düzenli olarak 6 ayda bir yaptırmalıdırlar.

Kalıtsal Meme Kanserinde Hangi Tedavi Seçenekleri Uygulanmaktadır?

BRCA 1 ve BRCA 2 genlerine sahip olan kişilere risk faktörlerini azaltmak için uygulanabilecek bazı tedavi seçenekleri bulunmaktadır. Bu tedavi seçeneklerinin başında ise tamoksifen veya raloksifen gibi östrojen hormonunu baskılayan ilaç kullanımları bulunmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi östrojen hormonuna uzun bir süre boyunca maruz kalmak kadınlarda meme kanseri riskini arttırmaktadır. Bu nedenle östrojen hormonunu baskılayan bu ilaçlar sayesinde risk azaltılabilmektedir. İlaç kullanımının dışında meme kanserigeni taşıyan kişilere cerrahi operasyon uygulaması da yapılabilmektedir. Cerrahi operasyonla çift taraflı olarak yumurtalıklar ve memeler çıkartılmaktadır. İlaç kullanımı meme kanseri riskini % 50 oranında azaltmaktadır. Yumurtalıkların cerrahi operasyonla çıkartılması da meme kanseri riskini % 50 oranında azaltmakta, memelerinde çıkartılması ise risk oranında % 90 bir azalma meydana getirmektedir.

Meme Kanseri Tipleri

Çeşitli tipleri olan meme kanseri temel olarak iki ana gruba ayrılmaktadır.

Noninvaziv Kanserler

Yayılma göstermeyen bir meme kanseri türü olan noninvaziv kanserler, kendi içerisinde duktal karsinoma in situ ve lobüler karsinoma in situ olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Lobüler karsinoma in situ her iki memede de meme kanseri riskini 8 – 10 kat arttırmaktadır. Bu tür hastalar yakından izlenmekte ve önlem olarak tamoksifen gibi koruyucu ilaçlar verilmektedir. Aynı zamanda her iki meme dokusu da cerrahi operasyonla çıkartılabilmektedir. Meme dokusu çıkartıldıktan sonra estetik operasyonla protez ya da benzeri cerrahi rekonstrüktif işlemler uygulanabilmektedir.
İn situ duktal kanserler muayene sırasında kendisini belli etmemektedir. Mamografi ile tespit edilen düzensiz ve ufak boyutlu kireçlenme bulgusu ya da kanlı, şeffaf meme başı akıntısı ile kendisini göstermektedir. İSDK, kitle oluşturmadığı için tel ya da radyoaktif maddelerle kolaylıkla işaretlenerek çıkartılabilmektedir. Kanser tek odaklı ise etrafında temiz doku bırakılarak çıkarılmakta, yani meme koruyucu cerrahi ile tedavi edilebilmektedir. Geri kalan meme dokusuna radyoterapi yapılarak ilerki yıllarda hastalığın tekrar etme şansı minimuma indirilmektedir. Eğer in situ duktal kanser memede yaygın olarak bulunuyor ise, tüm meme dokusunun çıkartılması işlemi uygulanır ve bu durumda da tamamen iyileşme görülmektedir. Tüm meme dokusunun alınacağı hastalarda eş zamanlı olarak yeni meme onarımı da yapılabilmektedir.

İnvaziv Kanserler

Sütü memenin başından dışarı taşıyan kanallardaki hücrelerde görülen ve en çok karşılaşılan kanser türüdür. Kaynağını aldığı bölgeye göre çok genel olarak ikiye ayrılabilir.   Süt üreten bezlerde görülmekte olan kanser türü lobüler karsinom, süt kanallarını döşeyen hücrelerden kaynaklanan kanser türüne ise duktal kanser denilir.
Tüm meme kanseri tipleri erken teşhis edilmesi sayesinde kolayca tedavi edilebilmektedir. Bu nedenle belirli risk faktörlerine sahip olan kadınların düzenli olarak gerekli tetkiklerini yaptırması gerekmektedir.

Meme Kanserinin Nedenleri Hakkındaki Araştırmalar

Bilim adamları, meme kanseri riskini arttıran diğer faktörleri araştırmaktadırlar.

Tedavi Üzerine Araştırmalar

Ameliyat, radyoterapi, kemoterapi, hormon tedavisi, biyolojik tedavi ve bu tedavilerin birleşimleri ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.
Ameliyat : Değişik türde ameliyatlar çeşitli tedavilerle birleştirilmektedir.
Radyoterapi : Radyoterapinin tedavideki rolü araştırılmaktadır.
Kemoterapi : Araştırmacılar yeni antikanser ilaçları ve dozlarını test etmektedirler. Çeşitli ilaçlar ve değişik ilaç kombinasyonlarıyla çalışmalar devam etmektedir. Aynı zamanda ameliyattan önce ilaçları kombine etme ve kemoterapiyle hormon tedavisi veya radyoterapiyi kombine etmenin yeni yolları araştırılmaktadır.
Hormon Tedavisi : Aromatöz inhibitörler de dahil olmak üzere bir çok hormon tedavisi araştırılmaktadır.
Biyolojik Tedavi : Yeni biyolojik araştırmalar devam etmektedir. Bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini öldürmesine yardımcı olacak kanser aşıları araştırılmaktadır.
Ek olarak, tedavilerin yan etkilerini azaltmanın ( ameliyat sonrası oluşan lenfödem, ağrı gibi) ve hastanın yaşam kalitesini arttırmanın yolları araştırılmaktadır. Üzerinde çalışılan diğer konu, sentinel lenf bezi biyopsisidir.Teknik olarak tümör çevresine radyoaktif madde ve/veya mavi boya enjekte edilir. Bu maddeler ilk önce lenf sisteminden geçerek kanser hücrelerinin yayılabileceği ilk lenf bezine veya bezlerine gider. Sentinel lenf bezini bulmak için cerrah koltukaltında mavi boyayı arar ve/veya radyoaktif maddeyi bulmak için tarayıcıyı kullanır. Cerrah sadece mavi boya ve/veya radyoaktif madde bulunan lenf bezlerini alır. Bulunan sentinel lenf bezinde kanser yayılımının saptanması durumunda aksiller disseksiyon yapılır. Sentinel lenf bezinde kanser yayılımının olmadığı durumda aksiller disseksiyon yapılmaz, böylece lenfödem gibi komplikasyonların görülme sıklığı anlamlı olarak azalır.

Tespit ve Teşhis Üzerine Araştırmalar

Günümüzde, memede kanser olabilecek değişiklikleri teşhiste en etkili yöntem, mamografidir. Standart mamografinin yanı sıra Dijital mamografi ile görüntüler bilgisayar monitöründe gösterilip geliştirilebilir. Görüntüler ayarlanabildiğinden doktor anormal dokuyu daha iyi tespit edilebilir.

Araştırmacılar, meme dokularının ayrıntılı görüntülerini göstermek için manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve pozitron emisyon tomografisi (PET) gibi teknikleri araştırmaktadır.

Ek olarak, tümör belirteçleri üzerinde de çalışılmaktadır. Bunlar, kanser olan insanlarda olağandışı düzeylerde saptanabilen tetkiklerdir. Tümör belirteçleri, kanda, ya da memeden alınan bir sıvıda bulunabilir. Bazıları, meme kanseri hastalarında tedaviden sonra, hastalığın takibinde kullanılabilir. Bugün için yazık ki hiçbir tümör belirteci meme kanserinde sürekli kullanılacak kadar güvenilir değildir.

Duktal Lavaj üzerinde çalışmalar sürmektedir. Bu teknikle, meme kanallarından hücre örnekleri toplanır. Memebaşından süt kanallarına bir sonda (çok ince bükülebilir bir tüp) sokulur. Sonda yardımıyla süt kanallarının içi serum fizyolojik ile yıkanır. Solüsyon geri çekildiğinde, süt kanalların içindeki hücreleri içerir. Bu hücreler, meme kanseri veya yüksek risk oluşturabilecek değişiklikler için mikroskop altında incelenir.

Meme Kanseri Risk Faktörleri

Erken adet ve geç menopoz: 12 yaşından önce adet başlangıcı ve 50 yaşından sonra menopoz meme kanseri riskini arttırır.

Doymuş yağ oranı yüksek beslenme: Yağların cinsleri önemlidir. Kanola yağı ve zeytin yağı gibi tek bağlı doymamış yağlar meme kanseri riskini artırmazken mısırözü yağı ve et gibi besinler riski artırır.

Meme kanserinde aile hikayesi: Aile hikayesinde meme kanseri olanlar hastalığın oluşması bakımından yüksek risk altındalar. Fakat meme kanseri olan kadınların % 85′inin ailesinde meme kanseri hikayesi yoktur.

Aile hikayesi sadece anne, kız ve kız kardeşten oluşan yakın akrabaları kapsar. Eğer aile bireylerinden menopoza girmiş, 50 ve daha üstü yaşta meme kanseri teşhisi konmuş olan biri varsa hayat boyu risk sadece %5 artar. Aile bireylerinden menopoz olmamış olanın riski %18,6′ dır. Eğer yakın aile bireylerinden menopoz öncesi ve iki taraflı meme kanseri olan varsa, hayat boyu risk %50′ dir.

Belirgin bir şekilde pozitif aile geçmişi olan ve menopoz öncesi meme kanseri olan kadınlar mamografi çektirmeye aile bireylerinin teşhis yaşından 10 yıl önce başlamalılar. BRCA-1 ve BRCA-2 gen testleri yüksek riskteki hastaları belirleyebilir. Bu sadece meme kanseri için değil epitelyal tümörler ile yumurtalık ve kolon kanserleri için de geçerlidir.

Geç yada hiç doğum yapmamış olmak: 35 yaşına kadar hamilelik bir şekilde koruyucudur. Rahibelerin yüksek meme kanseri riski vardır.
Orta derecede alkol alımı: Günde 2 kadehten fazla alkol kullanımı.

Östrojen tedavisi: Çoğu çalışma 10 yıldan fazla östrojen alımının meme kanseri gelişiminde ufak bir risk artışına sebep olduğunu göstermektedir. Fakat bu çalışmalar östrojen alımının aynı zamanda osteoporoz , kalp hastalığı, Alzheimer ve kolon kanseri riskinin azalmasına sebep olduğunu vurgulamaktadır.

Geçmiş meme kanseri hikayesi: Önceden meme kanseri olmuş hastaların diğer memelerinde kanser gelişme riski yüksektir. Bu risk yılda %1 ya da yaşam boyu % 10 oranındadır. Meme kanseri teşhisinden sonra klinik izlemenin sebebi, sadece hastalığın yeniden oluşmasını değil aynı zamanda diğer memede ortaya çıkabilecek kanseri erkenden teşhis etmektir.

Kadın: Kadın olmak meme kanseri oluşum riskini artırır. Fakat meme kanseri olan her 100 kadına karşılık 1 erkekte aynı hastalık görülecektir.

Hodgkin hastalığı için ışın tedavisi: Göğsüne ışın tedavisi uygulanan hastalar yaklaşık 10 yıl sonra yüksek meme kanseri riskine sahip olur, bu gruptaki hastalar erken teşhise önem verilmelidirler. Orta derecede obezite: Obezite ve meme kanseri ilişkisi karışık olmakla birlikte yüksek riskle ilişkilidir.

Kanser Tedavisinin Yan Etkileri

Kanser tedavisi, sağlıklı hücre ve dokulara da zarar verebileceğinden, yan etkiler görülmektedir. Belirgin yan etkiler, tedavinin türü ve boyutuna göre değişmektedir. Bunlar her kadın için, ya da aynı tedaviyi gören farklı kadınlar için, birbirinin aynı olmayabilir. Yan etkiler, aynı hastada, iki farklı tedavi seansında bile değişiklik gösterebilir.
Doktor hastasına, tedavilerin yan etkilerini ve ne yapılması gerektiğini anlatmalıdır.

Ameliyat

Ameliyat yerinde kısa süreli ağrı ve duyarlılık olabilir. Ameliyattan önce hastalar ağrının özellikleri, zamanı ve giderilmesi için doktorlarıyla konuşmalıdırlar. Ameliyatlar, az da olsa, enfeksiyon, kanama, ya da ve başka bir risk taşıyabilir. Herhangibir yakınması olan hastalar, mutlaka doktorlarına başvurmalıdır.
Bir, ya da iki memesi alınan kadınlar, eğer büyük bir meme yapısına sahip iseler,, denge kaybı yaşayabilirler. Bu dengesizlik, boyun ve sırt bölgesinde ağrı ve asimetri yaratabilir. Meme alınan bölgenin derisinde gerginlik hissedilebilir. Omuz ve kol kaslarında da gerginlik ve acıma hissedilebilir. Bu sorunlar geçicidir. Doktor, hemşire ve fizyoterapist, kadının kol ve omzundaki gücü tekrar kazanması için egzersizler önerebilir.
Ameliyat sırasında bazı sinirler incinmiş veya kesilmiş olabileceğinden, hastalar, omuz, koltukaltı, üst kol ve memelerinde uyuşma ve karıncalanma hissedebilir. Bunlar çoğunlukla birkaç hafta, ya da birkaç ayda geçer; bazı kadınlarda uyuşma daha uzun sürebilir.

Lenfödem (Kol ödemi)

Bazı durumlarda meme korunmasına rağmen koltuk altı lenf bezleri alınabilir ya da lenf bezleri alınmadan meme alınabilir. Koltukaltındaki lenf bezlerinin alınması ya da bu bölgeye radyaoterapi lenf sıvısının akışını yavaşlatır. Sıvı, kolda ve elde birikip şişme (lenfödem) yaratır. Bu sorun, ameliyattan hemen sonra, ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hastanın tedavi edilen taraftaki el ve kolunu hayatı boyunca koruması gerekir.

Kadının dikkat etmesi gereken noktalar

Hasta, kolunda ya da elinde olabilecek kesik, böcek sokması, güneş yanığı ya da başka incinmelerle nasıl başedeceğini doktoruna sormalı; kolu, ya da eli incindiğinde, şiştiğinde, kızardığında, ya da ısındığında, doktoruna başvurmalıdır.

Eğer lenfödem oluşursa, doktor bu tür sorunlar için egzersiz, ya da başka yollar önerebilir. Örneğin, lenfödem oluşan bazı kadınlar, lenf sıvısı akışını arttırmak için, elastik kolluk giyer..Sorunun giderilmesinde, ilâç, masaj veya kola basınç uygulayan makineler gibi farklı yaklaşımlardan yararlanılabilir. Doktor, hastasının, konunun uzmanı bir hekim, , ya da bir fizyoterapist ile görüşmesini uygun bulabilir.

Radyoterapi

Meme kanseri olan kadın, radyoterapi sırasında, özellikle tedavinin sonuna doğru, yorgunluk hissedebilir. Bu his, tedavi bittikten sonra da devam edebilir. Dinlenmek önemlidir. Gene de doktorlar hastalarına çoğunlukla, hastalarının psikolojik dünyalarını göz önüne alarak, olabildiğince aktif olmalarını önerir.

Tedavi edilen alandaki cildin kırmızı, kuru, hassas ve kaşıntılı olması, yaygındır. Işın alan meme, ağır ve gergin hissedilebilir. Bu sorunlar zamanla geçer. Tedavinin sonuna doğru cilt nemlenebilir. Bu alanın havayla yeterince temas ettirilmesi, cildin iyileşmesine katkıda bulunur. Radyoterapi uzmanınız, bu tedavinin yan etkilerini azaltmak için size bazı ilaçlar önereceklerdir.

Sütyen ve dar, yapay elyaftan üretilmiş giysiler kaşıntı ve terleme yapabileceğinden ,hastalar tedavi süresince bol ve doğal elyaftan üretilmiş giysiler (pamuklu, ipek) tercih etmelidir. Cilt bakımı da önemlidir. Kadınlar, tedavi edilen alana deodoran, krem ve losyon kullanıp kullanamayacaklarını doktorlarına danışmalıdır. Radyoterapinin bu yan etkileri geçidir. Tedavi bittikten sonra tedavi alanı yavaş yavaş iyileşir. Fakat cildin rengindeki renk farklılığı uzun süreli olabilir.

Kemoterapi

Radyasyon gibi kemoterapi de, kanserli hücrelerin yanı sıra, sağlıklı hücreleri de etkileyebilir.

Kemoterapinin yan etkileri genelde ilâçlara ve doza göre değişir.

Anti-kanser ilaçları genellikle, çabuk bölünen hücreleri etkiler, ki bunlar, kan hücreleri, saç köklerindeki hücreler ve sindirim sistemindeki hücrelerdir.

Kan hücreleri : Bu hücreler enfeksiyonla savaşır, kanın pıhtılaşmasını sağlar ve vücudun diğer bölgelerine oksijen taşır. Kan hücreleri etkilendiğinde, hastalar kolayca diğer hastalıklara yakalanır, bedenlerinde kanamalar oluşabilir , kendilerini yorgun ve zayıf hissedebilirler.

Saç köklerindeki hücreler : Kemoterapi saç dökülmesine neden olabilir. Saç uzar, ama renginde ve yapısında farklılık olabilir.

Sindirim sistemindeki hücreler : Kemoterapi iştahsızlık, bulantı, ishal veya ağız ve dilde yaraya yol açabilir. Bu yan etkilerin bir çoğu, ilâçlarla kontrol altında tutulabilir.
Bazı anti-kanser ilaçları, yumurtalıklara zarar verebilir. Eğer zarar görmüş yumurtalıklar hormon üretmeyi durdurursa, kadında sıcaklık artışı veya vajinal kuruluk gibi menopoz belirtileri görülebilir. Adet dönemleri düzensizleşebilir veya tamamen kesilebilir ve kadın kısırlaşabilir. 35 yaşın üstündeki kadınlarda kısırlığın sürekli olması olasılığı vardır. Kemoterapinin doğmamış çocuğa etkileri bilinmediğinden, hasta tedaviye başlamadan önce doktoruyla doğum kontrolünü konuşmalıdır.

Hormon tedavisi

Hormon tedavisinin yan etkileri, kullanılan ilâçlara ve doza göre değişir. Tamoksifen, en çok kullanılan ilâçtır. Östrojenin, hücreler üzerindeki etkisini ortadan kaldırır. Tamoksifen kullanıp, hiç yan etki yaşamayan kadınlar da vardır.Tamoksifen’in yan etkileri genelde bazı menopoz belirtilerine benzer; ani sıcaklık artışı ve vajinal akıntı gibi. Bazı kadınlarda düzensiz adet dönemleri, baş ağrısı, yorgunluk, bulantı ve/veya kusma, vajinal kuruluk ve kaşıntı, vajinanın etrafında tahriş ve isilik görülebilir. Adet gören kadınlar, Tamoksifen kullanırken hamile kalabilirler. Tamoksifen anne karnındaki bebeğe zarar verebilir. Kadınlar, Tamoksifen almadan önce doğum kontrol yöntemlerini doktorlarıyla görüşmelidirl.

Tamoksifen’in ciddi yan etkilerine çok ender rastlanır. Ama damarlarda, özellikle bacak ve akciğer damarlarında kanın pıhtılaşmasına neden olabilir. Çok ender durumlarda,, Tamoksifen’e bağlı felç görülebilir. Rahim iç duvarında kanser oluşumuna neden olabilir. Beklenmeyen bir vajinal kanama olduğunda, doktora gidilmelidir. Doktor, pelvis muayenesi, hatta biyopsi ve diğer testleri de yapabilir / yaptırabilir.

Eğer hormon tedavisi ameliyatla yumurtaların alınması şeklinde olacaksa, kadın hemen menopoza girer. Bunun yan etkileri doğal menopoza benzer. Doktor bu yan etkilerle başetmek için yeni çözümler önerebilir.

Biyolojik tedavi (Aşı Tedavisi)

Meme kanseri tanısı konulan kadınların yaklaşık %20’sinde HER-2 reseptörü dediğimiz bir reseptör bulunmaktadır. Bu kadınlarda, Trastuzumab(Herceptin) adı verilen bir antikorla tedavinin oldukça yararlı sonuçları olduğu tespit edilmiştir. Bu konuda doktorunuz sizi yönlendirecektir. Bu aşının ilk tedavisindeki yan etkiler, ateş ve titremedir . Olası diğer yan etkiler, ağrı, halsizlik, bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, nefes almada zorluk ve isilik olabilir. . Yan etkilerin şiddeti, ilk tedaviden sonra azalır.

Trastuzumab (Herceptin), aynı zamanda kalp yetmezliğine neden olarak, kalp sorunları yaratabilir; akciğerleri etkileyebilir ve acil tıbbi yardım gerektiren nefes alma sorunları oluşabilir.

Trastuzumab (Herceptin )almadan önce kadın, doktoru tarafından kalp ve akciğer sorunlarıyla ilgili olarak kontrol edilmelidir. Tedavi sırasında doktor, kalp ve akciğer sorunu olabilecek hastaları yakın izlemede tutar.

Meme Ameliyatı Sonrası Günlük Bakım

Meme Ameliyatı Sonrası Günlük Bakım

Meme ameliyatı sonrası bakımınız ve günlük yaşama dönüş

Bu yazıyı hazırlamadaki amacımız meme ameliyatından sonra yaranızda ve kolunuzda enfeksiyon, şişlik (ödem), hareket sınırlılığı ve duruş bozukluğunu önleyerek sizin eskisi gibi günlük yaşamınıza geri dönmenize yardımcı olmaktır.

Sizin için hazırlanan bu kitapçıkta ameliyat sonrası oluşabilecek komplikasyonları önlemek ve kaliteli yaşamı sağlamak için yapmanız gereken egzersizler, alınacak önlemler ve dikkat edeceğiniz konular hakkında bilgiler bulacaksınız.

Genel Bilgi

Meme ameliyatınız sırasında , doktorunuz gerekli gördüğünde koltuk altındaki lenf bezlerini de çıkarabilir. Bu işlem koltukaltı lenflerin çıkarılması ( aksiller disseksiyon ) adını almaktadır.

Vücudumuzda bildiğiniz kan dolaşımına ilave olarak lenf dolaşımı adı verilen beyaz lenf sıvısı dolaşımı vardır. Bu sıvı, lenf kanalları ile taşınırken lenf bezlerine uğrar. Koltuk altı lenf bezlerinin çıkarılması, lenf sıvısının taşınmasını zorlaştırır, lenf kanallarının yollarını değiştirir ve koldaki sıvının genel dolaşıma ulaşmasını engeller. Size yapılan ameliyattan dolayı, ameliyat tarafındaki elinizde ve kolunuzda şişkinlik ( lenfödem ) riski artmaktadır. Bu risk, aynı memeye radyoterapi (ışın tedavisi) alındığında ciddi olarak artar. Bu hastaların el, ön-kol ve kollarının, her türlü kesik, yanık gibi travmalardan korunması büyük önem taşımaktadır.

Ameliyat tarafındaki elinizde veya kolunuzda, yaralanma ya da iltihabi bir olay başlarsa, vücudunuz bu bölgeye sıvı ve hücreler göndererek mikroplarla savaşır. Buradaki fazla sıvının geriye dönüşü güçleşmiş olduğundan elde ve kolda şişkinlik (ödem) gelişebilir. Bu nedenle enfeksiyonlara karşı çok dikkatli olmanız gerekmektedir.

Bu kitapçık, ameliyat tarafındaki el ve kolunuzda enfeksiyon ve buna bağlı şişkinliği (lenfödem) nasıl önleyebileceğinizi veya azaltabileceğinizi anlatmaktadır. Burada yazılan bilgiler hastaneden taburcu olduktan sonra yaşamınız boyunca size gerekli olacaktır.

Sağlıklı, mutlu ve lenfödemsiz bir yaşam diliyoruz.

Ameliyatınızdan sonra yapılması gereken egzersizler

Egzersizlere ne zaman başlamalısınız?

Drenler (yaranızdan çıkan hortumlar) Çıkmadan önce;

Egzersizlere ameliyat sonrası ilk 24 saat içinde sınırlı hareketlerle başlanır.

Top sıkma egzersizi

Avucunuza sığacak kadar bir lastik top kullanarak elinizi sıkıp gevşetiniz.

El açıp kapama egzersizi (top sıkmaya benzer egzersiz)

Ameliyattan birkaç saat sonra başlanır. El, 15 ila 25 defa açılıp kapatılır.Bu hareket günde 3-4 kez tekrarlanır. Bu şekilde lenf sıvısının genel vücut dolaşımına dönüşü hızlanacaktır.

Saç tarama egzersizi

Dik oturun, dirseğinizi masaya dayayın ve bir tarakla saçınızın bir tarafını önden başlayarak geriye doğru tarayın daha sonra saçınızın tamamını taramaya çalışın.

Etkilenmiş kolun dirsek ve el hareketlerini yapabilirsiniz. Ancak kolun omuzdan yana açma- kapama egzersizleri drenler çıktıktan sonra başlayacaktır. Drenler dururken kolunuz devamlı vücudunuza yapışık kalmamalıdır (Günlük işlerinizi bu elinizi kullanarak , çok yorulmadan yapabilirsiniz). Bu nedenle açıp- kapama hareketini yapmadan sadece 90° lik açı ile açma ve kol altına yastık koyma işlemini yapabilirsiniz.

Günde en az iki kez egzersizleri tekrarlayabilir, ağrı oluşursa egzersizlere ara verebilirsiniz. Bu egzersizleri yaşam boyu yapmalısınız.

Drenler Çıktıktan Sonra;
Duruş bozukluğunu önlemek için;

Drenler Çıktıktan Sonra; Duruş bozukluğunu önlemek için;
Göğüs kaslarınızı kuvvetlendirmek için ;

Göğüs kaslarınızı kuvvetlendirmek için ;

Göğüs kaslarınızı kuvvetlendirmek için ; * Göğüs seviyesinde her iki elinizi birleştirerek ellerinizi itmeye çalisin ve gevşetin (Egz:5)

Kollarınızı güçlendirmek için :

* Sandalyeye oturun. Kollarınızı omuz hizasına kaldırın ve indirin (Egz: 7)

Omuz eklemlerinin hareketi için:

Omuz eklemlerinin hareketi için: * Sandalyeye oturun. Ellerinizi bacaklarınızın üzerine koyun ve daha sonra kollarınızı yukarı kaldırın ve indirin(Egz:8)

Kolunuzda şişmeyi /ödemi önlemek için:

Kolunuzda şişmeyi /ödemi önlemek için: * Kolunuz üst kol omuz hizasında düz,ön kolunuz üst kola dik olacak şekilde sandalyeye oturun. Ellerinizi kapatın (yumruk yapın) ve açın. 3-4 kez tekrarlayın. Kollarınızı aşağıya indirin, gevşeyin ve hareketi tekrarlayın (Egz:9)
* Yüzünüzü duvara dönün. Duvara iyice yaklaşin. Ellerinizi duvara tırmanıyormuş gibi yapın. Kolunuzda acı,ağrı hissettiğinizde harekete son verin. Bu hareketle her gün kolunuzu biraz daha yukarı kaldırdığınızı göreceksiniz (Egz:10)

Yapabileceğiniz diğer omuz ve kol egzersizleri:
Dren çiktiktan sonra yapılacak olan kol egzersizleri

Yapabileceğiniz diğer omuz ve kol egzersizleri: Dren çiktiktan sonra yapılacak olan kol egzersizleri * Sandalyeye dik bir şekilde oturun ve yanlarını kavrayın. Ameliyatlı taraftaki kolunuzu,avucunuzu yavaşça kaldırıp indirin. Hareketi 5 kez tekrarlayın.(Egz: 11)
* Bacaklarınızı açarak ayakta durun. Ellerinizi önde birleştirin.Yavaşça başinızın üstüne götürün. Dirseklerden bükerek başinızın arkasında aşağı yukarı indirip kaldırın,dinlenin. Hareketi 5 kez tekrarlayın.(Egz:12)
* Yüzünüzü duvara dönün ve iyice duvara yaklaşin. Ellerinizi duvara koyup tırmanıyormuş gibi hareket ettirin, dinlenin. Hareketi 5 kez tekrarlayın.(Egz: 13)
* Kollarınızla vücudunuzun etrafında yavaşça büyük daireler çizin, dinlenin. Daha sonra önceki yönün tersine hareketi tekrarlayın ve dinlenin .(Egz:14)
* Kollarınızı yana doğru uzatın. Küçük daireler çizin.Yavaş yavaş daireleri büyütün. Daha sonra daireleri küçülterek hareketi tamamlayın. Dinlenin (Egz:16)
* Bacaklarınızı açarak ayakta durun.Sağ ve sol omuzunuzu sırayla aşağı yukarı hareket ettirin.Bu hareketi ayna anda iki omuzunuzu da aşağı yukarı hareket ettirerek te yapabilirsiniz.(Egz:17)
* Kollarınızı öne doğru uzatın.Yaylanarak öne ve arkaya doğru sallayın.Dinlenerek hareketi 5 kez tekrarlayın.(Egz: 18)

Koltuk Altı Lenf Bezlerinin Çıkarılmasından Sonra El ve Kol Bakımı

El ve kol bakımına ilişkin, alınacak önlemler sizi günlük yaşamdan uzaklaştırmayacak sadece oluşabilecek yaralanmaları önlemek ve bu yolla oluşabilecek enfeksiyonlara engel olarak kolunuzda ödem (şişlik) / lenf ödem oluşmamasına yardımcı olacaktır.

Cilt Bakımı

Sıcaktan Kaçının

Beslenme

Faydalı Aktiviteler

Seyahat

Kolunuzun Şişmesini (Lenf Ödemi) Önlemek İçin Alınması Gereken Önlemler

Kol bakımınızdaki maddelere ek olarak:

Neden Sütyen ve Meme Protezi Kullanmalısınız?

Ameliyatınızdan sonra öbür memenin yaratacağı tek farklı ağırlık vücudunuzda duruş bozukluğuna neden olacaktır.Bu duruş bozukluğu nedeniyle sürekli bir kas gelirimi oluşur ve bu durum zamanla omuz,sırt,bel,boyun ağrıları ve baş ağrılarına neden olur.

Meme protezi kullanarak tek taraflı ağırlığın getirdiği sorunları azaltmış olursunuz. Bunun yanı sıra, protez memeler herhangi bir cerrahi girişim gerektirmeden beden bütünlüğünüzün ve estetik görüntünüzün düzelmesine yardımcı olacaktır. Ameliyat sonrası yaralarınız tamamen iyileşinceye kadar geçici hafif bir protez kullanabilir,yaralarınız tamamen iyileştikten sonra, satın alabileceğiniz sütyen ve protezleri kullanabilirsiniz.

Lenfödem Tedavisi

Ameliyatlı kolda ödem, genellikle el sırtında şişme, ön kol ve kolda genişleme ile birliktedir. Kolda ağırlık hissi, gerginlik, duyu azalması ve parmaklarda uyuşukluk olabilir. Kol ödemini fark ettiğinizde kolunuzu boynunuza asarak dinlendiriniz, yatarken kolunuzun altına yastık koyarak vücudunuzdan daha üst seviyeye çıkarınız ve doktorunuza haber veriniz. Kol ödemi tedavisini bu konuda eğitim görmüş fizyoterapistler yapmalıdır. Lenf sıvısının boşalmasını hızlandırmak için elden başlayarak omuza doğru aşırı basınç yapmadan masaj yapılmalıdır. Bu tedavi uzun sürse de (aylarca), oldukça başarılı olabilir. Tedaviden sonra kola basınç yapan bir bandaj ve çorap uygulanabilir. Bunların yanı sıra mikrocerrahi teknik ve lazerle tedavi seçenekleri de mümkün olmakla birlikte, henüz bu yöntemleri uygulayan merkez sayısı kısıtlıdır. Lenfödem çok yaygın ise, hastanede tedavi gerekebilir.

Tedavi Seçenekleri:

1 . Kompleks Fiziksel Terapi

Lenfödeme sebep olan etkenleri ortadan kaldırmak bugün için mümkün değildir. Cerrahi olmayan tedavide (fizyoterapi) asıl amaç, lenfödemin gelişmesini engellemek ve ortaya çıkmış olgularda da şişliğin daha fazla artmasının önüne geçebilmektir. Bu tedavi ile hastanın kolundaki rahatsızlık hissinin azaltılması, kolun hareketlerinin iyileştirilmesi ve psikolojik olumsuzlukların engellenmesi sağlanabilir. Hastaların büyük bir bölümü, cerrahi tedaviye gerek kalmadan hayatlarını devam ettirebilirler. Ancak lenfödem için gereken kompleks fizyoterapi yöntemi, bu konuda eğitim almış deneyimli fizyoterapistler tarafından yapılmalıdır. Ne yazık ki ülkemizde bu eğitimi almış fizyoterapist sayısı son derece azdır ve hastaların bu deneyimli fizyoterapistlere ulaşması genellikle güç olmaktadır.
Tedavi tamamen elle yapılmaktadır. Lenfatik sistemin bilinen drenaj yollarına uygun şekilde, oldukça özel bir masaj tekniği ile, lenf sıvısını kan dolaşımına boşaltır. Bu teknik, tüm gövde ve lenf düğümlerine uygulanır. Daha sonra kol özel bandajlarla sarılır. Bu bandaj 24 saat korunur. Tüm tedavi 2 – 6 hafta sürebilir. Bu süre ödemin ciddiyetine göre değişir.
Hastanın maksimum faydalanma düzeyine ulaştığına karar verildiğinde, kolun ölçüsüne ve ödemin şiddetine göre basınçlı kolluk verilir. Ciddi vakalarda 6 – 9 ay sonra tekrar bir kür tedavi daha yapılabilir.
Hasta basınçlı kolluğunu her gün giymelidir. Akşam yatarken bandaj yapmalıdır. Uygun vakalarda 6 ay sonra gece çıplak kolla yatılabilir. 2 – 3 ayda bir kolluk kontrol edilerek yenilenmelidir.
Bunun yanında koluna gereken özeni göstermeye devam etmelidir.

2 . Liposuction

Süpermikrocerrahi için uygun olmayan hastalardan bazıları “liposuction- Yağ emme” yönteminden fayda görebilirler. Ancak lenfödem tedavisi için uygulanacak “liposuction” estetik amaçla yapılan “liposuction”dan biraz farklıdır bu yöntem de tüm dünyada sadece birkaç özel merkezde uygulanmakta olup, çok fazla bir yararı görülmemektedir.

3 . Süper mikrocerrahi

Lenfödemin tedavisi için bugüne kadar uygulanan cerrahi yöntemlerin hiçbirinde ne yazık ki istenilen düzeyde başarılı sonuçlar elde edilememiştir. Çünkü, daha önce uygulanan cerrahi yöntemlerde çok büyük kesiler kullanılıyordu ve bu durum birçok hastada ameliyat sonrası bazı komplikasyonların ortaya çıkmasına sebep olabiliyordu. Ancak, son yıllarda geliştirilen ve dünyada sadece birkaç özel merkezde uygulanan “süpermikrocerrahi” yöntemi lenfödem hastaları için yeni bir umut olmuştur. Bu yöntemle, deriye yapılan sadece 3-4 cm’lik kesilerle çok ince lenf damarları, yine çok ince toplardamarlara dikilerek lenf sıvısının kollarda birikmesi engellenebilmektedir. Yöntem, özellikle koltukaltı lenf bezlerinin alınması veya ışın tedavisi sonrası (meme kanseri tedavisi gibi…) ortaya çıkan lenfödemlerde uygulanmaktadır. Çünkü bu hastalarda, doğuştan lenfödemli veya çok uzun süredir lenfödeme sahip hastaların aksine, lenf damarları sağlam olduğundan ameliyatın başarı şansı olabilir.

4 . Lazer tedavisi (LLLA)

Özellikle meme kanseri nedeniyle yapılan radikal cerrahi ve kol altı lenf bezlerinin çıkartılması nedeniyle gelişen lenfödem sorununu azaltmak amacı ile denenen düşük yoğunluklu aksiler lazer uygulaması ile lenfödem gelişme riskinin azaltılabildiği veya oluşmuş lenfödemin anlamlı olarak geriletilebildiği bildirilmektedir. 2001 yılından beri Avustralyada uygulanan LLLA tedavinin Amerika Birleşik Devletlerinde denenmesi için ulusal besin ve ilaç dairesi 2007 yılında onay vermiştir. Ancak ülkemizde henüz uygulayan merkez bulunmamaktadır. Biz yakın zamanda merkezimizde bu yöntemi uygulamaya başlayacağız.
Hastaların sorunsuz, normal ya da normal ölçülere yakın kolla yaşam sürdürebilmeleri, hastalıkları hakkında bilinçli ve sorumlu davranabilmeleri ile yakından ilgilidir

5 . Pnömatik Kompresyon Cihazı

Kolun etrafını saran hava yastıklarının bir pompa aracılığı ile şişirilmesi suretiyle uygulanan pnömatik kompresyon tedavisinde, biriken lenf sıvısını dışarıdan basınç uygulayarak, dokulardan uzaklaştırıp dolaşıma katmak amaçlanmaktadır.

İki çeşit pnömatik kompresyon cihazı vardır:

1. Segmental (sequential: çok odacıklı) olan türünde kol ve bacağın çeşitli bölgelerine sarılan hava yastıkları en uçtakinden en merkezde olana doğru sırası ile şişirilir. Gelişmiş modellerde odacıklardaki basınç farklı düzeylerdedir (en uçtakinde en fazla).

2. Segmental olmayan (tek odacıklı) türünde ise kol veya bacağı boyunca saran tek parça bir hava yastığı vardır ve şişirildiğinde bütün bölgelere basınç uygular. Segmental olanı daha etkilidir.
Bazı pompalarda ise hava yerine cıva kullanılmaktadır ve uygulanan basınçta uçtan merkeze doğru daha tedrici bir azalma sağlanmaktadır. Bu tür cihazlar daha pahalıdır ve fazla yaygın değildir.
Pnömatik kompresyon tedavisinin tek başına değil diğer yöntemlerle birlikte kullanılması önerilmektedir.

meme kanseri sonrası iyilesme

Meme Ameliyatı Sonrası İyileşme

Doktorlar, meme kanseri olan kadınların bir an önce olağan etkinliklerine dönebilmesi için her çabayı gösterir. İyileşme dönemi her kadın için, hastalığın evresi, tedavi tipi ve diğer etmenlere bağlı olarak değişir.

Ameliyattan sonra kadının kol ve omuzunu çalıştırması, bu bölgenin tekrar güç ve hareket kazanmasına destek olur; sırttaki ve boyundaki ağrı ve kas sertliği azaltır. Özel egzersizler, çoğunlukla ameliyat sırasında deri altına konulan ve diren deilen biriken kan ce lenf sıvısını boşaltan tüpler alındıktan birkaç gün sonra başlar. Egzersizler yavaş ve kısa süreli yapılarak başlar, yatakta bile yapılabilir. Çoğunlukla bu konuda deneyimli fizyoterapistin denetimi altında gerçekleştirilir. Zaman geçtikçe egzersizlerin nitelikleri ve süresi arttırılabilir. Düzenli egzersiz, izleyen dönemde kadının günlük rutinine dönüşür.

Mastektomi veya meme rekonstrüksiyonu geçiren kadınlar, doktorlarının açıklayacağı özel egzersizleri yapmalıdır.

Egzersizleri sık sık yapmak ve kolu yastık üzerine koymak, ameliyattan sonra oluşabilecek lenf ödemini (el, kol ve önkolda şişme) önler, ya da azaltır . Lenf ödemini önleme ve tedavi hakkındaki bilgiler, “Yan Etkiler” bölümünde anlatılmıştır.

meme-kanseri-belirti-ve-bulgulari_912x340

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser ve kanserden ölüm nedenidir. Tüm jinekolojik tümörlerden 3 kat daha fazla görülür; oranı devamlı artarak 1960 yılından günümüze dek 20 kişide 1 kişiden, 8 kişide 1 kişiye oranına yükselmiştir.

Kadınlarda çok yaygın bir hastalık olan meme kanserinin kesin nedeni hâlen bilinmemektedir.

Amerikan Kanser Birliği her yıl 200.000’den fazla yeni meme kanseri tanısı konulduğunu ve 40.000’den fazla meme kanserli hastanın bu hastalıktan öleceğini tahmin etmektedir.

Meme kanseri yalnızca kadınlarda rastlanan bir hastalık değildir. Meme kanseri olan insanların 99 tanesi kadın 1 tanesi erkektir. Amerikan Kanser Birliği, yılda 1.500 – 2.000 arasında erkeğin bu hastalığa yakalanacağını tahmin etmektedir. Erkeklerde, memedeki kitlelerinin değerlendirmesi, kadınlardaki gibidir ( mamografi, ultrason ).

Meme kanseri oranı 20 li yaşlarda çok düşüktür; kademeli olarak artar,; 45-50 yaş arasında sabit bir oranda görülür; 50 yaşından sonra ciddi bir şekilde artış gösterir. Meme kanseri tanısı konan kadınların yüzde 50 sinin 65 yaşından büyük olması, bir kadının yaşamında yıllık incelemelerin ne denli önemli olduğunu gösterir. Ülkemizde yaptığımız bir çalışmada, tüm meme kanserlerinin %20’sinin 40 yaşından küçük kadınlarda görüldüğü tespit edilmiştir. Amerika ve Avrupa’da bu oran %5 kadardır. Demek ki, ülkemizde genç kadınlarda da meme kanseri sık görülmektedir.

Meme kanseri hastadan hastaya farklı özellikleri olan (heterojen) bir hastalıktır. Farklı kadınlarda, farklı yaş gruplarında, tümördeki farklı hücre yapısı ve özellikleri ile her hastada farklı şekilde davranmaktadır (farklı biyolojik davranış). Genç kadınlarda(40 yaşından küçük) daha hızlı seyretmektedir. Bu nedenle, bunlarda daha yoğun bir tedavi yapılmaktadır. ileri yaş hastalarda (70 yaşından büyük) meme kanseri, daha yavaş seyirlidir.

Meme içinde kanserleşen bir hücrenin, bir tümör oluşturması ve bir uzmanın muayene sırasında anlamasına ya da radyolojik incelemede belli olmasına kadar hayli uzun zaman geçmesi gerekiyor.

Kadınlar genellikle en az 1 cm. büyüklüğüne ulaşmış bir kitleyi, elle kontrol yöntemi sayesinde fark edebiliyorlar. Günümüzde meme kanserlerinin çoğu kişinin kendisi tarafından bulunuyor.

Kanserli kitleler nispeten sert, düzensiz kenarlı, yüzeyi pürtüklü görünüyor ve meme dokusu içinde rahatça oynatılamıyor. Kanser uzak organlara metastaz (yayılım) yapmışsa bu yayılımlar, nadiren meme kanserinin ilk bulgusunu oluşturuyor. Meme kanserinin sıkça yayılma gösterdiği bölgeler ise kalça ve omurga kemikleri ile akciğer ve karaciğer.

Ancak bazı hastalarda bu belirtilerin hiçbirisi olmuyor ve kanser yalnızca, mamografi incelemesiyle tespit edilebiliyor. Aşağıdaki belirtilerden en az biri varsa, vakit geçirmeden uzmana başvurulması gerekiyor.

Meme Kanseri Belirti ve Bulguları

• Memede veya koltukaltında ele gelen kitle (sertlik, şişlik)
• Memebaşından akıntı (tek kanaldan kanlı veya şeffaf renkli)
• Memebaşında içe doğru çekilme, çökme veya şekil bozukluğu
• Memebaşı derisinde değişiklikler (soyulma, kabuklanma)
• Meme cildinde yara veya kızarıklık
• Meme cildinde ödem, şişlik ve içe doğru çekintiler olması (portakal kabuğu görünümü)
• Memede büyüme, şekil bozukluğu veya asimetri ya da renginde değişiklik (kızarıklık vs.)

Tüm kanser türlerine bağlı ölümler arasında, meme kanserine bağlı ölümler, ikinci sırada yer alıyor. İlk sırada, akciğer kanseri bulunuyor. Türk İstatistik Kurumu (TUİK) 2007 verilerine göre, 70 milyonu aşan ülkemizde, 100 bin kadından 22’si meme kanserine yakalanıyor. Meme kanserinden ölüm oranı 100 bin kadında yaklaşık 10 kişi olarak belirtiliyor. (https://www.tuik.gov.tr)

Meme kanseri risk faktörleri

Erken adet ve geç menopoz : 12 yaşından önce ilk adeti görmek ve 55 yaşından sonra menopoza girmek meme kanseri riskini arttırır.
Doymuş yağ oranı yüksek besinlerle beslenme : Yağların cinsleri önemlidir. Kanola yağı ve zeytinyağı gibi tek bağlı doymamış yağlar meme kanseri riskini arttırmazken, mısırözü yağı, hayvansal yağlar ve kırmızı et riski arttırır.

Meme kanserinde aile hikayesi : Aile hikayesinde meme kanseri olanlar hastalığın oluşması bakımından yüksek risk altındadır. Meme kanseri olan kadınların ancak %15’inde aile hikayesi pozitiftir. Aile hikayesinde özellikle anne, kız ve kız kardeşten oluşan birinci dereceden akrabalarda meme kanseri olması risk oluşturmaktadır. Ancak, teyze, hala, anneanne, babaanne gibi 2. derece akrabalarda da meme kanseri olması dikkate alınmalıdır. Aile hikayesi olan ve akrabası menopoz öncesi meme kanserine yakalanan kadınlar, mamografi çektirmeye aile bireylerinin teşhis yaşından 10 yıl önce başlamalıdır. BRCA-1 ve BRCA-2 gen testleri, ancak doktorunuz tarafından önerildiği zaman yaptırılmalıdır.

Geç, ya da hiç doğum yapmamış olmak : Hiç doğum yapmamak veya 30 yaşından sonra doğurmuş olmak meme kanseri riskini artırmaktadır.

Alkol : Günde 2 kadehten fazla alkol tüketimi.

Östrojen tedavisi : Çoğu çalışma, 5 yıldan daha uzun hormon replasman tedavisinin meme kanseri riskini artırdığını göstermektedir. Ancak bu çalışmalar, östrojen alımının osteoporoz , kalp hastalığı, Alzheimer ve kolon kanseri riskinin azalmasına neden olduğunu da vurgulamaktadır. Biz, çok mecbur kalınmadıkça, menopoz tedavisi için hormon verilmesini önermemekteyiz.

Geçmiş meme kanseri hikayesi : Önceden meme kanseri olmuş hastaların eğer korunmuş ise aynı meme ve diğer memesinde , alınmış ise diğer memesinde de kanser gelişme riski vardır. Meme kanseri teşhisinden sonra klinik izlemenin sebebi, sadece aynı hastalığın yeniden oluşmasını değil, aynı zamanda ortaya çıkabilecek yeni bir kanseri erken teşhis etmektir.

Kadın : Kadın olmak meme kanseri için bir risk etmenidir.

Başka hastalık için ışın tedavisi : Göğüs duvarına başka bir hastalık için ışın tedavisi uygulanan hastalar yaklaşık 10 yıl sonra yüksek meme kanseri riskine sahip olur. Bu gruptaki hastalarda erken teşhise önem verilmelidir.

Şişmanlık (Obezite) : Özellikle menopoz sonrası kilo alınması ve şişmanlık, meme kanseri riskini artırmaktadır.

meme-kanseri-tarama

Kadınlar, meme kanserine yakalanma riskini doktolarıyla konuşmalı; ne zaman kontrollere başlanacağını ve kontrollerin hangi sıklıkta yapılması gerektiğini doktorlarına sormalıdır. Bu kararlar, diğer tıbbi kararlar gibi, kadının gereksinimleri doğrultusunda verilmelidir. Taramanın, hastalık belirtileri ortaya çıkmadan önce gerçekleştirilmesi, önemlidir. Tarama, doktorun kanseri çok erken saptamasını ve ona göre davranmasını mümkün kılar. Kanser erken saptandığında, tedavi çok daha etkili olur.

Mamografi

Meme kanserini erken bulmak için NCI şunları önerir

Mamografi taramaları meme kitlelerini, çoğunlukla, hissedilmeden önce gösterebilir. Aynı zamanda, kalsiyum birikmelerini de gösterebilir. Kalsiyum birikmelerine, microcalcification denir. Bunlar, kanser belirtisi olabilir. Eğer doktor mamografide olağandışı bir alan görürse daha fazla resim çekilmesini isteyebilir. Ek olarak biyopsi de isteyebilir. Biyopsi, kanserin varlığından emin olmak için tek yoldur. Mamografi, doktorun kanseri erken teşhis etmesi için en iyi araçtır.

Kadınlar, şu noktaları göz ardı etmemelidir

Mamografi çekiminde , diş röntgenlerindeki ve rutin röntgenlerdeki gibi, çok az dozda radyasyon kullanılır. Her ne kadar yararları olası risklerine göre daha ağır bassa da, sürekli röntgene maruz kalmak, zararlı olabilir. Kadının her seferinde röntgenin gerekliliğini ve vücudunun diğer bölümlerinin korunup korunmayacağını doktoruna sorması uygun olur.

Kendi kendine meme muayenesi

Kadın kendi kendine meme muayenesi yaptığında, her kadının göğsünün farklı olduğunu, yaşlanmadan, adet, doğum, menopoz ve doğum kontrol haplarından ve diğer hormonlardan dolayı değişiklikler olabileceğini bilmelidir. İki memenin birbirinden farklı olması, doğal bir olgudur. Adet döngüsünden önce veya adet döngüsü sırasında memelerin şiş ve hassas olması da, yaygındır.

Kadınların kendi kendine meme muayenesi sırasında veya başka bir zamanda olağandışı bir durum fark etmeleri halinde, doktorlarına başvurmaları gerekir.Kendi kendine meme muayenesinin, düzenli mamografi çektirilmesinin ve doktor muayenehanesinde meme muayenesinin yerini tutmayacağını unutmamak gerekir.

Doktor muayenehanesinde / klinikte meme muayenesi

Doktor muayenehanesinde / klinikte meme muayenesi sırasında doktor, kadının göğsünü ayakta, otururken ve yatarken inceler. Muayene, kadının kolu kafasının üzerindeyken, vücudunun yanında sarkmışken ve belindeyken yapılır. Doktor, memelerdeki beklenmedik boyut ve şekil de dahil olmak üzere, memeler arasındaki farklılıklara bakar. Her memede kızarıklık, çukur ve olağandışı diğer işaretleri kontrol eder. Memebaşlarını, bir akıntının olup olmadığını kontrol etmek için, sıkabilir.

Olası kitleleri bulmak için parmaklarıyla, önce tüm göğsü, sonra koltukaltını, köprücük kemiğinin önce bir tarafını sonra diğer tarafını kontrol eder.. Göğse yakın lenf nodlarının şiş olup olmadığına bakar. Tüm muayene, yaklaşık 10 dakika sürer.

Erken Tanı

Meme kanseri risk faktörleri

Erken adet ve geç menopoz : 12 yaşından önce ilk adeti görmek ve 55 yaşından sonra menopoza girmek meme kanseri riskini arttırır.

Doymuş yağ oranı yüksek besinlerle beslenme : Yağların cinsleri önemlidir. Kanola yağı ve zeytinyağı gibi tek bağlı doymamış yağlar meme kanseri riskini arttırmazken, mısırözü yağı, hayvansal yağlar ve kırmızı et riski arttırır.

Meme kanserinde aile hikayesi : Aile hikayesinde meme kanseri olanlar hastalığın oluşması bakımından yüksek risk altındadır. Meme kanseri olan kadınların ancak %15’inde aile hikayesi pozitiftir. Aile hikayesinde özellikle anne, kız ve kız kardeşten oluşan birinci dereceden akrabalarda meme kanseri olması risk oluşturmaktadır. Ancak, teyze, hala, anneanne, babaanne gibi 2. derece akrabalarda da meme kanseri olması dikkate alınmalıdır. Aile hikayesi olan ve akrabası menopoz öncesi meme kanserine yakalanan kadınlar, mamografi çektirmeye aile bireylerinin teşhis yaşından 10 yıl önce başlamalıdır. BRCA-1 ve BRCA-2 gen testleri, ancak doktorunuz tarafından önerildiği zaman yaptırılmalıdır.

Geç, ya da hiç doğum yapmamış olmak : Hiç doğum yapmamak veya 30 yaşından sonra doğurmuş olmak meme kanseri riskini artırmaktadır.

Alkol : Günde 2 kadehten fazla alkol tüketimi.

Östrojen tedavisi : Çoğu çalışma, 5 yıldan daha uzun hormon replasman tedavisinin meme kanseri riskini artırdığını göstermektedir. Ancak bu çalışmalar, östrojen alımının osteoporoz , kalp hastalığı, Alzheimer ve kolon kanseri riskinin azalmasına neden olduğunu da vurgulamaktadır. Biz, çok mecbur kalınmadıkça, menopoz tedavisi için hormon verilmesini önermemekteyiz.

Geçmiş meme kanseri hikayesi : Önceden meme kanseri olmuş hastaların eğer korunmuş ise aynı meme ve diğer memesinde , alınmış ise diğer memesinde de kanser gelişme riski vardır. Meme kanseri teşhisinden sonra klinik izlemenin sebebi, sadece aynı hastalığın yeniden oluşmasını değil, aynı zamanda ortaya çıkabilecek yeni bir kanseri erken teşhis etmektir.

Kadın : Kadın olmak meme kanseri için bir risk etmenidir.

Başka hastalık için ışın tedavisi : Göğüs duvarına başka bir hastalık için ışın tedavisi uygulanan hastalar yaklaşık 10 yıl sonra yüksek meme kanseri riskine sahip olur. Bu gruptaki hastalarda erken teşhise önem verilmelidir.

Şişmanlık (Obezite) : Özellikle menopoz sonrası kilo alınması ve şişmanlık, meme kanseri riskini artırmaktadır.

Belirti ve bulgular

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser ve kanserden ölüm nedenidir. Tüm jinekolojik tümörlerden 3 kat daha fazla görülür; oranı devamlı artarak 1960 yılından günümüze dek 20 kişide 1 kişiden, 8 kişide 1 kişiye oranına yükselmiştir.

Kadınlarda çok yaygın bir hastalık olan meme kanserinin kesin nedeni hâlen bilinmemektedir.

Amerikan Kanser Birliği her yıl 200.000’den fazla yeni meme kanseri tanısı konulduğunu ve 40.000’den fazla meme kanserli hastanın bu hastalıktan öleceğini tahmin etmektedir.

Meme kanseri yalnızca kadınlarda rastlanan bir hastalık değildir. Meme kanseri olan insanların 99 tanesi kadın 1 tanesi erkektir. Amerikan Kanser Birliği, yılda 1.500 – 2.000 arasında erkeğin bu hastalığa yakalanacağını tahmin etmektedir. Erkeklerde, memedeki kitlelerinin değerlendirmesi, kadınlardaki gibidir ( mamografi, ultrason ).

Meme kanseri oranı 20 li yaşlarda çok düşüktür; kademeli olarak artar,; 45-50 yaş arasında sabit bir oranda görülür; 50 yaşından sonra ciddi bir şekilde artış gösterir. Meme kanseri tanısı konan kadınların yüzde 50 sinin 65 yaşından büyük olması, bir kadının yaşamında yıllık incelemelerin ne denli önemli olduğunu gösterir. Ülkemizde yaptığımız bir çalışmada, tüm meme kanserlerinin %20’sinin 40 yaşından küçük kadınlarda görüldüğü tespit edilmiştir. Amerika ve Avrupa’da bu oran %5 kadardır. Demek ki, ülkemizde genç kadınlarda da meme kanseri sık görülmektedir.

Meme kanseri hastadan hastaya farklı özellikleri olan (heterojen) bir hastalıktır. Farklı kadınlarda, farklı yaş gruplarında, tümördeki farklı hücre yapısı ve özellikleri ile her hastada farklı şekilde davranmaktadır (farklı biyolojik davranış). Genç kadınlarda(40 yaşından küçük) daha hızlı seyretmektedir. Bu nedenle, bunlarda daha yoğun bir tedavi yapılmaktadır. ileri yaş hastalarda (70 yaşından büyük) meme kanseri, daha yavaş seyirlidir.

Kanseri anlamak. Kanser nedir?

Kanser, dokuları oluşturan hücrelerdeki değişim ile başlar. Dokular, vücutta organları oluşturur. Organizma ihtiyaç duydukça normal hücreler yeni hücreleri oluşturmak için çoğalır. Hücreler yaşlandığında ölür ve yerlerini yeni hücreler alır. Bazen bu sıralı işlem aksar. Vücut ihtiyaç duymadığı halde yeni hücreler oluşur, yaşlı hücreler de ölmesi gerekirken ölmez ve değişime uğrar.. Bu hücreler, kitle ya da tümör dediğimiz bir yapıyı oluşturur.

Her tümör kanser değildir. Tümörler iyi ya da kötü huylu olabilir.

İyi huylu tümörler, vücutta yayılma özelliğine sahip değildirler. Bunlar vücuttan tekrarlanmayacak bir şekilde çıkarılabilirler.. Kötü huylu tümörlerin hücreleri, yakındaki dokulara ve organlara sıçrayıp onlara zarar verebilir. Kanser hücreleri aynı zamanda tümörden ayrılıp kana ya da lenf sistemine karışabilir. Böylece uzak organlara da yayılıp orada yeni tümörler oluşturabilirler.

Kanserin yayılmasına metastaz denir.

Meme kanseri hücreleri, lenf kanallarına girdiğinde memenin yakınındaki lenf bezlerine yayılabilirler. Uzak organlara yayılım kan yoluyla da olabilir. Kanser yayıldığında ortaya çıkan yeni tümör (metastaz) , ilk tümör gibi aynı anormal hücrelere ve aynı özelliklere sahip olur. Örneğin, eğer meme kanseri kemiğe sıçrarsa kemikteki kanser hücreleri meme kanserinin hücreleridir. Bu hastalık kemik kanseri değil, metastatik meme kanseri olarak isimlendirilir ve tedavi edilir. Doktorlar yeni tümöre “sistemik” ya da “metastatik hastalık” derler.

Meme Kanseri Nasıl Yakalanır ?

Herhangi bir belirti bulunmayan kişilerde, kanser gibi hastalıkları bulmak için yapılan test ve muayenelere tarama adı verilir. Meme kanseri ne kadar erken yakalanırsa tedavi şansı o kadar yüksektir. Amaç, kanserlerin belirtilere yol açmadan önce bulunmasıdır. Meme kanserinin boyutu ve ne kadar uzağa yayıldığı hastanın durumunun belirlenmesindeki en önemli faktörlerdir. Birçok doktor, meme kanserlerinin erken saptanmasını sağlayan testlerin her yıl binlerce yaşamı kurtardığını düşünmektedir. Aşağıdaki yönergeler meme kanserinin erken tanı ve başarılı tedavi şansını arttırmaktadır.

Meme Kanserinin Erken Tanı İlkeleri

Herhangi bir belirti bulunmayan kadınlarda meme kanserlerinin erken tanısı için Amerikan Kanser Derneği aşağıdaki ilkeleri önermektedir.

Mamografi: Kırk yaş ve üzerindeki kadınların her yıl mamografi çektirmeleri ve sağlıklı oldukları sürece de bunu sürdürmeleri önerilmektedir. Mamografiler bazı kanserleri atlasa da, meme kanserlerini saptamak için iyi bir yöntemdir.

Klinik meme muayenesi: Yirmili ve otuzlu yaşlardaki kadınların tercihen üç yılda bir düzenli muayenenin bir parçası olarak bir uzmana klinik meme muayenesi (KMM) yaptırmaları gerekir. Kırk yaşından sonra ise her yıl bir uzman tarafından KMM yapılmalıdır. Mamografiden hemen önce KMM yaptırılması iyi bir fikir olabilir. Kendi memenizin neye benzediğini öğrenmek için bu muayeneden yararlanabilirsiniz.

Meme bilinci ve kendi kendine meme muayenesi (KKMM): KKMM, yirmili yaşlarda başlanabilecek bir seçenektir. Kadınlarla KKMM’nin yararları ve kısıtlılıkları hakkında konuşulmalıdır.

Memelerinin görünümünde veya KKMM’de bir değişiklik fark eden kadınların bunu hemen doktorlarına bildirmeleri gerekir.
KKMM yapmaya karar verdiğinizde, doktorunuz veya hemşirenizin yönteminizin doğruluğunu kontrol etmeleri gerekir. Düzenli aralıklarla KKMM yapıyorsanız memelerinizin normal görünümü ve hissini öğrenmiş olmanız gerekir. Böylece değişiklikleri daha kolay fark edebilirsiniz. En önemlisi aşağıdaki değişiklikleri fark ettiğinizde hemen doktorunuza başvurmanızdır.

Yumru veya şişlik, ciltte tahriş veya çöküntü, meme başının içe çekilmesi, meme başı veya meme derisinde kızarıklık veya pullanma, süt dışında akıntı, memede meydana gelen bu değişikliklerin çoğu kez kanser olmadığının unutulmaması gerekir.

Yüksek riskli kadınlar: Meme kanseri açısından yüksek risk taşıyan kadınlar, en uygun yaklaşımın bulunması için doktorlarıyla görüşmelidir. Bu, mamografilere daha erken yaşlarda başlanması, ek tetkikler yapılması veya daha sık muayene anlamına gelebilir.

Tanı Yöntemleri

Mamografiler

Mamografi, memenin röntgen filmidir. Meme problemi olmayan kadınlarda meme hastalığı olup olmadığına bakmak için tarama için bu tetkik kullanılır. Yine meme bulguları olan kadınlarda tanı amacı ile kullanılır.

Mamografi sırasında meme 2 tabaka arasında sıkıştırılarak dokunun düzleştirilmesi ve yayılması sağlanır. Bu basınç sadece birkaç saniye sürmektedir. Biraz rahatsızlık verse de iyi bir görüntü elde etmek için gereklidir. Çok düşük düzeyde radyasyon kullanılır. Birçok kişi X-ışınlarına maruz kalmaktan çekinse de, mamografilerde kullanılan düşük düzeydeki radyasyon meme kanseri riskini arttırmaz.

Mamografi çektirmek için belden yukarıdaki giysilerinizi çıkarmanız gerekir. Örtünmeniz için bir örtü verilecektir. Bir teknisyen (genellikle kadın) memenizi tetkik için doğru biçimde yerleştirecektir. Grafi çekilirken sadece birkaç saniye basınç uygulanmaktadır. Tüm işlem yaklaşık 20 dakika sürmektedir.

Mamografi çekilen her on kadından birinde daha fazla görüntü alınmasına ihtiyaç duyulur, ancak bu kadınların çoğunda meme kanseri yoktur, bu yüzden böyle bir durumla karşılaşırsanız telaşa kapılmayın. Her 1,000 mamografiden sadece bir veya ikisinde kanser tanısı konulmaktadır.

Meme kanseri riski yüksek olan kadınların en iyi yaklaşım için doktorlarıyla konuşmaları gerekir. Daha genç yaşta mamografi çektirmeye başlamaları, daha sık çektirmeleri veya başka testler yaptırmaları yararlı olabilir. Eğer yüksek risk taşıyorsanız doktorunuz ultrasonografi veya MRG (manyetik rezonans görüntüleme) önerebilir.

Klinik Meme Muayenesi

Klinik meme muayenesi (KMM); doktor, hemşire veya asistan doktor gibi bir uzman tarafından memelerinizin muayene edilmesidir. Bu muayene için belden yukarıdaki giysilerinizi çıkarmanız gerekir. Muayene eden kişi ilk olarak memelerinizin büyüklük veya şeklinde bozukluk olup olmadığına bakacaktır. Daha sonra, parmaklarının etli kısımlarıyla yavaşça dokunarak memelerinizde yumru olup olmadığına bakacaktır. Eğer bilmiyorsanız kendi kendine meme muayenesinin nasıl yapıldığını öğrenmek için bu iyi bir fırsattır.

Meme Bilinci ve Kendi Kendine Meme Muayenesi

Kadınların memelerinin normalde nasıl göründüğünü ve hissedildiğini bilmeleri ve herhangi bir değişikliği hemen doktorlarına bildirmeleri gerekir. Bir değişiklik saptamanız kanser anlamına gelmez.

Memelerinizin nasıl göründüğü ve hissedildiğini bilmeniz, meydana gelebilecek herhangi bir değişikliği fark etme şansınızı arttırır. Belirli bir program izleyerek, memelerinizi adım adım incelemeyi de tercih edebilirsiniz. Kendi kendine meme muayenesi (KKMM) için en uygun zaman memelerinizin hassas veya şiş olmadığı zamandır. Herhangi bir değişiklik saptarsanız hemen doktorunuza başvurunuz.

Meme implantı (silikon) olan kadınlar da KKMM yapabilirler. Cerrahınız implantınız sınırlarını belirlemesi, ne hissettiğinizi anlamanıza yardımcı olabilir. İmplantlar meme dokusunu iterek muayeneyi kolaylaştırabilirler.

Meme Kanseri Şüphesi Varsa

Meme kanseri olduğunuzu düşündürecek herhangi bir sebep varsa başka testler yaptırmanız gerekir. Size bazı sorular sorup tam bir fizik muayene yaptıktan sonra (klinik meme muayenesi dâhil) doktorunuz aşağıdaki testlerden yaptırmanızı önerebilir:

Görüntüleme Testleri:

Mamografiler : Mamografiler genellikle tarama için kullanılsa da, meme kanseri olduğunuzu düşündüren bir sebep olduğunda da yapılabilir. Bunlara tanısal mamografiler adı verilir. Böyle bir mamografi, her şeyin yolunda olduğunu ve tekrar yıllık mamografilere dönebileceğinizi gösterebilir ya da biyopsi yapılması gerektiğini de gösterebilir. Mamografide tümör görülmese de, sizin veya doktorunuzun bir yumru hissetmeniz durumunda biyopsi yapılması gerekebilir. Bunun istisnası, ultrason ile yumrunun kist olduğunun gösterilmesidir. Mamografiler genç kadınlarda daha az etkindir çünkü memelerinin daha sıkı olması tümörü gizleyebilir. Hamile veya emziren kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Meme kanserlerinin çoğu yaşlı kadınlarda görüldüğü için bu durum bir sorun oluşturmaz. Ancak, meme kanseri açısından genetik risk taşıyan genç kadınlar için bu bir sorundur çünkü bu kadınlarda genellikle daha genç yaşta kanser ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, artık bazı doktorlar bu kadınların taranmasında mamografi ile birlikte MRG yapılmasını da önermektedir. Mamografi ile kanser olup olmadığı kesin olarak gösterilemez. Eğer mamografisiz olası bir soruna işaret ediyorsa, meme dokusu örneği alınır ve mikroskop ile incelenir. Bu işleme biyopsi adı verilir.

Meme ultrasonu: Ultrason, ses dalgaları kullanılarak vücudun bir bölgesinin görüntülenmesidir. Ses dalgalarının yansımaları bilgisayar tarafından toplanarak ekranda bir görüntü (resim) oluşturulur. Ultrason, mamografi ile birlikte kullanılabilecek iyi bir yöntem haline gelmiştir. Yaygın olarak bulunmakta ve diğer testlerden daha ucuza mal olmaktadır. Genellikle, mamografi ile bulunan belirli bir bölgeye bakmak için kullanılır. Ayrıca, iğne ile sıvı çekilmesine gerek kalmadan kist ile katı kitleler arasında ayırım yapma olanağı sağlar.

MRG (manyetik rezonans görüntüleme): MRG’de X ışınları yerine radyo dalgaları ve kuvvetli mıknatıslar kullanılır. Bilgisayar aracılığıyla bu dalgalar son derece detaylı bir görüntü haline getirilir. Mamografilerde bulunan kanserlerin veya meme kanseri riski yüksek kadınların incelenmesinde özel MRG türleri kullanılabilir. Bu yöntemle küçük kanserlerin bulunmasının gerçekten hayat kurtarıcı olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Durumunuz hakkında doktora daha fazla bilgi verebilecek bazı başka testler de bulunmaktadır. Bu testlerden birini yaptıracak iseniz, çekinmeden doktorunuzdan size test ile ilgili açıklama yapmasını isteyiniz.

Duktografi: (galaktografi olarak da adlandırılır.) özel bir röntgen tetkiki olup, meme başı akıntısının sebebinin belirlenmesinde bazen yardımcı olmaktadır. Meme başındaki kanalın açıklığına ince plastik bir boru yerleştirilir. Röntgen filminde kanalın görülmesini sağlayan bir madde enjekte edilir. Kanalın içinde bir kitle varsa görüntülenebilir. Akıntı varsa, sıvı alınarak kanser hücreleri açısından araştırma yapılabilir.

Meme Kanseri Evreleri

Meme Kanseri Aşamaları (Evreleri)

Kanser tedavisini belirleyebilmek için, hastalığın evresininin bilinmesi gerekir. Hastalığın evresi, tümörün boyutu ve ne kadar yayıldığıyla ilgilidir. Evrelendirmede, kanserin yayılıp yayılmadığını, yayıldıysa vücudun hangi bölgelerine yayıldığını öğrenmek için röntgen ve laboratuvar testlerinden yararlanılır. Meme kanseri genellikle ilk olarak koltuk altı lenf bezlerine (axillary lymph nodes) yayılır. Kanserin boyutu, çoğunlukla, memedeki tümörün ve koltukaltındaki lenf bezlerinin ameliyatla alınmasına kadar bilinmez.

Meme kanseri tanısı konan hasta doktorunun şu soruları yanıtlamasını isteyebilir.

Doktorlar meme kanserini aşağıdaki evrelerle tarif eder:

Evre 0 ‘a carcinoma in situ denir.

Evre I, yayılabilen meme kanserinin başlangıç safhasıdır. Bu evrede tümör boyutu 2 cm. den geniş değildir ve kanser hücreleri memeden başka yere (lenf bezlerine) yayılmamıştır.

Aşağıdaki durumların her biri Evre II safhasıdır.

Evre III A ve B olarak ayrılır:

Evre III A, memedeki kanserin çapının 5 cm.den küçük olduğu ve koltukaltındaki lenf bezlerine ve çevredeki dokuya yapıştığı ya da tümör çapının 5cm. den fazla ve koltuk altındaki lenf bezlerine yayılmış olduğu durumdur.

III B evresi, tümörün göğüs duvarına veya meme derisine doğru büyümüş veya göğüs kemiğinin (sternum) altındaki lenf bezlerine yayılmış olduğu durumdur.
Inflamatuvar meme kanseri, III B evresindeki meme kanserinin bir tipidir. Çok nadir görülür. Meme derisi kızarır ve şişer, çünkü kanser hücreleri meme derisinin lenf kanallarını tıkamıştır.

Evre III C: Kanserin göğüs kemiğinin altındaki ve koltukaltındaki lenf bezlerine, ya da köprücük kemiğinin altındaki veya üstündeki lenf bezlerine yayıldığı durumdur. Bu evrede ilk meme tümörünün çapı önemli değildir .

Evre IV : Uzak metastatik kanserdir. Kanser vücudun diğer bölgelerine sıçramıştır.

Tekrarlayan kanser, tedaviden sonra tekrar oluşan kanserdir. Kanser, lokal (meme veya göğüs duvarında) olarak veya vücudun herhangi bir bölgesinde (kemik,karaciğer,akciğer gibi) tekrarlayabilir.

Evrelere göre tedavide başarı oranı

Evrelere göre oran
Evre 0 %100
Evre I %98
Evre II %88
Evre III A %56
Evre III B %49
Evre III C %16

Meme Kanseri Belirtileri

Meme kanserinde, memede bazı değişiklikler oluşabilir. Kadınlar, kendi kendini muayene sırasında buna dikkat etmelidir.

Meme ve memebaşında farklılık , Memenin yanında ve/ya da koltukaltında bir kitle veya kalınlık

Memebaşı akıntısı : Memebaşından kendiliğinden olan, tek taraflı, kanlı veya beyaz renkte bir akıntı önemlidir. Bu durumda hemen doktora müracaat edilmelidir. Bazı kadınlar, meme başını sıkarak akıntı geldiğini söylemektedirler. Bunu tavsiye etmiyoruz. Fibrokistik meme değişikliğinde memebaşından gri-yeşil renkte bir akıntı olabilir. Bu önemli bir belirti değildir.

Her ne kadar erken meme kanserinde kitleden dolayı ağrı/acıma olmasa da, memedeki ağrı, veya başka bir belirtinin sürmesi durumunda doktora başvurulmalıdır. Çoğunlukla kitle ile birlikte ağrı olması memede ani oluşan kistlerle ilgilidir.

Adet döneminden hemen önce ortaya çıkan ve âdetten sonra kaybolan veya boyutça küçülen yumrular hemen her zaman önemsizdir. Bu tür değişiklikler bazen fibrokistik değişiklikler olarak yorumlanır. Memenin üst-dış kısmında daha sık görülmekle birlikte, memenin herhangi bir bölgesinde ortaya çıkabilirler. Menopoz öncesi yaşlarda bu tür değişikliklerin daha sık görülme eğilimi vardır. Bu değişikliklerin kesin nedeni bilinmemekte, kadın hormonları olan östrojen ve progesterona memenin anormal bir aşırı yanıtını yansıttığı düşünülmektedir. Koltukaltındaki lenf bezleri de memedeki, koldaki (böcek ısırması, kesik, kurdeşen) veya koltuk altındaki (tıraş etmeniz durumunda) günlük değişikliklere yanıt verdiğinden, boyutlarında değişiklik meydana gelebilir.

Memede giderek büyüyen bir bölge veya yumru gibi belirtiler varsa, fizik muayene, ultrasonografi ile değerlendirilmesi ve hatta mamografi çekilmesi, ayrıca sıvı veya doku örneği alınarak incelenmesi önerilir.

Meme başındaki, çeşitli kremler kullanılmasına karşın ortadan kalkmayan, pullu, bazen kaşıntılı döküntüler iyi huylu olabilir (kanser değildir). Ancak bunların Paget hastalığı adı verilen, nadir bir meme kanserine bağlı olma olasılıkları da vardır. Memenin Paget hastalığı genellikle bir döküntü ile başlar. Zamanla, meme başına akan süt kanalları boyunca büyüyebilir. Erken yakalanırsa tedavi edilebilir. Steroidli kremlerle tedavi edildiğinde ortadan kalkan döküntülerin ciddi olmadıkları söylenebilir. Herhangi bir şekilde döküntünün tekrar ortaya çıkması veya kaybolmaması durumunda doktorunuzun biyopsi önerisi iyi bir fikirdir.

Mikrokalsifikasyon (kireçlenme) : mamografide küçük birbirine benzemeyen ve kümelenmiş kireçlenmelerin (mikrokalsifikasyon) görülmesi önemli bir bulgu olabilir. Bunu daha ileri değerlendirme gerektirip gerektirmediğne doktorunuz ve radyoloji uzmanı karar verecektir.

Memenin içerisinde kanser gelişmesi ve bu oluşan kanserli dokunun muayene veya radyolojik incelemelerle saptanabilir hale gelmesi için bir süre geçmelidir. Meme kanseri tanısı konulan hastaların yaklaşık %80’inin şikayeti memede ele gelen kitledir. Bu nedenle, erişkin her kadının düzenli olarak kendi kendine meme muayenesi yapması önerilir. Kendi kendine meme muayenesi yapan kadın kendi memesini tanır, böylece memede oluşan en küçük değişiklikleri bile erkenden farkedebilir. Bu durum erken tanı için oldukça önemlidir. Daha küçük boyutta ve daha erken evrede saptanan meme kanserleri tam şifa ile tedavi edilebilir. Bu nedenle kadınların bilinçlenmesi ve farkındalık oluşması için toplumun her kesimi gayret göstermelidir.

Meme kanserinin en sık bulgusu ele gelen kitledir. Meme kanserinde saptanan kitlelerin özelliği sert ve düzensiz sınırlı olması ve rahat hareket etmemesidir. Çevre dokulara, göğüs kasına veya cilde yapışıklık gösterebilir. Memedeki kitleye koltuk altında kitle eşlik edebilir, kitle çevresinde ülserleşme, deride iyileşmeyen yara oluşumu görülebilir. Meme cildi ve meme başında değişiklikler de diğer bulgulardır. Meme kanserinin başka organlara yayılması durumunda, yayıldığı organa ait bazı şikayetler görülebilir. Kemik yayılımında (metastazı) bacak, kol veya bel ağrısı, karaciğer metastazlarında karın ağrısı, sarılık, akciğer metastazlarında nefes darlığı, öksürük, beyin metastazlarında görme bozukluğu, baş ağrısı veya baş dönmesi gibi şikayetlerle de hastalar nadiren de olsa müracaat edebilirler. Başka organlara yayılan tümörler genelde daha büyük hacme ulaşan ve öncesinde memede bir bulgu veren tümörlerdir.

Meme kanseri belirtileri şu şekilde özetlenebilir;

Meme kanserinde erken teşhisin önemi

Yukarıda bahsedilen bulguların varlığında vakit kaybetmeden gerekli incelemeler yapılmalı, tanı konulmalı ve tedavi planlanmalıdır. Bahsedilen bulgular ortaya çıkmadan, tarama testleri ile meme kanserinin erken tanısı mümkündür. Meme kanseri kadınların en sık görülen kanseri olduğundan ve tarama testleri ile erken tanı mümkün olduğundan, bütün kadınlar hiçbir şikayetleri olmasa bile belirli aralıklarla tarama testlerini yaptırmalıdırlar.

Meme kanserinin tedavisinde başarı oranınını, bir başka deyişle hastanın geleceğini ve sağkalım (yaşama zamanı) sürelerini belirleyen en önemli faktörler meme kanserinin evresi (yayılım durumu) ve tümörün  biyolojik özellikleridir. Meme kanserine erken tanı konulması tedavi seçeneklerinin sayısını çoğaltır, tedavinin başarı şansını yükseltir ve yaşama şansını / genel sağkalım oranını arttırır. Meme kanseri, belirtiler ortaya çıkmadan tarama testleri ile tespit edilirse başarı ile tedavi edilebilir ve hastalar yaşamlarına normal şekilde devam edebilirler. Aynı zamanda tümör boyutunun küçük olması nedeniyle memenin ve koltuk altı lenf bezlerinin korunması da mümkün olabilmektedir. Bu durum, zaten yaşam süresi açısından başarıyla tedavi edileceğine inandığımız erken evre meme kanseri hastasının yaşam kalitesinin de korunmasını sağlar.

Özetle meme kanseri tedavisinde 3 hedefimiz vardır;

1)      Hastanın yaşaması (genel sağkalım – overall survival)
2)      Hastanın hastalıksız yaşaması (hastalıksız sağkalım – disease free survival)
3)      Yaşam kalitesi (memeyi korumak, meme alınacaksa yeni meme yapmak, koltuk altı lenf bezlerini korumak)

İşte, erken evrede yakalanan hastalarda, bu üç g-hedefe ulaşma şansımız daha yüksek olmaktadır. Bu nedenle, tüm kadınlarda farkındalık oluşması, meme kanseri ile ilgili bilgilenmeleri, belirli aralıklarla hiçbir şikayetleri olmazsa bile kontrollerini yaptırmaları hayati önem taşır.

Meme kanserinin erken teşhisi için yapılması gerekenler;

Meme kanserinde tümörün erken evrede bulunabilmesi ve başka organlara yayılmadan tanı konulabilmesi için kadınların kendi kendine meme muayenesi yapmaları önemlidir. Kendi kendine meme muayenesi, 20 yaşından itibaren yapılmalıdır. Meme dinamik bir organ olduğundan ve ay boyunca hormonal değişiklikler nedeniyle farklılıklar gösterebileceğinden, kendi kendine meme muayenesi her ay aynı dönemde yapılmalıdır. Bu şekilde, zaten dönemsel değişiklikler gösteren meme dokusunun kadın tarafından tanınması sağlanır. Kendi kendine meme muayenesi düzenli yapan kadın kendi memesini tanır. Bunun için hep aynı dönem, yani adet bittikten yaklaşık 5-7 gün sonrası tercih edilmelidir. Adet bittikten 5-7 gün sonraki dönem, memelerdeki hassasiyetin en az olduğu, ödemin, ağrının ve şişliğin azaldığı ve muayenenin en rahat yapılabileceği dönemdir. İşte adet bittikten 5-7 gün sonra kendi kendine meme muayenesi yapan kadın, hep aynı dönemde memesini kontrol edeceğinden, kendi memesinin normalini öğrenir. Böylece, memede oluşan en küçük değişiklikleri bile erkenden farkedebilir. Kanser olursa, bunu göreceli olarak daha erken farkedebilir, bu hastanın yaşam süresini bile etkileyebilir. Bu nedenlerle, hiçbir şikayeti olmazsa bile, her kadın kendi kendine meme muayenesi yapmayı alışkanlık haline getirmeli ve her ay düzeli olarak adet bittikten sonra muayenesini yapmalıdır. Bunun dışında, ek risk faktörleri yoksa her kadının 20 yaşından sonra 40 yaşına kadar 3-4 yılda bir doktor muayenesi yaptırması yeterli olacaktır.

Kendi kendine aylık meme muayenesine kadınlar 40 yaşından sonra da devam etmelidirler. Menopoz sonrasında da kendi kendine meme muayenesi aylık olarak devam etmelidir ve her ayın aynı gününde yapılmalıdır. Emziren anneler, kendi kendine meme muayenesini, emzirdikten veya memelerindeki sütü boşalttıktan sonra yapmalıdırlar. Meme kanserinin erken teşhisi için 40 yaşından sonrası diğer öneriler, yıllık doktor muayenesi ve mamografi çekimidir. Tarama amacıyla (screening) mamografi çekimine 40 yaşında başlanmalı, 50 yaşına kadar 2 yılda bir, 50 yaşından 70 yaşına kadar yılda bir çekilerek devam edilmelidir. Son yıllarda, 35 yaş dolaylarında da bir kez mamografi çekilmesi, 40’lı yaşlarda çekilecek mamografilere referans olması nedeniyle önerilmektedir.

Meme Muayenesi Nasıl ve Ne Zaman Yapılır?

Klinik ortamda hekim tarafından yapılan meme muayenesi fiziksel bir muayene olmaktadır ve memede herhangi bir anormallik olup olmadığını tespit etmek için yapılmaktadır. Muayene sırasında el parmakları meme üzerinde bastırılarak ve genellikle yuvarlak çizilerek dolaştırılır. Bu sırada anormal bir doku varsa hissedilir. Eğer meme muayenesi sırasında anormal bir doku tespit edilirse, bulunan yumrunun büyüklüğü ve şekli, meme cildi veya altta yer alan göğüs kası ile olan ilişkisi, çevre dokulara yapışık olup olmadığı, eşlik eden meme cildinde ve meme başında bir değişiklik olup olmadığı kontrol edilir.

Memede bir yumru / kütle bulunduğunda doktorunuz genellikle mamografi ve ultrasonografi tetkiklerini ister. Genç hastalarda istenen tetkik genellikle tek başına ultrasonografi iken, yaşı 35 ve üzerinde olan hastalarda her iki tetkik birden istenir. Gelen sonuçlara göre izlenecek yol haritası belirlenir ve doktorunuz bu konuda size ayrıntılı olarak bilgi verir.
Hekim tarafından yapılan muayene dışında kadınlar her ay evlerinde kendi kendilerini muayene etmelidirler. Bu muayenenin nasıl yapılması gerektiği hekim veya diğer sağlık çalışanları tarafından detaylı bir şekilde anlatılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, elle yapılacak olan muayenenin adet döneminin tamamlanması sonrasında 5-7 günü takiben yapılmasıdır. Erekn teşhis için, kendi kendine meme muayenesi, doktor tarafından meme muayenesi ve 40 yaş sonrasında düzenli tarama mamografileri çekilmelidir. Bu şekilde hem erken teşhis, hem de erken teşhis nedeniyle meme kanserine bağlı ölüm oranlarının azalması mümkündür.

Meme Kanserinde Cerrahi Tedavi Yöntemleri

Meme kanseri tedavisinde en önemli basamaklardan biri cerrahidir. Meme kanserinde cerrahi girişim temel olarak iki ana başlık altında incelenir.

1)      Memeye cerrahi girişim (memenin tam olarak veya kısmen alınması ve yeni meme yapılması)
2)      Koltuk altına cerrahi girişim (lenf bezlerine yayılımı saptamak, yayılım durumunda koltuk altı lenf bezlerini temizlemek)
Meme için yapılan cerrahi girişimler

1) Mastektomi – memenin tamamen alınması
Basit mastektomi – meme tamamen alınır, geride doku kalmaz, göğüs duvarı düzleşir, yerine aynı seansta yeni meme yapılmaz.
Cilt koruyucu mastektomi – subkutan mastektomi – memenin içi boşaltılır, meme cildi korunur, içerisi hastanın kendi dokusu veya silikon balon (ekspander) / protezle doldurulur.
Meme başı koruyucu mastektomi – nipple areola sparing mastektomi – memedeki tümörün meme başına uzak olduğu durumlarda, cilt koruyucu mastektomide olduğu gibi meme cildi korunur, ek olarak meme başı ve meme ucu da korunur, içerisi hastanın kendi dokusu veya silikon balon (ekspander) / protezle doldurulur.

2) Meme koruyucu cerrahi  – memedeki tümör bir miktar çevre meme dokusu alınarak temizlenir, meme tamamen alınmaz.
Özetle, memeye yapılan girişimler mastektomi (memenin tamamen alınması) ve meme koruycu cerrahi (memenin korunması) olarak özetlenir. Memenin tamaman alındığı ve mastektomi denilen ameliyatta, hastanın klinik ve tümör özellikleri uygunsa ve hasta istiyorsa, eş zamanlı yeni meme yapılabilir. Bu durumda genellikle, meme cildinin korunduğu bir girişim (cilt koruycu mastektomi – nipple areola koruyucu mastektomi) gerçekleştirilir ve eş zamanlı olarak yeni meme yapılır (hastanın kendi dokusu veya silikon protez / balon yardımıyla).

Meme koruyucu cerrahi yapılan hastalarda kozmetik sonuç, yaşam kalitesi ve sonrasında yapılacak radyoterapi komplikasyonlarının daha az oranda görülmesi açısından büyük önem taşır. Bu nedenle, gerekli hastalarda onkoplastik cerrahi girişim adı verilen memenin yeniden şekillendirmesi (remodelling) şeklindeki girişimler yapılabilir. Bu konu ilgili bölümde çok daha detaylı olarak ele alınacaktır.

Meme kanseri (invaziv meme kanseri) olan hastalarda memeye ek olarak koltuk altına da girişim yapılır. Muayene ve radyolojik bulgulara göre koltuk altının negatif olduğu yani tümörün koltuk altına yayıldığına dair bir bulgunun bulunmadığı hastalarda, koltuk altı kontrol edilir. Bu işlemin adı sentinel nod biyopsisi – bekçi lenf nod biyopsisidir. Bu şlem için, memeye radyoaktif madde (teknesyum) ve / veya mavi boya verilerek lenfatik haritalama yapılır. Koltuk altının girişlimdeki ilk lenf nodu bulunur ve çıkarılır. Yapılan ameliyata göre, ameliyat sırasında çıkarılan bu lenf nodu patolog tarafından incelenir. Koltuk altına yayılımın (koltuk altı metastazı – aksiller metastaz – aksiller tutulum) olduğu hastalarda, koltuk altındaki tüm lenf bezleri (nodları) çıkarılır. Koltuk altındaki tüm lenf bezlerinin çıkarılması işlemine aksiller diseksiyon adı verilir.
Son dönemlerde meme kanseri tedavisi için uygulanan cerrahi operasyonlar arasında meme koruyucu cerrahi ve koltuk altına yönelik olan bekçi lenf düğümü örneklemesi oldukça popülerdir. Bu tedavi seçeneklerinin uygulanabilmesi için tümörün erken bir dönemde teşhis edilmesi gerekmektedir. Meme koruyucu cerrahi çok erken evrelerde ve meme volümünün uygun olduğu durumlarda uygulanmaktadır. Kadınların meme kanserikonusunda bilinçli davranması ve düzenli kontrollerle meme kanserinin erken teşhis edilebilmesi sayesinde bu yöntem oldukça sık uygulanır olmuştur. Diğer tedavi yöntemlerine göre yaşam kalitesi meme koruyucu cerrahi ve bekçi lenf düğümü biyopsisi  (sentinel nod biyopsisi) ile çok daha az olumsuz etkilenir. Bu nedenle kadınlarınmeme kanseri varlığını erken dönemde teşhis edebilmesi için elle muayeneyi ve mamografi çektirmeyi ihmal etmemeleri gerekmektedir.

Meme Kanseri Tedavisinde Mastektomi

Meme koruyucu cerrahinin uygulanamayacağı hastalarda veya hastanın meme koruyucu cerrahiyi tercih etmemesi durumunda mastektomi (memenin tümüyle alınması) yapılır. Meme cildinin korunduğu ve eş zamanlı yeni memenin yapıldığı girişimlerin başarı şansı yükseldikçe ve erken teşhis ile birlikte meme koruyucu cerrahi yapılan hasta oranları arttıkça standart mastektomi yapılan hasta oranı azalmaktadır. Memenin tümüyle alınmasının gerektiği hastalarda, meme ve tümör özellikleri uygunsa meme cildi ve / veya meme başı korunabilmekte ve eş zamanlı yeni meme (meme rekonstrüksiyonu) yapılabilmektedir. Böylece meme koruyucu cerrahidekine benzer şekilde, memenin tamamen alındığı ve eş zamanlı meme rekonstrüksiyonu yapılan bu hastalarda hasta memnuniyeti artmakta ve yaşam kalitesi skorları yükselmektedir.
Meme kanseri için uygulanacak olan cerrahi tedavi yöntemleri, hastanın yaşına, fiziksel özelliklerine, alışkanlıklarına, psikolojik durumuna, tümör özelliklerine, hastalık evresine, hasta isteğine, cerrahın tecrübesine, eldeki imkanlara ve kurum prensiblerine göre belirlenir ve hasta ile tartışılarak ve alternatif tedavi seçenekleri konuşularak belirlenir.
Meme Kanserinde Tıbbi Tedavi
Meme kanseri tedavisinde son yıllarda oldukça büyük gelişmeler yaşanmıştır. Günümüzden 10 yıl önce meme kanseri östrojen hormonuna duyarlı ve duyarsız olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Bugün ise çok daha ayrıntılı olarak tümör özelliklerine göre ayırım yapılabilmesi mümkün olsa da daha kolay anlaşılması açısından meme kanseri 4 gruba ayrılarak incelenir. Immünohistokimyasal inceleme sonuçlarına göre meme kanserinin alt grupları;
Östrojen hormonuna duyarlı olan tümörler (Luminal A)
Östrojen hormonuna duyarlı olan aynı zamanda Her2 reseptörü taşıyan tümörler (Luminal B)
Östrojen hormonuna duyarsız ve Her2 reseptörü taşıyan tümörler (HER 2 pozitif)
Östrojen hormonu ve Her2 reseptörü taşımayan tümörler (Tripple negative – üçlü negatif)
Meme kanseri hakkında elde edilen bilgiler sayesinde uygulanacak tedavinin de kişiye ve tümöre özel olması gerektiği söylenebilir. Böylece tedaviler daha başarılı olmakta ve meme kanseri hastalarının iyileşme oranı yükselmektedir. Erken evrelerde teşhis edilen meme kanserinde uygulanan ameliyat sonrası tıbbi tedavinin amacı hastalığın yeniden ortaya çıkma riskini azaltmaktır. Adjuvan tedavi olarak tanımlanan, ameliyat sonrası verilen koruyucu tedavilerde,
Hastanın yaşı
Hastanın fiziksel özellikleri ve ek hastalıkları
Eşlik eden hastalıklar
Tümör özellikleri
Hastalığın evresi  dikkate alınarak karar verilir.
Adjuvan (koruyucu) tedavinin belirlenmesinde yukarıda belirtilen faktörler dikkate alınarak bir karar verilir. Gerekli durumlarda, cerrahi sonrasında kemoterapi verilir. Bazen hormonoterapi veya hedefe yönelik tedavi verilebilir. Hastanın yaşına, tümörüne, evresine, beklenen yaşa süresine ve uygulanacak tedavinin öngörülen katkısına göre, kemoterapi, hormonoterapi, hedefe yönelik tedavi seçeneklerinden biri veya birkaçı uygulanabilir. Bu tedavi seçenekleri sistemik tedavi olarak tanımlanmaktadır. Tümörün koltuk altına yayıldığı durumlarda, hasta yaşının 40’ın altında olduğu durumlarda genellikle kemoterapi uygulanma kararı verilebilmektedir. Elbette, sadece yaş ve koltuk altı durumu değil, daha önce bahsedilen tümörün biyolojik özellikleri, hastanın fiziksel kapasitesi, öngörülen tedavi katkısı gibi birçok faktör dikkate alınarak tedavi planı oluşturulmaktadır. Hastaların tedavi kararları, cerrah, medikal onkolog, radyasyon onkologu, radyolog, patolog, nükleer tıp uzmanı, plastik cerrah, psikolog katılımı ile yapılan multidisipliner meme kanseri konseyinde tartışılarak belirlenir. Meme koruyucu cerrahi yapılan hastalarda ek olarak radyoterapi de rutin olarak uygulanır. Tümör özelliklerine göre hedefe yönelik tedavi kararı verilen hastalarda trastuzumab adı verilen hedefe yönelik tedavi radyoterapi sonrasında 1 yıla tamamlanır.

Meme Kanseri İlave Testler

Eğer tanı kanser ise, doktor alınan doku için özel laboratuvar testleri isteyebilir. Bu testler,, doktorun söz konusu kanser hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını ve uygun tedaviyi planlamasını sağlar.

Meme kanseri olan kadınlara, hormon reseptör testleri ve diğer yardımcı testler de yapılır. Hormon reseptör testi, kanserin büyümesi için hormona (östrojen veya progesteron) ihtiyaç duyup duymadığını belirler; test sonucu, doktorun doğru tedaviyi uygulamasını mümkün kılar.

Meme

Memeler, süt yapabilen bezlerdir. Her meme , kaburgaların üzerindeki göğüs kaslarının. önündedir. Her meme lob denilen 15 ile 20 kısımdan oluşur. Loblar küçük lobülleri; lobüller, süt üreten küçük bezleri kapsar. Süt, lobüllerden ve duct denen ince kanallardan geçerek memebaşından akar. Memebaşı areola denen koyu renkli cilt bölgesinin merkezidir. Lobül ve kanalların arasını yağ ve bağ dokusu doldurur. Memeler aynı zamanda lenf denen renksiz sıvıyı taşıyan lenf kanallarını da içerir. Lenf kanalları küçük yuvarlak lenf bezlerine açılır. Memeye ait lenf bezi grupları memeye yakın olan koltukaltında, köprücük kemiğinin üstünde ve sternumun (iman kemiği) yanında bulunur. Lenf bezleri lenf sisteminde olabilecek bakteri, kanser hücreleri ve diğer zararlı bileşenleri tutar.

Memede kitle veya kitleler farkedilirse ne yapılmalı?

Memede kitle fark edildiğinde, gecikmeden uzman doktorla görüşülmelidir. Kitlenin ele gelmesi genellikle kanseri düşündürür.

Unutulmamalı! Kesinlikle savsaklanmamalı!

Memedeki her kitle kanser değildir.

Memede kitleler

Memede kitle veya kitleler farkedilirse ne yapılmalı?

Tüm meme kitlelerinin %80-85′i, özellikle 40-50 yaş altında, kanser dışı nedenlere bağlıdır.

İyi huylu nedenler, fibrokistler, fibroadenom, meme absesi, yağ nekrozudur.

Kanser açısından şüpheli kitleler genellikle sert, düzensiz kontürlü ve hareketsizdir.

Fibrokistler, içi sıvı dolu keseciklerdir. Ağrısız, hareketli, düzgün sınırlı ve yumuşak kıvamlıdır.

Unutulmamalı!!!

Meme kanserine bağlı kitlelerin % 90 ı ağrısızdır.

Fibrokistik meme hastalığı

Tüm kadınların yaklaşık %60′ında görülür.

30-50 yaş arasında sık rastlanır.

Menopoz sonrası ender; doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda daha da ender görülür.

Nedeni tam olarak bilinmemektedir. Menopoz sonrası nadir görülmesi, yumurtalık hormonlarıyla ilişkisinin olduğunu düşündürmektedir.

Risk etmenleri: Kalıtım ve beslenmeyle (aşırı yağlı beslenme, fazla kahve tüketimi) ilişkili olabilir.

Fibroadenomlar

Nedeni bilinmemektedir. Yağ tüketiminin artmasıyla ilişkili olabilir.
Genç kızlık dönemi ve 20 li yaşlarda en sık görülür.
30 yaşın üstünde nadiren görülür.
Tek veya her iki memede, bir veya daha çok sayıda olabilir.
Yağ nekrozu
Travmaya bağlı olarak gelişir.
Kitlenin yakınındaki deride morluk görülebilir.
Kitlede duyarlılık olabilir.
Deride veya memebaşında çökme ve çekinti olabilir.
Biyopsi yapılmadan meme kanserinden ayırdedilemez.

Kendi Kendine Meme Muayenesi

Muayene için en uygun dönem

Muayene

Belden üst bölüm tamamen soyunuk olarak ayna karşısına geçin. Yeterli ışık olmasına dikkat edin.
Muayenenin 2 bölümü vardır. Gözle inceleme ve elle muayene.
I) Gözle inceleme
Ayna karşısında yapılmalıdır. Muayene edilecek bölgeler, memenin kendisi ve memebaşları, koltukaltları ve memealtı bölgeleri.
Muayene nasıl yapılmalı?

  1. Her iki kolunuz serbestçe yanlarda, omuzlar dik wolacak şekilde ayna karşısına geçin. Önden ve her iki yana dönerek memelerin büyüklüğüne, simetrisine, derinin rengine, şekline, memebaşlarına, memealtı bölgelere, koltukaltlarına bakın. İki meme aynı büyüklükte olmayabilir. Bu, olağan bir bulgudur.
  2. Aynı gözlemi, kollarınızı yukarı kaldırdıktan sonra veya her iki kolunuz başınızın arkasındayken tekrarlayın. Bu sırada memeler, memebaşları ve koltukaltı bölgelerine bakın. Koltukaltlarında kabarıklık olup olmadığına dikkat edin.
  3. Ellerinizi belinize, leğen kemiklerinin üzerine kuvvetle bastırın. Omuzlarınızı hafifçe çıkararak öne doğru eğilin. Önden ve her iki yandan göğüslerinize bakın. Deride çekinti, ya da çökme olup olmadığına dikkat edin.
    Meme derisinde çekinti, deride portakal kabuğu görünümü, kızarıklık, memelerden birinde büyüme, memebaşlarında çökme ve kepekli lezyonlar olup olmadığına dikkat edin. Olağandışı herhangibir bulgu gözlemlerseniz, doktorunuzla bağlantı kurun.
    Memebaşlarında, tekrarlayan, inatçı, deri değişiklikleriyle birlikte ortaya çıkabilen yanma ve acımalar, kanserin çok erken habercisi (Paget hastalığı) olabilir.
    II) Elle muayene
    Yatarken
    Duşta
    Ayna karşısında yapılabilir.
    Muayene edilecek olan bölgeler:
    Memenin kendisi ve memebaşları
    Koltukaltları ve memealtı bölgeleri

Muayene nasıl yapılmalı?

Elinizin üç orta parmağıyla (a), küçük dairesel hareketler çizerek ve baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru arttırarak muayeneye başlayın.
Sağ meme için sol, sol meme için sağ elinizi kullanın (b,c).
Göğsünüzün tümünü yoklayarak muayene edin.
Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın.
Parmaklarınıza vücut losyonu veya sabun sürüp kayganlığı arttırarak, muayeneyi daha rahat yapabilirsiniz.
Köprücük kemiğinin altından başlayarak, tüm meme bölgesini muayene edin (Şekil A). Elinizi kaldırmadan, kaydırarak birbirine koşut dikey çizgiler çizerek (a), veya köprücük kemiğinin altından başlayıp saat ibresi yönünde giderek içice geçen daireler çizerek (b), ya da meme başında sonlanan oklar şeklinde (c) tüm memenizi muayene edin. Memebaşını, elinizin başparmağı ve işaret parmağı arasında sıkarak, akıntı olup olmadığını kontrol edin.
İlk muayeneler, göğsünüzün yapısını tanımanızı sağlar. Daha sonraki muayenelerde farklı, devam eden bir dolgunluk, kitle farketmeniz durumunda doktorunuzla bağlantı kurun.

Yatarken elle muayene
En rahat muayene şeklidir.
Sırtüstü yatarak yapılabilir.
Muayene edilecek bölgeler
Memenin kendisi ve memebaşları
Koltukaltları ve memealtı bölgeleri

Muayene nasıl yapılmalı?

Muayene edeceğiniz taraftaki omuz altına küçük bir yastık veya katlanmış bir havlu yerleştirin.
Aynı taraftaki kolunuzu başınızın üstüne koyun.
Diğer elinizin 3 orta parmağıyla dairesel hareketler çizerek ve baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru arttırarak muayeneye başlayın (a).
Kolunuzu yana koyun, diğer elinizle koltukaltı bölgesini muayene edin (b).
Memebaşını, diğer elinizin baş ve işaret parmakları arasında sıkarak, akıntı olup olmadığını kontrol edin (c).
Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın.
Ayakta, otururken, ya da duşta elle muayene
Muayene edilecek bölgeler
Memenin kendisi ve memebaşları
Koltukaltları ve memealtı bölgeleri
Muayene nasıl yapılmalı?
Meme muayenesi yapılacak taraftaki kolunuzu başınızın üstüne veya arkasına koyun.
Diğer elinizin 3 orta parmağıyla dairesel hareketler çizerek ve baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru arttırarak muayeneye başlayın (a).
Koltukaltı bölgesini muayene edin (b).
Memebaşını, diğer elinizin baş ve işaret parmakları arasında sıkarak, akıntı olup olmadığını kontrol edin (c).
Aynı muayeneleri diğer göğsünüzde tekrarlayın.

Klinikte Meme Muayenesi Meme Kanserinin Önlenmesi Üzerine Araştırmalar

Bilim adamları, meme kanserini önleyecek ilâçlar üzerinde çalışmaktadır.

Yapılan bir çalışmada, östrojen reseptörü antagonisti olan ve meme kanseri tedavisinde kullanılan Tamoksifen’in, yüksek meme kanseri riski olan kadınlarda meme kanseri gelişimini azalttığı görülmüştür. Östrojen reseptörü, meme kanserli hastaların 2/3 ünde memedeki kanser hücrelerinin yüzeyinde bulunur. Bunların Tamoksifen’le tutulması, vücuttaki östrojenin yeni kanserin gelişmesine neden olmasını önler.

STAR adı verilen başka bir çalışmada, Raloksifen adlı ilâcın, meme kanserini azaltmada Tamoksifen’e yakın etkili olduğu, ayrıca kemik erimesini önlediği belirlenmiştir.

STAR çalışması, menopoz evresine girmiş, 35 yaşından büyük ve yüksek riskli kadınlar üzerinde yapılmıştır.

hashimato

HAŞİMATO HASTALIĞININ BELİRTİLERİ

Haşimato hastalığı bir tiroid hastalığıdır ama belirtileri genellikle boğaz bölgesinde değildir. Haşimato hastalığının belirtileri, boğazdan ziyade yarattığı tiroid hormon bozukluğunun vücutta yarattığı değişkliklerle ilgilidir. Haşimato hastalığı bir çok belirtilerle kendini belli eden bir hastalık tablosudur.

Her Tiroid Hormon yetmezliği (Hipotiroidizm) Haşimato Hastalığı Değildir!

Türkiye’de yapılan en yaygın yanlışlıklardan biri “her tiroid hormonu düşen” hastaya Haşimato hastalığı tanısı konulmasıdır. Tiroid hormonu başka bir çok nedenle de düşebilir. Bir hastaya Haşimato hastalığı tanısı koyabilmek için tiroid bezesinde iltihap (tiroidit) olması gerekir. Bu iltihabın da hastanın tiroid bezesine karşı üretilen antikorlarla birlikte olması şarttır. Ayrıca, tiroid bezesinde bu iltihabın yarattığı harabiyetin de ultrasonografi ile görüntülenmesi gerekir.

Hastalık Nasıl Oluşur?

Çeşitli tetikleyici faktörlerle hastanın bağışıklık savunma sistemi “yanlışlıkla” hastanın tiroid hücrelerine karşı antikor adını verdiğimiz moleküller üretir. Bu antikorlardan 2 tanesi çok önemlidir: anti-tiroglobulin antikor (anti-tg antikor) ve anti-tiroid peroksidaz antikor (anti-tpo antikor). Bu antikorlar hastanın hormon üreten tiroid hücrelerine yapışır; onlarda zararlı harap edici ve bazen de aşırı çalışmaya teşvik edici etkiler yapar. Bu harabiyet sonucunda parçalanan tiroid hormon depolarından ve hücrelerinden hastanın kanına bol miktarda tiroid hormonu geçer (tiroid hormon fazlalığı-hipertiroidizm). Bu geçici bir durumdur ve yaklaşık 2-6 hafta sürer (Bazen daha da uzun sürüp bu tiroid hormon fazlalığı kalıcı olabilir). Bu geçici dönemden sonra harap olup zarar gören tiroid hücrelerinin bir kısmı tekrar düzlir, geriye kalan çoğunluğu ise artık tiroid hormonu üretemeyecek kadar hasar görüp ölür. Bu harap olmuş hücrelerin yerine tamir hücreleri gelir ancak bu tamir hücreleri tiroid hormonu üretemez. Geriye kalan sağlam tiroid hücrelerinin üretttiği tiroid hormonu yetersiz hale gelir (hipotiroidizm başlar). Artık bu safhadan sonra tiroid hormon yetmezliği kalıcıdır. Tiroid hormon yetmezliğinim şiddeti kişiden kişiye büyük farklılık gösterir. Önce hafif düzeyde olan tiroid yetmezliği hastada TSH düzeyini artırır ancak bu artış hafif olabilir (3’ün altında) ve ayrıca bu safhada tiroid hormonları (T3 ve T4 hormonları) normaldir; bu duruma gizli torid hormon yetmezliği (subklinik hipotiroidizm) denir. Ama, bu safhada hastada her türlü belirti başlamıştır; hasta ciddi bir şekilde kilo almaya başlar. Bir çok hastada hastalık bu safhada kalır ve ömür boyu bu seviyede (subklinik hipotiroidizm) devam eder. Bir çok hastada ise tiroid hücrelerine karşı oluşmuş olan anti-tg ve anti-tpo daha geniş çaplı ve yaygın harabiyet yapar ve bu harabiyet durmaz devamlı artış gösterir. Bu hastalarda TSH seviyesi daha da artar, T3 ve T4 hormonları ise gittikçe düşer (terazinin bir kefesi aşağı inerken diğer kefesi yukarı çıkar); bu duruma hipotiroidizm (tiroid hormon yetmezliği) denir ki bu kalıcıdır. Bu grup hastalarda yükselen TSH nedeniyle tiroid bezesi aşırı uyarı altında kalıp nodül gelişimi görülebilir.

İlk Belirtiler Nelerdir?

Kimse haşimato hastalığına hemen yakalandığını anlamaz. Haşimato hastalığının tiroid’de yarattığı bozukluklarla başlayan tirodi hormon üretim düzensizlikleri hastalarda şikayetlere neden olur. Haşimato hastalığının ilk belirtisi çoğunlukla şişmanlamadır; bu hastalığa yakalanan kişiler her zamanki kadar yediği, her zamanki kadar hareketli olduğu halde kilo almaya başladığını fark eder. Bu durumun nedeni tiroid hormon üretiminde düşmedir (tiroid hormonu yetersiz kalmaya başlar; hipotiroidizm). Daha seyrek görülen ilk belirti ise çarpıntı ve saç dökülmesi ile başlayan tiroid hormon üretiminde geçici artıştışla görülen tiroid hormon fazlalığı (hipertiroidizm)’a bağlıdır.

HAŞİMATO HASTALIĞI NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Haşimato hastalığı bir çok sağlık sorununa neden olur. Bu sağlık sorunlarının tümü ele alınıp tedavi edilirken asıl sorunun kaynağı olan tiroid hormon yetersizliği tedavi programının eksenine oturtulmalıdır. Ancak, uygulanacak tiroid hormon dozu tedavi eden hekimin tecrübesi ve bilgi derinliği ile yakından ilgili olup her hastanın hastalığının ayrıntıları ve vücudunun ihtiyaçlarına göre ayarlanır. Diğer yandan hastadaki ant-tg ve anti-tpo antikorlarının yüksekliği için de tedavi uygulanmalıdır ancak bu amaçla artık kortizol türevi ilaçların kullanılmasını önermediğimiz belirtmek isteriz. Diğer yandan antikorların yükselmesini “tetikleyen”aşırı yüksek miktarda iyot alımı (iodine intake) da azaltılamalıdır.

Bu sitede, hekimlerin hastalarını nasıl tedavi edeceğine dair daha fazla ayrıntı vermek mümkün ve uygun değildir. Ancak, Haşimato hastalığı sadece pasif takip veya basit bir tiroid hormon tableti verilerek tedavi edilmez. Ayrıca, hastaların kendi kendilerini tedaviye yeltenmelerini ise kesinlikle önermiyoruz.

HAŞİMATO HASTALIĞI NASIL TAKİP EDİLİR?

Haşimato Hastalığı, uzun süreli takip gerektiren bir hastalıktır.

Haşimato Hastalığı, süregelen (uzun süren, kronik) bir hastalıktır. O nedenle ilk tanı konulup tedavi düzenlendikten sonra uygulanan tedavinin yeterli düzeyde etkili olup olmadığı, tedavide değişikliğe ihtiyaç olup olmadığı, tiroid hormonu dozunun hastanın yaşına ve diğer özelliklerine göre değiştirilip değiştirilmeyeceği düzenli kontrol muayeneleri ile takip altında tutulmalıdır. Unutmamak gerekir ki; hastanın değişen yaşı, vücudun normalde değişen çalışma düzeni, hastanın hayatında meydana gelen ani şoklar (yakın birinin ölümü, boşanma, iş kaybı vs), yaşama koşulları, aynı şehirde yaşayıp yaşamadığı, hatta mevsim değişiklikleri de hastanın tiroid hormonuna olan ihtiyacını da değiştirir. Bu şekilde düzenli olarak takip edilen hastalarda haşimato hastalığı nedeniyle harabiyete uğramış tiroid dokusunda nodül gelişimi önlenebilir. Kontrol takip muayenelerinin sıklığı, hastanın durumuna göre (şişmanlık mevcut olup olmadığına, şişmanlık için ilave tedbir ve tedavi uygulanıp uygulanmadığına, bu sitede beliretilen zararlı etkilerin (sağlık sorunlarının) ortaya çıkıp çıkmadığına göre belirlenir. Başka bir sağlık sorunu olmayan önceleri 2-3 ay olan bu takip muayene sıklığı takip edeb süreçte 6 aya kadar uzatılır.

HAŞİMATO HASTALIĞININ ZARARLARI

Şimanlık

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); vücudun organlarının çalışmasını yavaşlatır ve kilo artışına (şişmanlık) neden olur. Bu hastalarda, tiroid hormonu tedavi ile eksiksiz olarak yerine konulmadıkça uzun süre de olsa şişmanlık için yapılan diyetler ve ağır spor programları ve kullanılan ilaçlar etkili ve faydalı olmaz.
Şişmanlığın Getirdiği Zararlar

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); kilo artışına (şişmanlık) neden olur. Hastada estetik bozulmanın yanında şişmanlık nedeniyle bel ağrısı, bel fıtığı, omuz ve sırt ağrısı, boyun fıtığı, şişmanlık nedeniyle ortaya çıkan sindirim sistemi kanserlerinde artış görülebilir.

Kabızlığın Getirdiği Zararlar

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); kabızlığa neden olur. Kabızlık soncu, hemoroid (basur) ve kalın barsak kanserlerinde artış görülebilir. Bu hastalarda, tiroid hormonu tedavi ile eksiksiz olarak yerine konulmadıkça uzun süre de olsa kabızlık için yapılan diyetler ve kullanılan ilaçlar etkili ve faydalı olmaz.

Depresyon, Cinsel Sorunlar ve Aşırı Sinirlilik

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); depresyon, cinsel sorunlar ve aşırı sinirliliğe neden olur. Bunların sonucunda hastaların iş hayatı, evliliği ve sosyal ilişkileri zorlanır ve işten ayrılma, eşten boşanma ve hayata küsemeya neden olabilir. Bu hastalarda, tiroid hormonu tedavi ile eksiksiz olarak yerine konulmadıkça uzun süre de olsa uygulanacak psikiyatrik ilaç tedavisi ile sonuç almak pek mümkün olmaz.
Adet Düzensizliği ve Kısırlık

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); hastalarda adet düzensizliğine neden olur. Ayrıca, yüksek antikorlar ve düşük tiroid hormonu nedeniyle kadınlarda yumurtlama fonksiyonu ve yumurta kalitesi ile erkeklerde ise sprem kalitesi ve sayısı bozulur. Bunların sonucunda kısırlık görülebilir. Kadın hastalar hamile kaldıktan sonra tiroid hücrelerine karşı oluşan antikorlarda geçici bir düşme olabilir ama hamilelik sonrasında tiroid oto-antikorları tekrar yükselir.

Saç ve Cilt Bozuklukları

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); saçlarda matlaşma, dökülme, ciltte kuruluk, pullanma ve selülit ortaya çıkar. Selülitli hastaların çoğunda tiroid hormon yetmezliği, özellikle de gizli tiroid yetmezliği görülür. Bu konu henüz Türkiye’de pek bilinmediğinden selülit tedavisinde akla gelmedik cilt tedavileri yapılırken hastaların tiroid incelemesi yapılmamaktadır.
Tırnak Kırılmaları ve Soyulması

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); hastaların tırnaklarında kalınlaşma, parlaklığını yitirme ve kat kat ayrılmalara neden olur. Bu konu henüz Türkiye’de pek bilinmediğinden demir eksikliği, çinko eksikliği, selenium eksikliği gibi akla gelmedik tanılar konulup tıbbi olan veya tıbbi olmayan “tırnak güçlendirme tedavileri” yapılırken hastaların tiroid incelemesi yapılmamaktadır.
Tiroid Kanseri

Haşimato hastalarında papiller tip tiroid kanseri diğer tiroid hastalarına göre daha sık görülür. O nedenle Haşimato hastalarının bezelerinin ilk muayenesinde ve rutin takip kontrol muayenelerinde muhakkak ultrasonografi ile de incelenmeli; nodül saptanırsa knaser olmadığını ortaya koyma için derhal ince iğne biyopsisi yapılmalıdır.

Kalp ve Beyin Hastalıkları

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); hastanın kolesterol ve yağ emilimini ve kullanımını (metabolizmasını) bozar. Yüksek kolestrol de hastaların kalp ve beyin damarlarını daraltır ve tıkar. Beyin damarlarında daralma ve tıkanma nedeniyle hastada beyin inmesi ve felç olabilir. Kalp damarlarındaki daralma ve tıkanma ise enfarktüse neden olabilir. Ayrıca, yüksek kolesterol erkek hastalarda penis atar damarlarını (peniste sertleşmeyi bu damarlardan geçen kanın peniste birkimi sağlar) daraltır ve tıkayarak ciddi sertleşme (ereksiyon) sorunu yaratabilir.

Haşimato hastalığı nedir? Belirtileri nelerdir?

Hem hekimlerin hem de hastaların sıkça canını sıkan bazı sağlık sorunları var. Bunlardan biri de bağışıklık sistemi ile tiroid bezi arasındaki kavganın, itişip kakışmanın, bir türlü anlaşamamanın sonucunda gelişen Haşimato Hastalığı’dır.

Haşimato Tiroidit’i olarak da bilinen bu sorun, bağışıklık sisteminin tiroit hücrelerine karşı saldırıya geçmesiyle başlar. Birden bire tiroit hormonlarını üreten hücrelerin kendi bedenine ait olmadığı yanılgısına düşen bağışıklık sistemi, onları yok etmeye çalışır. Onlara karşı “antikor” isimli tahrip edici bazı proteinler (anti TPO, anti TG) üretir. Tiroit bezi kısa sürede adeta içten içe yanan bir yangın yerine dönüşür.

Antikorlar doğrudan tiroit bezini hedef aldığından vücudun başka bir bölümünde sorun ortaya çıkmaz. Bu tür hastalıklara “otoimmün” adı verilmesinen sebebi de, bağışıklık sisteminin kendi bedeninin hücrelerine saldırmasıdır.

Eğer tiroit bezinin hormon üretimi etkilenirse, tiroit bezi az ya da çok çalışarak klinik belirtiler oluşur. Aniden ortaya çıkan hasar yüzünden çok fazla miktarda tiroit hormonu kana karışırsa “hipertiroidi” veya yeteri miktarda hormon yapılmadığında “hipotiroidi” ortaya çıkar.

Kısacası bu hastalıkta tiroit bezi normal hormon üretimini sürdürebildiği gibi (ötiroid), yetmezlik/hipotiroidi veya aşırılık/hipertiroidi tabloları da oluşturabilir.

Haşimato hastalığının belirtileri, bulguları nelerdir?

Kadınlarda daha sık görülen, ağır ve ani üzüntüler, kayıplar, depresyon, hamilelik sonrası, menopoz dönemi gibi zamanlarda ortaya çıkma ihtimali çoğalan Haşimato hastalığı, genellikle ciddi bir belirti vermez. Çoğu kez hastalar ağrı, ateş, yutma güçlüğü gibi belirtileri olsa bile fark etmezler.

Muayenede ise -belki- normalden büyükçe bir tiroit bezi ele gelebilir. Tiroit işlevleri araştırılırken veya kilo fazlalığı, kolesterol yüksekliği, yorgunluk, depresyon, eklem ve kas ağrıları, bellek problemleri nedeniyle incelenirken farkına vardığımız pek çok Haşimato olgusu vardır.

Ultrasonografik tanı yönteminin yaygınlaşması, tiroit bezinde oluşan değişikliklerin daha rahat tanımlanmasını ve Haşimato hastalığının teşhisinin kolaylaşmasını sağladı. Kanda antikor testleri de sanki hastalığın sıklaştığı izlenimini uyandıracak kadar yaygınlaştı.

Haşimoto hastalığı, diğer otoimmünite sorunları gibi tümüyle ortadan kalkmayan, daha alevli ya da sönük dönemleri olan ama tedavi edilebilir bir hastalıktır. Sessiz ve derinden seyreden, biraz sinsi, altından tiroit nodülü çıkma olasılığı yüksek bir sağlık sorunu olduğu için, uzun süreli bir doktor-hasta işbirliği gerektirdiğini de hatırlatalım.

Haşimato neden çok önemlidir?

Haşimato bir tiroit hastalığı… Bağışıklık sisteminin şaşkınlaşıp tiroit bezine saldırmasının tatsız ve genellikle de kalıcı, yani ömür boyu sürebilen bir sonucu. Uzun süren, hatta giderek artan halsizlik, üşüme veya unutkanlık gibi şikayetlerin altından genellikle Hashimoto Tiroidi adlı hastalık çıkıyor.  Adı sık duyulan Hashimoto (Haşimato) Tiroidi’nin ilk kez 1912 yılında Japon doktor Hakaru Hashimoto tarafından tanımlanan vücudun savunma hücrelerinin vücudun kendisine zarar verdiği durum olan otoimmün bir hastalık.

Kısacası bu enteresan hastalığa paçanızı bir defa kaptırdınız mı kolay kolay kurtulamıyorsunuz. Kadınlarda erkeklere oranla 5-10 kat daha fazla görülen bu hastalık genetik yatkınlık gösteriyor. Bunda kadınların strese daha sık maruz kalmalarının ve hassas duygusal yapılanmalarının da payı olmalı…

Hastalık bazen “hipo”, bazen “normo”, bazen de “hipertiroidi” formunda seyrediyor. Ama en çok görüleni “hipotiroidi” yani tiroidi tembel, yetersiz düşüreni oluyor. Peki diğer detaylar neler?

Haşimato’dan korkmayın

Boynumuzda, soluk borumuzun önünde yer alan, kelebek benzeri şekilli, tiroit hormonlarını salgılayan organa ‘tiroit bezi’ deniyor. Tiroit hormonlarını, ‘yaşam hormonlarımız’ olarak da isimlendirebiliriz; çünkü bu hormonlar aynı zamanda metabolizma hızımızı ayarlıyor. Haşimato tiroidinde vücudun en önemli savunma hücrelerinden olan lenfositler, tiroit bezine hücum eder ve işlevini yitirene dek saldırır. Bu esnada kanda dolaşan Anti-TPO ve Anti- Tiroglobulin antikorların neden olduğu hasar da tiroit bezini işlevsiz hale getirir.

Haşimato’nun tanısı Anti–TPO testi ile konur. Takibi ise T3, T4, TSH ölçümleri ile yapılır. TSH normalse kişi sadece izlemeye alınır. TSH yüksekse takviye hormona başlanır.
Tehlikeli, korkutucu bir hastalık sayılmaz. Yeter ki düzenli izlensin. Yeter ki hastalar verilen takviye tiroid hormonunu usulüne uygun kullansın.

“Haşimato’nun erken döneminde tiroit bezinde hafif büyüme yani guatr vardır; daha sonra tiroit bezi devam eden hasar nedeniyle yıllar içinde küçülerek adeta yok olur. Sonuçta ‘hipotiroidi’ ortaya çıkar. Tiroit hormonlarının eksildiği durum olan hipotirodide hareketler-konuşma yavaşlar, yüzde, ellerde ve ayaklarda ödem, dilde büyüme olur, cilt kurur, kalp hızı yavaşlar, küçük tansiyon yükselir, hasta depresif ruh haline girer, hafıza ve düşünsel fonksiyonlar geriler. Haşimato, hipotiroidiye neden olduğundan önemlidir.

Peki beslenme düzeninde bir değişiklik yapmak gerekiyor mu?

Haşimato tiroidinde öncelikle rafine şekerden, karbonhidrattan uzak durun. Margarin gibi yağlar yerine zeytinyağı kullanın. Haftada 2 kez balık tüketin. Eğer tüketemiyorsanız Omega-3 desteği alın. Selenyum, magnezyum ve çinko eksikliğiniz varsa gidermeye çalışın. Selenyum antioksidan bir mineral olarak tiroit bezini ve vücudu hasarlardan korur. Ay çekirdeği, hinditavuk eti, yumurta, mantar, esmer pirinç, soğan-sarımsak, tahıllar selenyum zenginidir. Hayvansal protein kaynaklarından düzenli tüketin ve yağsız olanlarını tercih edin. Haşimato hastalarında ödeme yatkınlık oluştuğu için su tüketimi önemli. Brokoli, lahana, turp, Brüksel lahanası gibi tiroit bezinin çalışmasını azaltan guatrojenik besinleri tüketmemeye çalışın. Çay-kahveyi azaltın. Taze sebze-meyve yiyin. Az ve sık beslenin.

Sonuç olarak her otoimmün hastalıkta olduğu gibi Haşimato hastalığında da şeker, un ve glüteni sınırlı, selenyum, probiyotik ve Omega-3’ü bol beslenmekte yarar var. Selenyum takviyeleri ve glutatyon desteğinden de istifade edilmeli.

İhmale gelmiyor

Haşimato tedavi edilmezse, hastalık ilerleyerek ciddi sıkıntılara yol açabiliyor. Kısırlık, düşük, doğuştan kusurları olan bir bebek doğurma, yüksek kolesterol, kalp problemleri, ruh sağlığı sorunları görülebiliyor. Tiroid kanseri riski yükseliyor. Öte yandan bu hastalık TİP-1 şeker hastalarında, b12 eksikliği ile ortaya çıkan kansızlık gibi rahatsızlığı bulunanlarda daha çok gözleniyor.

Tedavi var ama…

Haşimato tiroidi tanısı alanlar bunun ömür boyu süren bir hastalık olduğunu bilmeli. Tedavi altında istisnai vakalar hariç hastalık sonlanmaz. Yapılacak tedavi, tiroit yetersizliği (hipotiroidi) gelişmişse vücuda dışarıdan tiroit hormonu vermektir. Sevindirici olan ise bu tedavi ile tiroit hormonu yetersizliğinin vücuttaki negatif etkileri ortadan kaldırılır.

Tiroit bezim çok mu çalışıyor?

Hipertiroidinin yani tiroit bezinin aşırı hormon ürettiği hallerin ne gibi belirtileri olduğunu az çok bilmemiz gerekiyor. O belirtiler neler mi?

Haşimato hastalığı bir salgın hızı ile yaygınlaşıp hipotiroidi ile boğuşanların sayısı artınca tiroidin çok çalıştığı hipertiroidi sorununun pabucu dama atıldı.  Oysa hipertiroidi de en az hipotiroidi kadar mühim. Ayrıca Haşimato da her zaman hipotiroidi ile seyretmiyor, bazen hipertiroidi ile de başlayabiliyor. İşte bu nedenle hipertiroidinin yani tiroid bezinin aşırı hormon ürettiği hallerin ne gibi belirtileri olduğunu da az çok bilmemiz gerekiyor.

Tiroit beziniz çok çalışınca…

Haşimato hastalarına tavsiyeler

◊ Hastalık teşhis edildikten sonra iyot, tuz ya da tuz ihtiva eden herhangi bir ilaç kullanmamalısınız.
◊ Hormon desteği alsanız bile en az yılda bir kez tıbbi değerlendirmeden geçmelisiniz.
◊ Tiroit hormonu yanında selenyum desteğinden faydalanmanız hastalığı kontrol altına almaya yardımcı olabilir.
◊ İlacınızı aç karnına alın (tiroit hormonları aç karnına alındıklarında daha iyi emiliyorlar). Eğer midenize zarar verirse tok karnına da kullanabilirsiniz ama dozun mutlaka buna göre ayarlanması gerektiğini aklınızda bulundurun.
◊ Tiroit haplarınızı demir ve kalsiyum içeren hapları ile aynı anda almayın. Ayrıca aç karnına kullanılan mide haplarını da bir başka öğünde almaya çalışın.
◊ Gebe kalırsanız bunu doktorunuzla görüşün. Gebelik süresince ve doğum sonrasında doktorunuzun daha dikkatli bir kontrol planı oluşturması gerekir.
◊ Haşimato hastalarının depresyon, diğer bağışıklık sistemi hastalıkları ve kronik yorgunluk sendromuna daha sık yakalandıklarını unutmayın.

Haşimato neden mühim bir sorun?

Bu hastalığa paçanızı bir defa kaptırdınız mı kolay kolay kurtulamıyorsunuz. Kadını da erkeği de ilgilendiriyor ama nedense hastaların yüzde 90’ı kadın. Bunda kadınların strese daha sık maruz kalmalarının ve hassas duygusal yapılanmalarının da payı olmalı…

Haşimato çok yaygın bir tiroit hastalığı. Bağışıklık sisteminin şaşkınlaşıp aşırı “oto-antikor” üreterek kendi organlarına, öncellikle de tiroit bezine saldırmasının tatsız ve genellikle de kalıcı, yani ömür boyu sürebilen bir sonucu. Peki neden bu kadar sık görülen bir sorun oldu? Neden tedavisinde de bu kadar zorluk çekiliyor? Neden onu yenmek bu kadar zor bir iş?

Bana göre esas nedeni bağışıklık sistemimizi tahrip ve tahrik eden besinler (glüten!), toksinler (bisfenol!), kozmetikler (botoks!) ve stres yoğunluğudur.

Hastalık bazen “hipo”, bazen “normo”, bazen de “hipertiroidi” formunda seyrediyor. Ama en çok görüleni “hipotiroidi” yani tiroidi tembel, yetersiz düşüreni oluyor. Peki teşhisi nasıl konuluyor?

Haşimatodan korkmayın

Haşimatonun tanısı Anti–TPO testi ile konuyor. Zira hastalıkta ilk etkilenen tiroit hormonunu üreten TPO enzimine karşı oluşan antikorlar oluyor. Takibi ise T3, T4, TSH ve ultrasonografik tetkikler ve ölçümlerle yapılıyor.

TSH normalse kişi sadece izlemeye alınıyor. TSH yüksekse takviye hormona başlanıyor.

Tehlikeli, korkutucu bir hastalık sayılmaz. Yeter ki düzenli izlensin. Yeter ki hastalar verilen takviye tiroit hormonunu usulüne uygun kullansın. Peki beslenme düzeninde bir değişiklik yapmak gerekiyor mu? Her otoimmün hastalıkta olduğu gibi Haşimato hastalığında da şeker, un ve glüteni sınırlı, selenyum, probiyotik ve Omega-3’ü bol beslenmekte yarar var. Selenyum takviyeleri ve glutatyon desteğinden de istifade edilmeli.

Haşimatolu biri nasıl beslenmeli?

Haşimato tiroiditiniz varsa sigara içmeyin, çünkü sigara içenlerde hastalığın kontrolü zorlaşıyor.

Ayrıca anneniz, ablanız ya da teyzenizde Haşimato hastalığı varsa sigara kullanmanız Haşimatoya sizin de yakalanma olasılığınızı yükseltiyor. Haşimato hastalarının iyotlu yiyeceklerden uzak durmalarında da fayda var.

İyotlu ilaçlardan, iyot içeren radyolojik kontrast maddelerinden, iyotlu tuzdan uzak kalmaları gerekir. Ancak bu dikkati “iyot içerdiği için deniz ürünlerini, mesela balığı bile yememek” gibi anlamsız noktalara sürüklememek gerekiyor.

Bu hastalığa yakalananların tiroid papiller kanserine yakalanma olasılıkları arttığı için belirli aralıklarla –özellikle nodül varsa- ultrasonografik kontrollerden de geçmeleri gerekiyor.

Selenyum desteği kullanmak Haşimato tiroiditinin kontrolünü kolaylaştırıyor. Bu nedenle günde 50 mikrogram kadar selenyum kullanmak yeterli oluyor.

Son yıllarda Haşimato hastalarının daha az gluten tüketmeleri, gluten zengini besinlerden (tahıl ürünleri) uzak durmaları da tavsiye ediliyor. Bu fikrin daha detaylı incelemelerle de desteklenmesi gerekiyor. Yani henüz kesinleşmiş bir bilgi değil.
Kanaatime göre yine de dikkate almalı, Haşimato hastalarını daha az gluten tüketmeleri konusunda uyarmalıyız.

Haşimato neden çok görülüyor?

Neden net ve açık olarak bağışıklık bozukluğu! Bağışıklık sisteminin ayarının altüst olması, bizi dış ve iç düşmanlardan koruması gereken bağışıklık askerlerimizin kendi sağlam dokularına da savaş ilan etmesi.

Çok değil 40-50 yıl evvel çok nadir görülen haşimato hastalığında da tıpkı obezite gibi ciddi bir patlama var.

Aynı yoğunluk bazı romatizmal hastalıklarda (fibromiyalji, lupus), cilt hastalıklarında (sedef, vitiligo), solunum hastalıkları (astım) ve sinir sistemi hastalıkları (nöropatiler) gibi diğer “otoimmün bağlantılı” hastalıklar için de söz konusu.

Peki neden? Ne oldu da bunlar birdenbire öne çıktılar? Neden net ve açık olarak bağışıklık bozukluğu! Bağışıklık sisteminin ayarının altüst olması, bizi dış ve iç düşmanlardan koruması gereken bağışıklık askerlerimizin kendi sağlam dokularına da (tiroid, cilt, eklem) savaş ilan etmesi!

Yani bir çeşit “kendi ayağına kurşun sıkan biri” durumuna düşmesi. Bu tatsız gelişmeleri otoimmün bozukluk adı altında toplamak ve bu sorunlarla tek tek uğraşırken aynı zamanda bu bozulmaya yol açan “ortak nedenleri bulup” onları bir bir ayıklamak daha doğru bir yaklaşım olabilir.

Haşimato kalıtsal mıdır?

Sizde ya da ailenizden birinde Haşimato tiroiditi varsa, özellikle anneniz, kız kardeşleriniz ile teyzelerinizin de Haşimato hastalığı yönünden detaylı bir incelemeden geçirilmesi lazım.

Haşimato tiroiditi bir bağışıklık sorunu ama oluşumunda genetik eğilimin de rol oynadığı kesin. Eğer sizde ya da ailenizden birinde Haşimato tiroiditi varsa, özellikle anneniz, kız kardeşleriniz ile teyzelerinizin de Haşimato hastalığı yönünden detaylı bir incelemeden geçirilmesi lazım. Bu araştırmayı, aileniz veya sizde oto-immün bir hastalık, yani bağışıklık sapkınlığı sorunu ile ilişkili herhangi bir hastalık varsa da mutlaka yapmak gerekiyor.

Cinsiyet, Haşimato hastalığına yakalanmada önemli bir belirleyicidir ve kadınların bu hastalığa yakalanma riskleri 5-10 kat daha yüksektir.

Bu olasılık, orta yaşlı kadınlarda daha da fazladır. Bununla birlikte Haşimato hastalığının, erkekleri de yakalayabileceğini unutmamak gerekiyor.

Haşimatonun belirtileri nelerdir?

Haşimato tiroiditinde en sık görülen kronik seyir, hastalığın sessiz ve derinden giden “hipotiroidi” formudur. Bu hastalıkta ilerleyici bir kilo alma sorunu, gösterilen onca çabaya rağmen kilo vermede zorlanma, halsizlik gibi pek de tiroit hastalığını düşündürmeyen belirtiler ön plandadır.

Eğer, tahrip olan tiroit dokusu fazlaysa, hipotiroidi belirtileri daha da şiddetlenir. Bu durumda, hastaların şikâyetlerine, cilt kuruluğu, ciltte solukluk ve matlaşma, saç kırılma ve dökülmeleri, kabızlık, ses kalınlaşması, üşüme gibi yakınmalar da eklenir.

Menopoz sürecine yaklaşan ya da bu dönemi yaşamaya henüz başlayan bir kadında kilo almaların, şişme ve yorgunlukların, müphem kas ve eklem ağrılarının Haşimato ile ilgili bir hipotiroididen kaynaklanabileceği başlangıçta pek akla gelmez.

Haşimatoya bağlı tiroiditinin ilk ve tek belirtisi, sebebi bulunamayan bir “bellek azalması” da olabilmektedir. Bu durum özellikle ileri yaşlarda tehlikeli ve ağır seyredebildiğinden dikkatli olunmalıdır.

Haşimato tiroiditini muayene ile teşhis etmek kolay değildir. İlk belirtisi elle muayenede saptanan ağrısız bir tiroit bezi büyümesidir. Doktorunuz, Haşimato tiroidi olduğunuzu düşündüğünde, bunu doğrulayıcı bazı kan testleri isteyecektir.
Araştırmalar, Anti-TPO antikorlarının hastaların yüzde 95’inde yükseldiğini ve yüzde 60’ında da Anti-Tg antikoru testinin pozitif çıktığını göstermektedir.

Haşimato hastasıysanız…

◊ Hastalık teşhis edildikten sonra iyotlu tuz veya iyot ihtiva eden herhangi bir ilaç kullanmamalısınız.

◊ Hormon desteği alsanız bile en az yılda bir kez tıbbi değerlendirmeden geçmelisiniz.

◊ Tiroit hormonu yanında selenyum desteğinden faydalanmanız hastalığı kontrol altına almaya yardımcı olabilir.

◊ İlacınızı aç karnına alın (tiroit hormonları aç karnına alındıklarında daha iyi emiliyorlar.) Eğer midenize zarar verirse tok karnına da kullanabilirsiniz ama dozun mutlaka buna göre ayarlanması gerektiğini aklınızda bulundurun.

◊ Tiroit haplarınızı demir ve kalsiyum içeren hapları ile aynı anda almayın. Ayrıca aç karnına kullanılan mide haplarını da bir başka öğünde almaya çalışın.

◊ Gebe kalırsanız bunu doktorunuzla görüşün. Gebelik süresince ve doğum sonrasında
doktorunuzun daha dikkatli bir kontrol planı oluşturması gerekir.

◊ Haşimato hastalarının depresyon, diğer bağışıklık sistemi hastalıkları ve kronik yorgunluk sendromuna daha sık yakalandıklarını unutmayın.

Haşimato sessizdir

Bağışıklık sapması sonucu gelişen tiroiditlerin en sık görüleni “Haşimato tiroiditi”dir. Yaklaşık 100 yıl kadar önce Japon doktor Hakaru Hashimoto tarafından tanımlanan bu tip kronik tiroiditleri son yıllarda daha çok görüyoruz.

Haşimato tiroiditinin önemli bir özelliği “sessiz ve derinden giden bir hastalık” olması, hastalığa yakalananlarda ciddi bir rahatsızlık yaratmamasıdır. Bu nedenle, hastalığı “sessiz tiroit iltihaplanması” gibi tanımlayanlar da vardır. Haşimato tiroiditi nadiren “hipertiroidi” tablosu ile ortaya çıkar.

Haşimato’nun teşhisi kolaydır

Haşimato tiroiditini muayene ile teşhis etmek kolay değildir. İlk belirtisi elle muayenede saptanan ağrısız bir tiroit bezi büyümesidir. Doktorunuz, Haşimato tiroidi olduğunuzu düşündüğünde, bunu doğrulayıcı bazı kan testleri isteyecektir.

Araştırmalar, Anti-TPO antikorlarının hastaların yüzde 95’inde yükseldiğini ve yüzde 60’ında da Anti-Tg antikoru testinin pozitif çıktığını göstermektedir.

Haşimato kilo kontrolünü bozar

Haşimato tiroiditinde en sık görülen kronik seyir, hastalığın sessiz ve derinden giden “hipotiroidi” formudur. Bu hastalıkta; ilerleyici bir kilo alma sorunu, gösterilen onca çabaya rağmen kilo vermede zorlanma, halsizlik gibi pek de tiroit hastalığını düşündürmeyen belirtiler ön plandadır.

Eğer, tahrip olan tiroit dokusu fazlaysa, hipotiroidi belirtileri daha da şiddetlenir. Bu durumda, hastaların şikayetlerine cilt kuruluğu, ciltte solukluk ve matlaşma, saç kırılma ve dökülmeleri, kabızlık, ses kalınlaşması gibi yakınmalar da eklenir.

Menopoz sürecine yaklaşan ya da bu dönemi yaşamaya yeni başlayan bir kadında kilo almaların, şişme ve yorgunlukların, müphem kas ve eklem ağrılarının Haşimato ile ilgili bir hipotiroididen kaynaklanabileceği başlangıçta pek akla gelmez.

Haşimato’ya bağlı tiroiditinin ilk ve tek belirtisi, sebebi bulunamayan bir “bellek azalması” da olabilmektedir. Bu durum özellikle ileri yaşlarda ağır seyredebildiğinden dikkatli olunmalıdır.

Haşimato tiroidinde beslenme önerileri

Haşimato tirodi, sık rastlanan, tiroid yıkımının meydana geldiği otoimmün bir hastalıktır. Tiroid peroksidaz (TPO) ve tiroglobuline (TG) karşı artan antikor seviyeleri tiroid hormonlarının seviyesinde ve metabolizmasında değişikliklere neden olur ve fiziksel ve psikolojik semptomlara yol açar. En belirgin haşimato belirtileri; sıklıkla kilo alma, cilt kuruluğu, kolay üşüme, yorgunluk ve kabızlıktır. Bu hastalığın gelişmesinde en önemli etken genetik faktörler iken sigara, alkol, yetersiz veya aşırı beslenme, stres gibi çevresel faktörler de katkıda bulunabilir. Uygun beslenme tedavisi hastalığın gidişatını olumlu yönde etkiler.

Kilo artışına dikkat!

Tiroid fonksiyonun azalması nedeniyle dinlenme metabolizma hızı azalır, bu durum vücut ağırlığında ve yağ dokusunda artışa neden olabilir. Fazla kilo durumu var ise fiziksel aktivitenin artırılması, ılımlı kalori kısıtlamasıyla beslenme tedavisi gibi yaşam tarzı değişikliğine gidilmelidir. Beslenme tedavisinde yeterli protein tüketimi sağlanmalıdır. Protein kaynağı olarak et, tavuk, hindi, balık, yumurta gibi işlenmemiş ürünler tercih edilmelidir.

Demir eksikliği görülebilir

Haşimato tiroidinde sıklıkla bağırsak geçirgenliği artar bu da demir ve diğer minerallerin de emiliminin bozulmasına neden olur ve eksiklik görülebilir. Tiroid hormonlarının üretiminde demir gereklidir ve eksikliği, demirin gerekli olduğu tiroid peroksidaz aktivitesini bloke eder. Sonuç olarak, tiroid hormonlarının sentezinde bir azalma, TSH seviyesinde ve bez hacminde artış gözlenir. Anemi gelişmişse gerekli takviyenin yapılmasının yanında beslenmeye kırmızı et, tavuk, balık, yeşil yapraklı sebzeler gibi demir kaynaklarının eklenmesi de büyük önem taşır.

İyotlu tuz mu? İyotsuz tuz mu?

İyot, tiroidin düzgün çalışması için gerekli bir mineraldir aynı zamanda aşırı alımı tiroid fonksiyonlarının yavaşlamasına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü’nün günlük 5 g tuz önerisini aşmadan iyotlu tuz tercih edebilirsiniz.

Selenyum

Selenyum tiroid bezinin sağlıklı işleyişi için gerekli bir elementtir. Beslenmede yumurta, ayçekirdeği, balık, tavuk, hindi gibi selenyum kaynaklarına yer verilmelidir aynı zamanda hekim kontrolünde selenyum takviyesi alınabilir.

Çinko

Çinko tiroid hormonlarının üretiminde rol oynar ve eksikliği, tiroid hormonlarının düzeylerinde bozulmaya ve tiroid antijenlerine karşı antikor titrelerinde artışa neden olur. Bu nedenle kabak çekirdeği, hindi eti, kaju, keten tohumu, tam tahıllı ekmek, karabuğday gibi zengin çinko kaynakları beslenmeye eklenmelidir.

Haşimato hastalığı kalıcı mıdır?

Hastaların sıkça canını sıkan sağlık sorunlarından biri olan Haşimoto Tiroidit’i, bağışıklık sisteminin tiroit hücrelerine karşı saldırıya geçmesiyle başlar. Birdenbire tiroit hormonlarını üreten hücrelerin kendi bedenine ait olmadığı yanılgısına düşen bağışıklık sistemi, onları yok etmeye çalışır. Onlara karşı “antikor” isimli tahrip edici bazı proteinler (anti TPO, anti TG) üretir. Tiroit bezi kısa sürede adeta içten içe yanan bir yangın yerine dönüşür.

Antikorlar doğrudan tiroit bezini hedef aldığından vücudun başka bir bölümünde sorun ortaya çıkmaz. Bu tür hastalıklara “otoimmün” adı verilmesinen sebebi de, bağışıklık sisteminin kendi bedeninin hücrelerine saldırmasıdır.

Eğer tiroit bezinin hormon üretimi etkilenirse, tiroit bezi az ya da çok çalışarak klinik belirtiler oluşur. Aniden ortaya çıkan hasar yüzünden çok fazla miktarda tiroit hormonu kana karışırsa “hipertiroidi” veya yeteri miktarda hormon yapılmadığında “hipotiroidi” ortaya çıkar.

Kısacası bu hastalıkta tiroit bezi normal hormon üretimini sürdürebildiği gibi (ötiroid), yetmezlik/hipotiroidi veya aşırılık/hipertiroidi tabloları da oluşturabilir.

Belirtiler ve bulgular

Kadınlarda daha sık görülen, ağır ve ani üzüntüler, kayıplar, depresyon, hamilelik sonrası, menopoz dönemi gibi zamanlarda ortaya çıkma ihtimali çoğalan Haşimato hastalığı, genellikle ciddi bir belirti vermez. Çoğu kez hastalar ağrı, ateş, yutma güçlüğü gibi belirtileri olsa bile fark etmezler.

Muayenede ise  normalden büyükçe bir tiroit bezi ele gelebilir. Tiroit işlevleri araştırılırken veya kilo fazlalığı, kolesterol yüksekliği, yorgunluk, depresyon, eklem ve kas ağrıları, bellek problemleri nedeniyle incelenirken farkına vardığımız pek çok Haşimato olgusu vardır.

Ultrasonografik tanı yönteminin yaygınlaşması, tiroit bezinde oluşan değişikliklerin daha rahat tanımlanmasını ve Haşimato hastalığının teşhisinin kolaylaşmasını sağladı. Kanda antikor testleri de sanki hastalığın sıklaştığı izlenimini uyandıracak kadar yaygınlaştı.

Haşimoto hastalığı, diğer otoimmünite sorunları gibi tümüyle ortadan kalkmayan, daha alevli ya da sönük dönemleri olan ama tedavi edilebilir bir hastalıktır. Sessiz ve derinden seyreden, biraz sinsi, altından tiroit nodülü çıkma olasılığı yüksek bir sağlık sorunu olduğu için, uzun süreli bir doktor-hasta işbirliği gerektirdiğini de hatırlatalım.

Haşimato hastalığının tanısı nasıl konur?

Haşimato hastalığının tanısı elle muayene ile başlar. Doktor hastanın boğazını muayene eder. Haşimatonun belirtilerini ortaya çıkarmaya yönelik sorular sorar. Bundan sonra tiroit ultrasonografisi yapılır. Tiroit ultrasonografisinde aranan, haşimato hastalığının tiroit dokusuna ne kadar hasar verdiği ve nodül gelişip gelişmediğidir. Nodül, tiroit içerisinde bulunmaması gereken yumrulardır. Bunun neticesinde de nodül varsa kanser riski yüksek hastalık grubundan olduğundan dolayı, o nodüle dönük incelemelerin yapılması gerekir.

Tiroit ultrasonografisi, nodül tespitinde en etkili yöntemdir. Bunun dışında tiroidin büyümesi ve boyutları ölçülür. Çevresindeki lenf düğümleri incelenir. Ultrasonografiden sonra da tiroit sintigrafisi yapılır. Kalan tiroit doku rezervinin ne kadar olduğunu görmek için, tiroit sintigrafisi birçok hastada yararlı sonuçlar verebilmektedir.

Ayrıca kapsamlı kan testleri yapılmalıdır. Bunların başında da tiroit antikorları ölçülmelidir. İdrardaki iyot miktarına bakarak, vücudun iyot rezervini de görebiliriz. Şeker, yağ, kalsiyum metabolizması bozukluğuna neden olup olmadığına yönelik de kan testleri istenir.

Uzun süreli bir doktor-hasta işbirliği gerektirdiğini de hatırlatalım.

Haşimato tiroidinde beslenmeye dikkat!

Kadınlarda erkeklere oranla 8 kat daha fazla yaygın olan, sıklıkla 40 ila 60 yaşları arasında görülen haşimato hastalığı, beslenme bozuklukları, gıda alerjileri, kimyasal toksinler, ağır metal zehirlenmesi gibi faktörler tarafından tetiklenir. Belli başlı Haşimato hastalığı belirtilerini şu şekilde sıralanabilir;

Bu şikâyetler varsa dikkat

Hipotiroidi olan bir hastada halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, ani kilo artışı, kilo verememe, üşüme, çabuk yorulma, cilt kuruluğu, bağırsak hareketlerinde yavaşlama, kabızlık, unutkanlık ve depresif duygu durumu gibi belirtiler görülüyor. Hipotiroidisi olan kadınlarda adet kanamaları miktar olarak daha fazla ve daha uzun süreli olabiliyor.

Haşimato hastalığında düşen tiroid hormonu (hipotiroidizm); vücudun organlarının çalışmasını yavaşlatır ve kilo artışına (şişmanlık) neden olur. Bu hastalarda, tiroid hormonu tedavi ile eksiksiz olarak yerine konulmadıkça uzun süre de olsa şişmanlık için yapılan diyetler, ağır spor programları ve kullanılan ilaçlar etkili, faydalı olamıyor.

Çocuklarda Hashimoto hastalığı olursa büyüme gecikmesi, kemik yaşında gecikme ve yüksek kolesterol seviyeleri bulunur.

Aslında Hashimoto Tiroiditi’nde sadece hipotiroidizm durumu görülmez. Eğer antikor salgısı fazla olup tiroit bezi kısa sürede büyük hasar alırsa zarar gören hücrelerden kana aşırı miktarda karışan tiroit hormonları (T4 ve T3) hipertiroidiye (tiroit bezinin fazla miktarda hormon salgılaması durumu) neden olabilir.

Hipertiroidi durumunda ise kilo kaybı, ishal, terleme, çarpıntı, enerji azlığı gibi yakınmalar ön plandadır. Tiroit testleri normalse hastada hiçbir yakınma olmayabilir. Ya da cilt değişiklikleri ve saç dökülmesi görülebilir. Bayanlarda adet bozuklukları da olabilir. Bu durumda gebe kalmada zorluklar olabilir.

Haşimato Tiroidinde Beslenme Nasıl Olmalıdır?

Haşimato hastalığına özgün bir diyet bulunmamaktadır. Haşimato hastalığında, birçok hastalıkta olduğu gibi sağlıklı beslenme önemli ve etkili bir tedavi seçeneği oluşturmaktadır.

İyot fazlalığının haşimato hastalığını tetiklediğine dair çalışmalar bulunsa da, bu durumun doğruluğu kesin olarak ortaya koyulmamıştır.

Selenyum alımının hormon yapısını ve vücut sağlığını düzenlediğine dair araştırmalar da yapılmaktadır. Selenyum, haşimato hastalığıyla birlikte vücutta üretimi artan antikorları azaltabilmekte ancak hastalığın gidişatına etki oluşturamamaktadır.

Antioksidanlar bakımından zengin meyve ve sebzeler, genel vücut sağlığında iyileşme oluşturabilmekte, bu durum tiroit bezini serbest radikaller olarak adlandırılan moleküllerin zararlarından korumaktadır. Bu nedenle haşimato hastalığı durumlarında, günlük diyetin önemli bölümünü renkli sebze ve meyveler oluşturmalıdır.

Haşimato hastalığında, B vitamini içeriği yüksek besinlerin tüketimi de vücut sağlığı için önemli bir yere sahip olmaktadır. B vitamini bakımından zengin besinler, metabolizmayı düzenlemeye yardımcı olmanın yanı sıra enerji vermektedir.

Haşimato Tiroidi Olan Hastaların Beslenmede Dikkat Etmesi Gereken Unsurlar Nelerdir?

Tiroit hormonunda yaşanan değişim, hipotiroidine sebep olabilmekte ve bu durum kişide metabolizmanın yavaşlamasına sebep olabilmektedir. Her gün tüketilen kaloriden daha fazlası yakılmadığı zaman kilo alınabilmektedir. Bu bakımdan kilo alınmaması, hatta kilo fazlalığı söz konusu ise, kilo verilmesi amaçlanmalıdır.

Meme Silikonu için Uygun Bir Aday mısınız?

Silikon protezle meme büyütme uygulanabilecek durumlar şunlardır;

● Ergenlikten beri mevcut küçük göğüsler
● Asimetrik memeler
● Büyüklüğü arttırılmak istenen memeler
● Doğum/emzirme veya aşırı kilo verme sonrası küçülen memeler (eğer beraberinde sarkma da varsa ayrıca bir toplama işlemi de yapılması gerekir)
● Meme kanseri sonrası onarımlar

Bu ameliyatı olabilmek için ayrıca aşağıdaki kriterlerin de sağlanmış olması gerekir;

● 18 yaşından büyük olmak
● Bu ameliyatı sadece kendi isteği üzerine gerçekleştiriyor olmak
● Hamile veya emziriyor olmamak
● Göğüslerinizde kanser veya kansere dönüşebilecek lezyonlar olmaması
● Otoimmün hastalığı olmamak
● Vücudun herhangi bir yerinde aktif enfeksiyonu olmamak
● Depresyon veya başka bir ruhsal bozukluk geçiriyor olmamak
● Aspirin, steroid veya immünosupresant ilaçlar almıyor olmak
● Sigara içiyorsanız sigarayı ameliyattan 2 hafta önce bırakmayı ve 2 hafta sonrasına kadar da içmemeyi kabul etmek
● Bu ameliyatla ilgili aydınlatılmış onam formunda belirtilen riskleri kabul etmek

Meme Silikonu Nedir ?

Silikon meme protezleri 1963 yılından kan transfüzyonlarında kullanılan plastik torbaların elde taşınırken verdiği hissin tıpkı bir memeye benzemesinden esinlenilerek hayata geçirilmiştir. Silikon protezler jel kıvamında silikonla doldurulmuş, etrafı daha katı silikon bir kılıfla çevrili, yuvarlak veya oval şekilde üretilebilen maddelerdir. Jelin kıvamı ile erişkin bir kadın memesinin kıvamı çok benzerdir ve vücutta farkedilmezler.

Silikon ise yeryüzünde en sık rastlanan elementlerden biridir. Silikonun başka elementlerle birleşmesi farklı yapıda silikonlardan oluşan bir aile meydana getirir. Birleşmenin özelliklerine göre silikonlar katı, jel veya sıvı halde bulunabilirler (Şekil 1). Sanayide ve günlük hayatta kullanılan silikonlarla meme protezlerinde kullanılanlar arasında en önemli fark tıbbi silikonların saf ve vücuda uyumlu yapıda olmalarıdır. Tıbbi silikonlar meme protezleri dışında kateterlerdn eklem protezlerine, , kalp kapağından ve penil protezlere dek yaygın bir alanda kullanılırlar.

Meme Silikon Çeşitleri Nelerdir ?

Şekil 1. Silikonların çevresindeki zincirler uzayıp birbirine bağlandıkça kıvamı sertleşir

Silikon meme protezlerinin içi silikon jel değil de su ile dolu olanları da vardır. Ancak su ile doldurulmuş bir implant kıvam olarak daha sert olduğu için çok tercih edilmezler. Su dolu protezlerde ayrıca ve kaçak ihtimali vardır.

Silikon Protezlerin Çeşitleri

Şekline Göre İmplant Çeşitleri:
Silikon protezler şekil olarak damla ve yuvarlak formda üretilmektedir. Damla protezler, yandan bakıldığında aşağı doğru genişleyen yapısı memenin yandan görünüşüne benzediği için anatomik protez adını da alırlar (Şekil 1).

Şekil 1. Anatomik protezler (üstte) ve yuvarlak protezler (altta)

İçerdiği Jelin Kıvamına Göre İmplant Çeşitleri:

Silikon protezle içerdikleri jelin kıvamına göre de ikiye ayrılırlar: Yumuşak jel ve şeklini muhafaza eden ‘cohesive’ jel protezler. Yumuşak jel implantlar memenin doğal kıvamına daha uygun olmakla beraber kendi kılıfı içinde yerçekimi ile aşağı doğru bir miktar yer değiştirirler. Cohesive jeller ise her durumda kendi şekillerini korurlar ve memeyi sadece hacim olarak büyütmekle kalmaz belli bir şekle de sokabilirler. Ancak bu protezlerin konduğu memeler ele daha sert gelmektedir. Son birkaç yıldır Cohesive silikonların biraz daha yumuşak modelleri de bir seçenek olarak (Allergan® SoftTouch, vb) piyasaya sürülmüştür.

Günümüzde jel içeren protezlerin çoğu patladıklarında veya kesildiklerinde dışarı akmayan formda bir jel kullanmaktadırlar (Şekil 2). Bu özellik yıpranma veya kaza nedeni ile ortaya çıkabilecek kaçaklarda sorunları azaltacak bir önlemdir.

Şekil 2. Cohesive jel içeren bir implant patladığında veya kesildiğinde dışarı akmaz

Eğer cohesive jel içeren bir implant kullanılıyorsa, seçilen silikon protezin şekli büyütülen memenin şeklini etkiler. Hangi protezin tercih edileceği sizin nasıl bir meme şeklini sevdiğinizle ilgilidir. Genelde bayanların meme konusundaki tercihleri ikiye ayrılabilir (Şekil 3):

● Yuvarlak, dekolte kısmını dolduran ve sanki sütyenle yukarı itilmiş gibi görünen memeler
● Dekolteden aşağı düz bir eğimle gelip meme ucundan sonra yuvarlak form kazanan damla şeklindeki memeler

Şekil 3. Hangi meme şeklini daha çok beğendiniz ? Soldaki iki meme silüetini tercih edenler damla, soldaki 2 silueti tercih edenler ise yuvarlak meme şeklinden hoşlanıyorlar diye düşünülebilir

Genel bir kural olmamakla beraber damla şeklini sağlamak için anatomik, yuvarlak şekle ulaşmak için de yuvarlak protezler tercih edilir.

Anatomik protezlerin diğer tercih sebepleri şunlardır:

● Memesi hiç olmayan çok zayıf hastalarda cohesive ve yuvarlak bir protez üst kısımda ani ve doğal olmayan bir geçiş yaratabilir. Böyle hastalarda kas altına ve anatomik protez kullanmak daha iyi bir seçenektir.
● Meme ucunun hafif sarkık olduğu hastalarda meme ucunu yukarı kaldırmak amacı ile anatomik protez kullanılarak meme toplama ameliyatı ihtiyacı azaltılabilir.

Yuvarlak protezlerin tercih edildiği durumlar ise şöyledir:
● Tenis, yüzme gibi sporları yoğun yapan ve kas altına implant konacak hastalar: Bu hastalarda anatomik protez kullanılırsa kas hareketleri ile protezin dış yana doğru dönme ihtimali asimetri yaratabilir. Yuvarlak protezler dönseler bile bu farkedilecek bir sonuç yaratmayabilir.
● Meme toplama ile beraber büyütme yapılacak hastalarda üstkısımlardaki boşluğu doldurmak için

Silikon teknolojisinde en son gelişme ise aynı kılıf içinde yer alan iki farklı kıvamda jel içeren implantlardır. Daha doğal bir görünümü hedefleyen bu teknoloji Polytech 4inTwo Series ve Allergan firmasının 510 serisinde mevcuttur. Damla protezin göğüs duvarına dayanan kısmı daha yumuşak, meme başı altındaki kısmı ise daha sert bir silikon içermektedir (Şekil 4). Böylece özellikle yan profilde silikonun en üst kısmının yarattığı geçiş hattı ortadan kalkmakta, meme ucunun projeksiyonu ise artmaktadır.

Şekil 4. Polytech® in iki farklı yoğunlukta silikon içeren 4inTwo protezleri

Kılıf Özelliklerine Göre İmplant Çeşitleri:
İlk dönemlerde silikon kılıfın yüzeyi düz ve pürüzsüz iken daha sonra pürtüklü (textured) formlara geçilmiştir (Şekil 5). Silikonların kılıfları da teknolojik olarak gelişmiş ve birkaç kat eklenerek daha sızdırmaz hale gelmiştir. Bu değişimlerdeki amaç kapsül kontraktürü denilen olayı azaltmaktır. Pürtüklü formlardan birisi de poliüretan kaplı protezlerdir. Silikon vücuda girdikten bu kaplama erimeye başlar ve böylece kapsül kontraktürü oluşumunu azaltacak bir ara zon oluşturur. Özellikle kapsül kontraktürü gelişip protezi değiştirilecek hastalarda tercih edilmektedir.

Şekil 5. Farklı kılıf özellikleri olan silikon protezler: Solda üstte – eskiden kullanılan düz yüzeyli şeffaf protezler; Sağ üstte – poliüretan kaplama protez; Alt sırada – pürtüklü yüzeyi olan protezler

Meme Silikonu Ameliyat İzi Nerede Kalır ?

Meme protezleri farklı yerlerden yapılan kesilerle girilerek yerleştirilebilir. Her birinin avantajları ve dezavantajları vardır.

Meme Başının Hemen Altından Yapılan Kesi:

Meme başındaki alt yarısında, koyu renkli deri ile cilt arasındaki sınırdan yapılan bir kesi ile meme dokusu geçilerek protezin konulacağı alana ulaşılır. Bu noktadaki bir kesi izi, iyi yapıldığında pek farkedilmeyebilir. Ancak meme başı küçük olanlarda buradan büyük bir protezi sığdırmak zor olabilir. Ama asıl önemli dezavantaj, meme bezlerinin içinden geçen kanalların bu sırada kesilmesi ve uçları dışarı açık olan bu kanallardaki bakterilerin silikona bulaşmasıdır. Kapsül kontraktürünün oluşumunda bu bakteriler rol oynadığı düşünülmektedir (kapsül kontraktürü oluşumunda biofilm teorisi). Bu nedenle son 5 yıldır meme başından silikon koyulması önerilmemektedir.

Meme Altındaki Katlantıdan Yapılan Kesi:
Bu katlantının ortasında yapılan 4.5 – 5.0 cm lik bir kesi ile protezi istenen plana yerleştirmek mümkündür. Cerrah açısından kontrolün en iyi sağlandığı yöntemdir. Ancak kalan iz hasta çıplak olarak sırt üstü yattığında belli olur. Yine de bugün en çok tercih edilen kesidir.

Koltukaltından Yapılan Kesi:
Koltukaltında yapılan bir kesi ile protezlerin yerleştirilmesi ilk başlarda şişirilebilen silikon protezlerle gündeme gelmiş olup sonrasında silikon protezler için de uygulanmaya başlanmıştır. Aslında güvenli yerleşim için endoskop kontrolü ile yapılması önerilir. Ancak endeskop kullanmadan yerleştirenler de vardır. Silikon için yer açılması normalden uzun cerrahi aletler gerektirir. İzin memede olmaması en büyük avantajıdır Ancak asimetri, kanama, protezlerin farklı yüksekliklere yerleştirilmesi gibi birçok komplikasyona açıktır.

Bunların dışında abdominoplasti sırasında yapılan meme büyütmelerde silikonun karın flebinin altında geçirilerek memeye konması ve böylece ortada hiç iz kalmaması bir dönem gündeme gelen yöntemlerden biridir. Ancak memeye ulaşmak için meme altındaki katlantının kesilmesi ve aynı sırada abdominoplasti nedeni ile aşağı çekilen karın derisinin sabitliği bozulan katlantıyı aşağı çekmesi en önemli sorunudur.

Endoskopik olarak göbek deliğinden meme protezi konması ise yine suyla şişirilebilen protezler için geçerli ve çok fazla kabul görmemiş bir başka yöntemdir.

Meme Silikonu Nereye Konur ?

Silikon protezler göğüs ön duvarındaki 4 doku planından birinin altına yerleştirilir:
● Mevcut meme dokusunun hemen altına
● Meme dokusunu taşıyan kası kaplayan zarın hemen altına
● Meme dokusunu taşıyan kasın altına
● Üst kısmı kas altına, alt kısmı meme dokusu altına (dual plan)

Bu planlardan hangisinin size en uygun olduğu dokularınızın tipi, vücut ölçüleriniz ve istediğiniz meme şekline göre doktorunuz tarafından saptanacaktır.

Silikonun meme dokusunun hemen altına konması en basit ve kısa yöntemdir (Şekil 1). Kas dokusu ellenmediği için ameliyat sonrası ağrı az olur, ayrıca göğüs kaslarının hareketi ile protezin dönmesi/hareket etmesi gibi bir risk ortadan kalkar. Ancak bu planı kullanabilmek için memenin üst kısmındaki cilt altı dokusunun yeteri kadar kalın ve örtücü olması gerekir. Dekolte kısmında ince bir deri örtüsü olan bayanlarda bu plan kullanıldığında protezin üst kısmı bariz bir çıkıntı – geçiş hattı yaratabilir. Bu sorunu çözmek için üst kısmı daha yumuşak bir silikondan yapılan çift yoğunluklu silikon protezler piyasaya sürülmüştür ve ülkemizde de mevcuttur.

Şekil 1. Meme dokusunun altına konan silikon protez
Dekoltedeki dokunun yeterli kalınlıkta olmadığı durumlarda, çift yoğunluklu bir silikon da kullanılmayacaksa kas altı veya kas zarının altı seçilebilir. Kas zarının yukarı seviyede kalınlaşması sayesinde zar altına konan protezlerde de protezin üst kısmı çok ele gelmeyebilir (Şekil 2).

Şekil 2. Memenin altındaki Pektoral kasın üzerindeki zarın altına meme silikonu konması: Bu yöntem sadece meme dokusu altına konanlara göre silikonun üst kısmının daha iyi kamufle edilmesini sağlar.

Silikonun kasın altına konması özel durumlarda söz konusudur: Çok zayıf ve kemikli dekoltesi olan hastalarda veya damla şeklinde meme isteyen hastalarda bu plan seçilebilir (Şekil 3).

Şekil 3. Silikonun pektoral kasın altına konması

Ancak söz konusu kasın kolumuzu gövdenin yanlarına doğru çekme ve bastırma fonksiyonu olduğu için bu plan kullanıldığında hastanın kolları kullanan bir iş veya spor yapıp yapmadığına dikkat etmek gerekir. Yüzme, dağcılık, tenis, voleybol gibi sporları yapan bayanlarda kas altı planı seçmemek veya illa seçilecekse yuvarlak protezler koymak gerekir, zira anatomik protezler kol hareketleri ile zaman içinde kendi çevrelerinde dönerek asimetri yaratabilirler. Memesi sarkmaya müsait hastalarda da kas altı planı kullanmak ilerde meme dokusu aşağı sarkarken silikonun kasın altında kalmasına ve memede çift kademeli bir yuvarlaklık oluşmasına (doublebubble) sebep olabilir. Kas altını kullanmak, aslında burada hiç boşluk olmadığı için kasın silikon tarafından aşırı gerilmesine yol açar. Bunun sonucunda ameliyat sonrası 5. haftaya kadar uzayan ağrılar ortaya çıkabilir.

Dual plan tekniği ise, silikonun üst kısmının kas altında, alt kısmının ise kas üstünde bırakarak damla şeklindeki görünümü daha belirgin hale getirmek için kullanılır (Şekil 4).

Şekil 4. Dual Plane: Silikonun üst kısmı kas altında, alt kısmı kas üzerinde kalır, amaç silikonun üst kısmını bastırırken alt kısmında projeksiyonu arttırmaktır.

Size En Uygun Silikon Nasıl Seçilir?

Her kadının memesi parmak izi kadar özeldir. Göğüs kafesinin yapısı, açısı, derinin kalınlığı ve esnekliği, duruş, meme bezinin başladığı bölgenin şekli ve genişliği (footprint) her kadında farklıdır ve kişiye özel bir meme yapısı gelişmesine yol açar. Üretilen silikon protezler ise fabrikasyon oldukları için ancak belli kalıplarda gelirler. Bir üretici firmanın silikon çeşidi 250-300 arasındadır. Meme büyütme ameliyatının en önemli basamağı bunlar arasından en uygun protezi seçmektir.

Size en uygun protez nasıl seçilebilir ? Bu konuda ilk aşamada sizin nasıl bir büyüklük istediğinize karar vermek gerekir. Yapılan psikolojik çalışmalar kadınların aslında istedikleri boyutu dillendirmeye cesaret edemediklerini göstermektedir. Bu konuda özellikle Türk hastalarda yapılan bir yanlış da sütyenin çapını ifade eden 80-90 gibi ölçüleri meme büyüklüğü ile karıştırmaktır. Meme büyüklüğünün en iyi ifadesi A, B, C, D DD diye giden “cup size” larıdır.

Bundan sonraki basamak meme şeklini seçmenizdir. Bunu beğendiniz göğüslerin fotoğraflarını da getirerek yapabilirsiniz. Yuvarlak mı damla şeklinde mi bir protez seçileceği bu aşamada bir miktar netleşir.

Tabii istediklerinizin uygulanabileceği bir göğüs yapınız olması da gerekecektir. Bunun için doktorunuz memelerinizin ayrıntılı ölçülerini alır. Bunlar, en, boy, projeksiyon, esneme miktarı, boyun-meme başı arrasındaki mesafe, cilt kalınlığı, vb olarak sıralanır. Bu ölçümler arasında en kritik olanı memenin enidir. Protezin büyüklüğünün saptanmasında kısıtlayıcı basamak meme tabanının gnişliğidir. Zira yanlara doğru gidilirse daha fazla koltukaltına girileceğinden bu ölçünün üzerine çıkılamaz.

Daha sonra doktorunuz aldığı ölçülere göre çeşitli silikon protez üreten firma kataloglarından size en uygun bir kaç protezi seçer. Bunlardan hangisinin nasıl sonuç vereceğini önceden belirlemek için iki yöntem vardır: Çekilen ameliyat öncesi fotoğraflarınız simülasyon sistemine yüklenerek seçilen protezlerle nasıl sonuç alınacağı simüle edilebilir. Crisalix® bu sistemlerden biridir. Bu simülasyona bakarak birebir olmasa da genel olarak nasıl bir büyüklük veya şekil istediğiniz konusunda doktorunuz ile üzerinde konuşabileceğiniz bir taslak oluşur. Ama asıl canlı deneme ameliyat sırasında seçilen protezlerin deneme için üretilen eşlerinin göğsünüze yerleştirilmesi ve sizin uyurken masada oturtulup nasıl durduğuna bakılması ile olur. Genellikle ameliyata yapılan ölçümlere yakın boylarda birkaç çeşit protez ve deneme eşleri getirilir.

Büyütme Ameliyatı Nasıl Bir Ameliyattır?

Büyütme ameliyatı, kısa süren, izi az kalan, sonucun hemen ortaya çıkan bir ameliyattır. Bu nedenle diğer estetik operasyonlarla karşılaştırıldığında daha basit bir işlem olarak sınıflandırılabilir. Genellikle genel anestezi altında yapılır. Ortalama 1.5 – 2 saat sürer. Fazla kanın dren konarak dışarı alınması kapsül kontraktürü oluşumunu azaltmak için önerilir.

Bu ameliyat sırasında korunması gereken en önemli yapı meme başının duyusunu sağlayan 4. İnterkostal sinirdir. Eğer bir varyasyon sonucu atipik bir yoldan geçmiyorsa bunu korumak hemen her zaman mümkündür. Bazen projeksiyonu (öne çıkışı) yüksek protezler konulduğunda bu sinir ister istemez gerilir ve fonksiyonunu geçici olarak durdurabilir.

Meme protezinin kas altına konduğu olgularda ise kasın kesilmesi nedeni ile kanama ihtimali biraz daha artar. Yine kasın protez tarafından gerilmesi nedeni ile ameliyat sonrası ağrı daha fazla olur.

Büyütme Ameliyatı Sonrasında Neler Gerekir ?

Büyütme ameliyatı sonrası genel anestezi alındığı için bir gece hastanede kalmak gerekir. Ameliyatın sonunda size üstten bantlı özel bir sütyen takılır ve bu sütyeni 3 hafta kullanmanız istenir. Sonrasında normal bir sütyene geçebilirsiniz.

Büyütme Ameliyatı Sonrasında Neler Gerekir ?

Şekil 1. Büyütme ameliyatları sonrası kullanılan özel sütyen. Üstten geçen bant silikonların yukarı ve yanlara yer değiştirmesine engel olur, kendi meme altı katlantınız zaten aşağı hareketi önlediği için tam bir fiksasyon sağlanmış olur.

Ameliyat sonrası birkaç gün antibiyotik hap ve ağrı kesici kullanmanız istenebilir. Drenlerin çekilmesi 2-5 gün içinde gerçekleşir. Dikişler gizli alındığı için alınması gerekmez. Drenler çıktıktan sonra duş almaya başlayabilirsiniz. Kas altına konmayan olgularda fazla bir ağrı olmaz. Kas altı protezlerde ağrılar ilk hafta belirgin olabilir. Kolunuzu ilgilendiren sporları yapmaya 6 hafta sonra başlayabilirsiniz.

Silikon Protezlerle Yaşamak

Nelere Dikkat Etmeliyim ?

Silikon protezler normal hayatımızı kısıtlayan implantlar değildir. Ameliyattan 4-6 hafta sonra istediğiniz sporu yapabilir, yüzükoyun yatabilirsiniz. Sadece kas altına anatomik implant konan hastalar kollarını aşırı yukarı kaldırmayı gerektirecek sporları yoğun şekilde yapmaktan kaçınırlarsa protezin dönme ihtimalini azaltırlar (tenis, voleybol, vb)

Silikon Protezler Patlar mı?

Silikon protezlerin içindeki jeli kapsayan silikon kılıf yüksek basınç altında kaldığında patlayabilir. Böyle bir basınç günlük kullanımda değil ancak bir kaza durumunda söz konusu olabilir. Örneğin bir trafik kazasında memenin direksiyonüzerinde sıkışması veya sivri bir cismin zorlaması implantı patlatabilir.

Silikon Protezlerin Patladığı Nasıl Anlaşılır ?

Patlayan bir silikon protezi bulguları şunlar olabilir:
● Memede ağrı
● Şekil bozukluğu veya büyüklüğün değişmesi
● Memeni sertleşmesi veya yumuşaması
● Memede yumru oluşması

Aslında vücuda konan bütün protezlerin çevresinde kapsül denen ince bir fibröz tabaka oluşmaktadır. Bu tabaka patlayan implantla vücut arasındaki teması azaltabilir. Teknolojik olarak gelişen implantlarda eskiden olduğu gibi akıcı bir jel yer almamaktadır. Bu tür implantlar patlasalar bile içindeki jel yer değiştirmemektedir. Bu nedenle implantın patladığına diar bir bulgu ortaya çıkmayabilir.

Tanı Nasıl Konur?

Protezinizde bir farklılık olduğunu düşünüyorsanız, doktorunuza başvurunuz. Eğer doktorunuz muayene sırasında şüpheli bir bulguya ulaşırsa sizden meme MR’ı isteyebilir. MR tetkikinde memenin iç kısmı görüntülenerek tanı konulabilir. Zaten meme protezi yaptırdıktan 3 yıl sonra kontrol amaçlı bir MR çekilmesi ve bunun iki yılda bir tekrarlanması önerilmektedir.

Patlayan İmplantlarda Tedavi Nasıldır?

Eğer sessiz bir silikon kaçağı varsa, sizde bir şikayet yaratmıyorsa, hiçbir şey yapılmadan beklenebilir. Semptomatik olan olgularda silikonu değiştirmek gerekir. Eğer tekrar bir protez konmasını istemiyorsanız her iki silikon da çıkarılıp yerine meme toplama veya başka bir ameliyat yapılarak şekil düzeltilebilir.

Silikon Protezlerle ilgili Bir Takip Yapılıyor mu?

Silikon protezlerinizi öncelikle siz kontrol edebilirsiniz. Asimetri veya sertleşme gelişip gelişmediğini aynanın önünde göğüslerinizi elle kontrol ederek anlayabilirsiniz veya partneriniz de sizin için bunu yapabilir.
Eğer şekilde bir değişiklik varsa bunun silikon protezde bir yırtılma veya kaçağa bağlı olup olmadığı MR veya gelişmiş ultrasonik cihazlarla tespit edilebilir.

Silikon Protezler meme Kanseri Taramalarını Engeller mi ?

Silikon protezlerle mamografi çektirmek biraz daha güç olmakla beraber yapılmaktadır. Elde edilen görüntü kalitesi bir miktar bozulmakla beraber, silikon takan kadınlarla takmayanlar arasında radyolojik teşhisin doğruluğu ve hassasiyeti arasında bir fark bulunamamıştır. Ultrason ve MR çalışmaları da ek yöntemler olarak faydalı olmakla beraber, meme silikonu olan kadınlarda da hala en etkili kanser tarama yöntemi mamografidir. Ayrıca meme silikonu meme dokusunun altına takıldığı için fizik muayenede kitlelerin ayrımına varmak daha kolaylaşmaktadır.
Meme protezlerinin durumunun değerlendirilmesi ve olası çatlamaların saptanmasında ise MR çalışması en iyi sonuçları vermektedir. Çünkü MR sinyalleri işlenerek istenirse protez, istenirse de çevre doku ön plana çıkarılabilmektedir.

Silikon Protezler Kanserle İlişkili mi ?

Silikon protezlerin meme kanseri ile bir ilişkisi bulunamamıştır. Sadece 2011 yılında Amerikan FoodandDrug Administration (FDA ) çok nadir bir lenfoma tipi ile meme silikonları arasında muhtemel bir ilişki olabileceğine dikkati çekmiştir. Ancak bu konuda kesin bir veri ve delil yoktur.
Kapsül kontraktürünü azaltmak piyasaya sürülen özel bir tip silikon protezlerde, silikon kılıfın üzerine poliüretan bir kaplama yapılmaktadır. Bu süngerimsi kaplama silikonun çevresindeki reaksiyonu yumuşatarak veya bloke ederek sertleşmeyi önlemektedir. Poliüretan kaplamalarla yapılan bazı deneylerde farelerde karaciğer tümörleri ortaya çıkmıştır. Ancak uzun yıllardır kullanılmasına rağmen insanlarda böyle bir olguya rastlanmamıştır. Bu nedenle de FDA poliüretan kaplamalı implant kullanılan hastalarda, bu implantların çıkarılmasına gerek olmadığına karar vermiştir. Poliüretan protezler, özellikle kapsül kontraktürü nedeni ile silikonları değiştirilen bayanlarda tercih edilen bir implant türüdür.

Silikon implantların güvenliği ile ilgili en son FDA raporuna ulaşmak için tıklayınız :

Silikon Protezler Kanser Taramalarına Engel Olur mu?

Silikon protezlerle mamografi çektirmek biraz daha güç olmakla beraber yapılmaktadır. Elde edilen görüntü kalitesi bir miktar bozulmakla beraber, silikon takan kadınlarla takmayanlar arasında radyolojik teşhisin doğruluğu ve hassasiyeti arasında bir fark bulunamamıştır. Ultrason ve MR çalışmaları da ek yöntemler olarak faydalı olmakla beraber, meme silikonu olan kadınlarda da hala en etkili kanser tarama yöntemi mamografidir. Ayrıca meme silikonu meme dokusunun altına takıldığı için fizik muayenede kitlelerin ayrımına varmak daha kolaylaşmaktadır. Meme protezlerinin durumunun değerlendirilmesi ve olası çatlamaların saptanmasında ise MR çalışması en iyi sonuçları vermektedir. Çünkü MR sinyalleri işlenerek istenirse protez, istenirse de çevre doku ön plana çıkarılabilmektedir.

Silikon Protezler Allerji Yapar mı?

Silikon protezlerinotoimmun hastalıklara hastalıklara yol açabileceği iddiası üzerine Amerikan FoodandDrug Administration 1992 yılında estetik amaçlı meme büyütme ameliyatlarını durdurmuş ve konunun incelenmesini istemişti. 14 yıllık bir süre içinde böyle bir ilişkinin varlığı hem üretici firmalar, hem de bağımsız kuruluşlar ve tıbbi paneller tarafından araştırıldı. Silikon protezlerle otoimmun hastalıklar arasında herhangi bir ilişki saptanamayınca FDA, 2006 yılında estetik amaçlı protez kullanımına izin verdi. Bu konudaki raporlara https://books.nap.edu/catalog/9602.html adresinden ulaşılabilir.

Kapsül KontraktürüNedir ?

Silikon vücuda çok iyi kabul edilen, nötr bir madde olmasına rağmen zamanla çevresinde bir zar gelişir. Tıpkı istiridyenin içine kaçan kum tanesinin, etrafında zamanla tabakalar oluşup inciye dönüşmesi gibi, silikonun etrafında oluşan tabakalar da çoğalırsa silikon sert, dar ve kalın bir zar oluşur (Şekil 1). Bu durum memelerde sertlik, ağrı ve şekil bozukluğu olarak hissedilir. Kapsül kontraktürü denen bu olaya rastlanma sıklığı % 15 civarındadır. Bazen tek memede de çıkabilir. Büyütme ameliyatlarında en başta gelen revizyon nedeni % 35 ile kapsül kontraktürüdür. Bunu asimetriler takip eder (% 24).

Şekil 1. Kapsül kontraktürü nedeni ile çıkarılmış bir protezin çevresindeki kapsül formasyonu

Geçtiğimiz yıllarda kapsül kontraktürünün silikonun implanttan dışarı olan kaçaklardan veya protezin yüzey dokusundan kaynaklandığı düşünülürken artık mikrobik bir enfeksiyon olduğu tezi geçerlik kazanmıştır. Enfeksiyonun nedeni ise silikon vücuda takılırken çevreden onun yüzeyine yapışıp içerde kalan bakterilerdir. Silikonun altına saklanarak biofilm adı verilen koloniler kuran bakteriler klinik olarak belli olmayan çok düşük seviyede local bir enfeksiyon yaratırlar.

Biofilm oluşumunu önlemek için çeşitli önlemler alınmaktadır. Bunlar: Silikonları takarken eldivenleri değiştirmek, pudrasız eldiven kullanmak, silikonları direk kutudan çıkarıp hiçbir yere değdirmeden takmak, bunu yapmadan önce antibiyotik karışımları ile yıkamak ve ölçü için kullanılan ‘sizer’ silikonların temizliğine ve az kullanılmış olmasına dikkat etmek. Özellikle meme başından girilerek konulan protez ameliyatlarında protezi içeri sokarken memedeki süt kanallarına temas kaçınılmaz olabilmektedir. Bu süt kanalları ise meme başından dışarı açıldıkları için silikona bakteri bulaştırabilirler. Bu nedenle artık silikonların meme başından konması tavsiye edilmemektedir.

Kapsül Kontraktürünün Tedavisi Nasıldır ?

Kapsül kontraktürü 4 derece ile sınıflandırılmaktadır. Tedavisi de buna göre değişir. Baker sınıflaması denilen bu değerlendirme şu şekildedir:
Baker I – Bütün implantların etrafında ince bir zar oluşur. Semptom vermez, memeler normal görünümlü ve yumuşaktır
Baker II – Sadece hekimin muayene sırasında anlayabileceği hafif bir sertleşme vardır
Baker III – Hem hekim, hem de hasta tarafından elle yoklamada analaşılabilen bir sertlik vardır
Baker IV – Sertlik ve kapsüldeki sıkışma memenin şeklini karşıdan bakıldığında anlaşılabilecek derecede değiştirmiştir

Baker I‘de bir şey yapmaya gerek yoktur.
Baker II’de takip etmek yeterlidir
Baker III’deantihistaminik ilaçlar veya yeni çıkan ultrasonik masaj cihazları kullanılabilir
Baker IV’de ise ameliyatla protezleri ve kapsülü çıkarıp yeni bir plana yeni bir protez koymak gerekir.

Silikon Protez Garantisi Var mı?

Allergan®, Mentor® ve Polytech® gibi ana üretici firmalar silikon protezlerle ilgili üretim hatalarına karşı 7 ile 10 yıl arasında garanti vermektedirler. Silikon protezlerde kaçak veya yırtılma olması gibi aslında pek de sık ratlanmayan durumlarda sadece silikonlar yenisi ile değiştirilmekte, ameliyat ve hekim ücretleri ortada kalmaktadır. Sadece Polytech firması buna ilaveten kapsül kontraktürü için opere olan hastalarda da protezi ücretsiz değiştirmektedir.

Garanti kapsamına girebilmek için takılan protezlerin seri numaralarını içeren etiketlerin veya garanti kartının alınması gerekir. Garanti kartı veren üretici firmalar birkaç hafta içinde hastanın adını ve implant bilgilerini içeren kartları hastanın doktoruna göndermektedir.

İmplant (Protez) ile meme onarımı nasıl yapılır?

Protez ile rekonstrüksiyon, meme onarımının bir başka yoludur. Meme protezleri yuvarlak ya da damla şeklinde olabilir. Esnek bir silikon kılıf içine silikon jel veya tuzlu su vardır. Protezler ya göğüs kasının altına ya da kasın üstüne cilt ve cilt altı dokusunun altına yerleştirilir.

Protez ile meme onarımı ameliyatlarından sonra hastaların yeni oluşturulan meme şeklinin eski memeye benzemeyeceğini ve aynı zamanda meme cildinde ve meme başında his kaybı olabileceğini bilmeleri gerekir.

Protez ile onarım yapılacaksa hastada mutlaka meme cildinin korunması gereklidir. Eğer olabilecekse meme başının da korunması hastayı ameliyat sonunda ruhsal açıdan iyi hissettirecektir. Protez ile onarım için cildin ve cilt altı dokusunun sağlıklı olması çok önemlidir.

Protez ile onarımın avantajları arasında; vücudun başka yerlerinde kesi yaralarının olmaması, ameliyatın daha kısa sürmesi, iyileşme döneminin daha rahat geçmesi bulunmaktadır. Eğer radyoterapi uygulanmayacaksa protez ile onarım tercih edilebilmektedir. Radyoterapi uygulanacak hastalar protez ile onarımı tercih ederlerse, ilk aşamada geçici olarak cilt altına doku genişletici (ekspander) protez yerleştirilir, radyoterapi bittikten sonra bu geçici protez çıkartılır ve kalıcı protez ile meme onarımı tamamlanır.

Eğer sadece bir memeye protez ile onarım yapılacaksa diğer meme ile simetri kaybolacaktır. Simetri bozukluğu istemeyen hastalar aynı seansta her iki memeye de protez ameliyatını tercih edebilirler.

Meme Küçültme : Bilinenler ve Bilinmesi Gerekenler

Bazen meme gelişmeye başladıktan sonra genetik faktörler nedeniyle genç kızlık dönemlerinde meme çok büyük bir hale gelebilir. Bazen normal boyutlarda olan bir meme hamilelikte hormonal değişiklikler sonucu çok irileşip doğum sonrasında da öyle kalabilir. Bazense bazı hastalıklar, şişmanlama, hormonal ilaçlar kullanma sonucu memeler çok büyüyebilir. Meme büyümelerinde değişen oranlarda memenin hem yağ dokusunda hem de süt bezi dokusunda artış olur. Neden ne olursa olsun çok büyük bir meme birçok sorunu da beraberinde getirir.

Büyük Memenin Yarattığı Problemler

Büyük bir meme haliyle yer çekimine daha çok maruz kalacağı için daha kısa sürede sarkmakta ve görünümü bozulmaktadır. Görünüm bozulması dışında iri bir memenin ağırlığına bağlı hastada sırt ve boyun ağrıları olabilir, Ağırlığa direnç göstermek için boyun kasları gelişip kötü bir görünüme neden olabilir. Kişinin öne doğru eğilmesine yol açıp vücudunun duruşunda bozulmasına hatta omurgada kamburluğa kadar giden deformasyonlara neden olabilir. Sütyen askılarının omuzları kesmesine bağlı yara açılmasına ve bazen kol sinirlerine baskı yapıp elde uyuşmalara yol açabilir. Büyük ve sarkık bir memenin alt bölümünde sürtünme ve terleme sonucu pişikler olabilir, pişikler ilerleyip yaralara dönebilir. Ayrıca büyük ve ağır memeler kişinin fiziksel aktivitesini sınırlayabilir.

Özellikle büyük bir memeye sahip genç kızlarda giysi seçimi konusunda sıkıntı yaşanabilir. Büyük ve sarkık memeler nedeniyle kadının kendini beğenmemesi ve öz güveninin zedelenmesi durumunda, sosyal ve hatta psikolojik sorunlara da neden olabilir.

Ayrıca meme bezi miktarının arttığı durumlarda meme kanseri görülme olasılığı da artar.

Meme Küçültmenin Diğer Estetik Ameliyatlardan Farkı

Meme küçültme ameliyatında amaç büyük olan memeyi küçültüp daha estetik bir görünüm oluşturmak olsa da yapılan ameliyat aslında estetik değil rekonstrüktif bir ameliyattır. Ben ve benim gibi düşünen çok sayıda estetik cerraha göre özellikle çok iri olan memelerin küçültülmesi hastanın ileride oluşabilecek birçok sorununu azalttığı için özel sağlık sigortaları ve devlete ait sağlık kurumları tarafından estetik olarak değerlendirilmemesi yönünde olsa da şimdilik böyle bir uygulama söz konusu değildir.

Meme Küçültmenin Sağladıkları

Meme küçültme ameliyatında, meme kişinin vücut ölçülerine göre küçültülüp yeniden şekillendirilirken memelere doğal bir görünüm kazandırılır. Operasyon hastanın iri memelere bağlı olan şikayetlerini ortadan kaldırıp yaşamını kolaylaştırır.

Ameliyat izleri

Estetik cerrahi tıptaki en hızlı değişen ve gelişen alanlardan biri olsa da izsiz ameliyat mümkün değildir. Bu nedenle kişinin ameliyat konusundaki kafasında oluşan fikirleri ve beklentileri çok önemlidir. Ameliyat öncesi hasta yeterince ve gerçekçi bir şekilde bilgilendirilmelidir. Hasta her konuyu iyice anlamalıdır. Özellikle genç hastaların ameliyata karar verirken ameliyata bağlı izleri ve meme bezlerinde olabilecek hasarlanmayı iyice anlayıp öyle karar vermesi gerekir. Ayrıca genç kızlarda görülen meme büyümelerinde meme küçültülse de bazen tekrar büyüme olabilmektedir.

Meme küçültme ameliyatı özellikle iri ve sarkık memeye bağlı ciddi problemleri olan kişilerde genellikle iyi ve kalıcı sonuç verir. Bu kişilerin ameliyat sonrası memnuniyeti çok fazladır. Ancak memeleri normalden çok fazla iri ve sarkık olmayan veya meme büyüklüğüne bağlı ağrı, yara, pişik gibi şikayeti pek olmayan hastalar sadece küçük memelerden hoşlandıkları için meme küçültme ameliyatı olmuşsa ameliyat sonrası memnuniyeti çok daha düşük olacaktır. Bu gibi hastaların ameliyat olmaması daha iyidir.

Ameliyat Öncesi

Memenin büyüklüğünün boyutu, meme başının ne kadar aşağıda olduğu, meme cildinin yapısı, meme büyüklüğünde meme bezinin ve yağ dokunun oranına kadar tüm faktörler ameliyatın sonrası başarıyı etkileyeceği için dikkatle değerlendirilmelidir. Ameliyat öncesi gerekli testler yapılırken mamografi ve meme ultrasonu da yapılmalıdır.

Ameliyat Teknikleri

Meme küçültme ameliyatı temel olarak meme dikleştirme ameliyatına benzer. Meme dokusunun hacmi azaltılır, fazla olan deri çıkartılır ve meme başı olması gereken yere taşınır. Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın meme başı etrafında kesinlikle iz kalır. Geçmişte meme küçültme ameliyatlarında memenin büyüklüğüne göre değişen uzunlukta ters T şeklinde iz kalırken, son zamanlarda uygulanan tekniklerle küçültülecek meme miktarına ve meme başının sarkıklığına göre meme başından aşağıya doğru dik uzanan düz bir iz, dışa bakan L veya küçük bir ters T iz kalmaktadır. Ameliyat sonrası kalan izin şeklini ve miktarını, memenin büyüklüğü, uygulanan ameliyat yöntemi ve meme derisinin özelliği belirler. Meme üzerindeki izler başlangıçta belirgindir ama 1 yıl kadar sonra belli belirsiz hale gelir. Memelerin çok aşırı büyük ve sarkık olduğu kişilerde meme başının altındaki dokuyla birlikte taşınmasında doku ölümü riski çok yüksek olduğu için normalde kullanılan operasyon tekniklerinin uygulanması mümkün olmayabilir. Bu gibi durumlarda meme başı halkasının memeden ayrılıp serbest olarak taşındığı teknik(Thorek Tekniği) kullanılır. ThorekTekniği’nde kalan iz ters T şeklindedir. Sadece memesi büyük ama meme başı normal yerinde olan hastalarda liposuction ile hacimde küçülme sağlanabilir. Fakat memede büyüklükle birlikte sarkma da varsa liposuction ile hacmi azaltmak memedeki sarkmanın iyice artmasına neden olacaktır.

Ameliyat Sonrası

Meme küçültme ameliyatı, ameliyathane koşullarında genel anestezi altında hastanede yapılır, Ameliyat 3-5 saat sürer. Hasta 1-2 gün içinde taburcu edilir Ameliyat sonrası ağrı çok fazla değildir. Genellikle memeye kan birikimini önlemek için dren yerleştirilir. Dren 3. günde çıkarılır. Dikişler 7-10 gün sonra alınır. Hasta genelde 7-10 gün sonra pansumanlı da olsa işine dönebilir. 1 ay özel meme sütyeni giyilir. 3 ay süreyle ağır sporlardan uzak durulmalıdır.

Meme küçültme ameliyatı ile küçültülüp şekillendirilmiş memenin görüntüsü uzun süre için kalıcıdır. Ama kilo alma, hamilelik, süt verme ve yer çekimi gibi nedenler memede ilerde tekrar büyüme ve sarkmalara neden olabilir.

Komplikasyonlar

Tüm ameliyatlarda olduğu gibi meme küçültme ameliyatında da enfeksiyon,kan birikmesi(hematom) gibi bazı istenmeyen durumlar olabilir. Kanama: Nadir bir durumdur, ameliyat sırasında veya ameliyat sonrası dönemde görülebilir. Ameliyat sonrası, meme başı hissinde azalma veya kaybolma olabilir. Memede, meme içindeki bağ dokusu veya yağ nekrozuna bağlı sertlikte görülebilir Meme başında doku ölümü ve yara iyileşmesi problemleri sigara alışkanlığı olanlarda daha sık rastlanır.

Meme Dokusunun Oluşturulması

Ameliyat yönteminin seçiminde ve onarımının ne zaman yapılacağı bazı kriterlere göre belirleniyor, Bunda hastanın genel sağlık durumu, yaşı, vücut özellikleri, yapılan mastektomi operasyonunun özellikleri, radyoterapi uygulanıp uygulanmayacağı, diğer memenin durumu, hastanın tercihleri ve plastik cerrahın cerrahi tecrübesi ve yetenekleri gibi birçok faktör rol oynuyor.

Meme protezleri

Meme protezleri başlıca iki tipe ayrılıyor. İçi jel ve serum fizyolojik (tuzlu su) ile dolu olanlar Her iki protez tipinde de dış yüzey, silikon bir çeperden oluşuyor. Hastanın durumuna göre doğrudan protez yerleştirilerek onarım yapılabildiği gibi (eş zamanlı onarımlarda), önce göğüs duvarındaki yumuşak dokuları genişletmek için “doku genişletici” adı verilen balon yerleştirilip daha sonra bu balon çıkarılarak yerine kalıcı meme protezi konabiliyor. Bu yöntem özellikle geç onarımlarda tercih ediliyor.

Protezle meme onarım ameliyatı, teknik olarak daha basit ve suresi kısa bir yöntem. Ancak bu ameliyatla vücuda yabancı bir cisim yerleştiriliyor ve bu tur onarımlarda enfeksiyon, silikon sızması ya da protezin sönmesi gibi sorunlarla karşılaşabiliyor. Bu yöntemin diğer önemli bir sakıncası da Silikon protez çevresinde sert doku gelişmesi durumunda memenin yeterince doğal bir görüntüye sahip olamaması.

Hastanın kendi dokutan (Otojen dokular) ile meme onarımı

Otojen dokuyla meme onarımları, daha karmaşık ve cerrahı tecrübe gerektiren ameliyatlar olarak kabul ediliyor Otojen doku olarak sıklıkla karın, sırt, kalça se bacaktan hazırlanan dokular kullanılıyor. Bunlar;

Memebaşı ve areolanın onarımı

Memebaşı ve areolanın onarımı

Bazen doğal bir meme görüntüsü elde etmek için birkaç ameliyat gerekebiliyor. İlk ameliyat yani meme dokusunun oluşturulması işlemi en karmaşık olanı. İkinci ameliyat, ucu ve areolanın (memebaşı çevresindeki koyu alan) oluşturulmasıysa daha kolay ve bu işlemler lokal anestezi altında yapılabiliyor. Meme ucu, bölgedeki dokulardan yapılıyor. Çevresindeki koyu renkli alan için dövme yapılabildiği gibi, karşı memebaşından ya da kasıktan alınan deri de kullanılabiliyor.

Memeler arası simetrinin sağlanması

Tek taraflı meme onarımının yapıldığı durumlarda onarılan memenin ameliyat bitiminde karşı memeyle simetrik olması beklenmiyor. Bu özellikle diğer memenin büyük veya sarkık olduğu durumlar için geçerli. Bu durumda memeler arasında simetriyi sağlamak amacıyla karşı memeye de bazı operasyonlar uygulanabiliyor. Bunlar karşı memenin küçültülmesi, dikleştirilmesi veya büyütülmesi şeklinde olabiliyor.

Meme ameliyatları sonrası

Ameliyat sonrası ağrı büyük ölçüde İlaçlarla giderilebiliyor. Ameliyatın boyutuna göre rekonstrüksiyon uygulanmamışsa 1-2 gün, rekonstrüksiyon uygulanmışsa 2 ile 5 gün arası hastanede kalmak gerekebiliyor. Meme koruyucu cerrahi uygulanmışsa 1 gün, mastektomi uygulanmışsa 1-2 gün içinde hastalar taburcu ediliyor. Ameliyatta genellikle sıvıların birikmesini engelleyen drenler konabiliyor ve yapılan ameliyata göre bu drenler ameliyat sonrası birkaç gün ile 1-2 hafta arasında alınıyor.

Günlük aktivitelere dönüş

Ameliyat sonrası günlük aktivitelere geri dönme süresi yapılan ameliyatın boyutuna göre değişmekle birlikte, genellikle birkaç günden 4 haftaya kadar değişebiliyor. Otolog rekonstrüksiyon uygulanan hastalarda hastanede kalma süresi protezle meme onarım ameliyatlarına kıyasla daha uzun olabiliyor.

Hastalar drenleri olsa dahi içine su kaçmasını önleyip 2 gün sonra normal hayattaki gibi banyolarını yapabilirler. Banyo sonrası dren kenarı pansumanlarının yenilemesi gerekiyor. İki gün sonrasında ameliyat yaralarının su ile ıslanmasında bir sakınca bulunmamakla beraber, sadece yara üzerine sert tahrişten kaçınmak gerekiyor.

Ameliyatın bitiminden birkaç saat sonrasından itibaren yeme ve içmelerinde bir kısıntı, özel bir diyet uygulanmıyor.

Rekonstrüksiyon İle normal duyu kazanılmıyor, ancak zaman içinde bir miktar duyu gelebiliyor, izlerin çoğu zaman içinde solabiliyor. Ancak bu süre 1-2 yılı bulsa da, izler tamamen kaybolmuyor. Onarımının kalitesi yüksek olduğu sürece, hastalar izleri daha az önemsiyorlar.

Mikrocerrahi

Bu tip serbest doku aktarımı yöntemiyle meme onarımında deri ve derialtı yağ dokusu besleyici damarlarıyla birlikte bağlı bulunduğu karın, sırt veya kalça bölgesinden tamamen ayrılıyor ve damarların alıcı bölgedeki damarlara dikilerek yaşaması sağlanıyor. Bu ameliyat İçin plastik cerrahın mikro cerrahi konusunda deneyimli olması gerekiyor. Çünkü ince damarların birbirine dikilmesi ancak mikroskop altında mümkün olabiliyor.

Otojen dokular içerik olarak meme dokusuna daha çok benziyorlar. Bu özellikleri sayesinde, otojen dokuyla elde edilmiş memenin fiziksel davranışı doğal memeye daha çok benzerlik gösteriyor, duyu hissi protez uygulamalarına göre daha iyi olarak geri geliyor. Ameliyat sonrasında, İzlerin solması ve kullanılan dokuların yumuşaması da memnuniyet duygusunu arttırıyor. Otojen dokular özellikle kilo alıp vermelere normal meme gibi yanıt veriyorlar. Bunun sonucu olarak, onarım sonrası aşın kilo almaya ya da vermeye veya yaşlanmaya bağlı sarkma durumlarında iki meme arasındaki simetri daha doğal kalabiliyor. Ayrıca otojen dokularla onarılan memeler, radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarına engel teşkil etmiyorlar.

Meme ağrısı tehlikeli midir?

Meme ağrısı (mastodinia) tek başına meme kanseri açısından anlamlı değildir.

Meme kanseri sinsi bir hastalıktır ve genellikle ağrı yapmaz. Memede hissedilen ağrı, sancı, gerginlik hissinin en sık sebebi yaşanan hormonal değişikliklerdir.

Fibrokistik değişiklikleri olan kadınlarda hormonal değişiklikler ile hissedilen ağrı hissi daha belirgin olabilmektedir. Özellikle adet öncesinde hormonların yükselmesine bağlı ağrı ve gerginlik hissi daha belirgin olmaktadır.

Meme kanserinin ağrı yapması nadirdir ancak bazı ilerlemiş meme kanserlerinde ağrı görülebilir.

Fibroadenomlar kansere dönüşür mü?

Fibroadenomlar, memenin en sık görülen iyi huylu tümörleridir. Genel olarak 20-40 arası yaşlarda görülür ancak bazen daha ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Tüm toplumda görülme sıklığı % 10’dur. Bir kısım hastada birden fazla hatta her iki memede birden oluşabilir.

Muayene sırasında kolayca ele gelir çünkü çevre dokulardan belirgin şekilde sınırları ayrılmış genellikle fasulye şeklindedir. Bazen birden fazla lobüllü de (yapışık yumrular) olabilir. Muayene esnasında yüzeyinin düzgün olması, çevre dokulara yapışık olmaması ve elin altından kolayca kayan hareketli yapısı ile kolay fark edilir.

Ultrasonografi yardımı ile memedeki kistlerden ve meme kanserinden ayırd edilmesi çok zor değildir. Özellikle meme kanseri ile karıştırılmaması gerekir. Bunun için fibroadenomlar ilk fark edildiğinde belirli bir süre maksimum 6 ay aralıklar ile ultrasonografi yardımıyla kontrol edilmelidir.

Fibroadenomların kansere dönüşme ihtimali yok denecek kadar azdır. Fibroadenomlar meme kanseri için risk faktörü değildir. Çeşitli yöntemlerle memenizde tespit edilen fibroadenomların memenizde kalmasında bir sakınca yoktur.

Fibroadenom olduğunu düşünülen bir kitlenin radyolojik takip altındayken büyümesi halinde genellikle o lezyonun fibroadenom olup olmadığından emin olmak istenir ve o lezyona radyolojik yöntemler rehberliğinde biyopsi yapılır. Fibroadenomların tek başına büyüme göstermesi cerrahi olarak çıkarılmalarını gerektirmez.

Çok büyüyen, elle hissedilen boyuta gelen, ele gelerek hastada anksiyeteye neden olan fibroadenomlar radyolojik veya cerrahi olarak çıkarılabilir. Meme kosmetik bir organdır, gereksiz cerrahiler bu kosmezisi bozabilir. Gerekli olmadığı durumlarda iyi huylu lezyonlar için cerrahiden sakınmak uygun olur.

Meme protezi nedir? Kimlere uygulanır?

Meme protezi tanım olarak, doğrudan kalıcı meme protezi yerleştirerek veya dokunun genişlemesi ve esnemesini sağlamak amacıyla, belli bir süre doku genişletici (tissueexpander) ‘balon’ ve ardından protez yerleştirerek yapılan onarımlardır.

Meme protezi, birkaç milimetre kalınlığında silikondan yapılmış dış kılıfı olan bir torbadır. Şekillerine göre yuvarlak (round) ve anatomik (damla); içinde bulundurdukları maddeye göre serum fizyolojikli (saline-filled) ve silikonlu; yüzey özelliklerine göre düz (smooth) ve pürtüklü (textured); yüksekliklerine göre ise yüksek (high), orta (moderate) ve düşük (low) profilli protezler olarak adlandırılırlar. Bir de doldurma sistemine göre geçici veya kalıcı olabilen ekspander meme protezleri vardır.

Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmamış kadınlar, beden görünümlerini korumak amacı ile dışarıdan sutyen içine yerleştirilen protez meme kullanmaktadır. Bu konuda eğitimli protez hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun protezin seçimine yardımcı olmaktadır.

Meme protezi daha çok estetik meme cerrahisinde (meme büyütme) kullanılmaktadır. Meme onarımı (rekonstrüksiyon) amacıyla sadece implant kullanımı; daha çok kendi dokusunun kullanılamadığı, uzun süren cerrahi yöntemleri tolere edemeyen, sırtında veya karnında ameliyat yapılmasını istemeyen, deri kaybı fazla olmayan, meme dokusu alanı kötü izli (skar) veya enfekte olmayan, meme veya göğüs duvarına radyoterapi almamış, koruyucu (profilaktik) mastektomi yapılmış, iki taraflı meme onarımı planlanan, simetriyi sağlamak için diğer memenin cerrahisine izin vermiş hastalarda uygulanır.

Silikon protezler meme kanseri riskini artırır mı ?

Yapılan arastırmalar silikon impaltların meme kanseri riskini artırmadığını göstermiştir.

Hormon kullanımı mamografilerde değişikliğe neden olur mu?

Hormon kullanan olgularda da tüm 40 yaşını aşmış bayanlarda olduğu gibi yılda bir kez mamografi yaptırmak yeterlidir, mamografinin sıklığında bir artışa gerek yoktur. Gereğinde ultrasonografiden de yararlanılır.

Fibroadenom nedir?

Fibroadenomlar kadınlarda her yaşta en sık rastlanan solid (katı, içi sıvı olmayan), selim (iyi huylu) meme tümörüdür.  % 20 vakada sayıları birden fazladır. Memede radyolojik olarak selim olduğunu düşündüğümüz solid tümörlerin (kitlelerin) çoğunluğu fibroadenomdur.

Fibroadenom şüpheli bir lezyon ilk tespit edildiğinde altı aylık aralarla 2.5-3 yıl takip edilerek bunun kesinlikle iyi huylu bir lezyon olduğuna mantık yürütme ile karar verilir. Çünkü fibroadenomlar kansere dönüşmese bile fibroadenomları taklit eden kanserler mevcuttur. Böyle durumlarda risk almamak için fibroadenom şüpheli bir lezyon tespit edildiğinde altı aylık aralarla 2.5-3 yıllık radyolojik yöntemlerle takibe alınırlar. Fibroadenomların kansere dönüşme ihtimali yok denecek kadar azdır.

Fibroadenomlarhormonal etkilerle büyüyebilir küçülebilirler. Menapozdan sonra sıklıkla küçülüp kireçlenme gösterirler. Hamilelik ve emzirme dönemlerinde belirgin büyüme gösterebilirler.

Memenin iyi huylu tümörleri (fibroadenomlar) nasıl tedavi edilir?

Klasik tedavi, endikasyonu olan fibroadenomların ameliyat ile çıkarılmasıdır. Ancak fibroadenomlar nedeni ile yapılan operasyonlar bir çok genç kadın için kosmetik açıdan can sıkıcı olabilmektedir.  Meme cildinde operasyona bağlı oluşan izler bir sorun olabileceği gibi, tekrarlayan fibroadenomlar nedeniyle yapılacak operasyon ve anestezi riskleri de hastalar için diğer bir  stres unsurudur.

Gelişen teknoloji ile birlikte fibroadenomların ameliyatsız tedavi edilmelerine olanak sağlayan bir çok yöntem geliştirildi. Bunların arasında en sık kulanılanı vakum iğneleri ile fibroadenomların çıkarılmasıdır. Ayrıca fibroadenomlarınkryoablasyon sistemlerinde dondurularak ve echoterapi sisteminde ısıtılarak ablasyonları (bulundukları yerde öldürülmeleri) mümkündür.

Ameliyatsız Fibroadenom Tedavisi

Klasik endikasyonfibroadenomların ameliyat ile çıkarılmasıdır. Ancak fibroadenomlar nedeni ile yapılan operasyonlar meme cildinde operasyona bağlı oluşan izler ve anestezi riskleri nedeni ile sıkıntılı olabilmektedir.

Gelişen teknoloji ile birlikte fibroadenomların ameliyatsız tedavi edilmelerine olanak sağlayan yöntemler geliştirildi.

İğne eksizyonları:

Kalın bir iğne ile sonografi rehberliğinde memeye girip fibroadenomları bir bütün olarak veya parçalayarak memeden dışarı alan tedaviler (BLES, Vakum Biyopsi Sistemi).

Vakum biyopsi sistemi memede yıllardır yüksek hacimde biyopsi materyali alınması gerektiğinde kullanılan bir yöntemdir. Bu sistemde, kalın bir vakum iğnesi çıkarılacak fibroadenoma girdikten sonra, fibroadenom vakumla iğnenin içine çekilir ve ve dönen bir bıçak sistemi ile kesilir. Sonografi rehberliğinde Vakum Biyopsi Sistemi, fibroadenomların tedavisinde (çok sayıda parça parça dokunun dışarı alınması ile) yıllardır başarıyla kullanılmaktadır. Vakum biyopsi tekniği ile fibroadenomeksizyonları, fibroadenomların ameliyatsız tedavisinde en sık uygulanan yöntemdir.

Ablasyonlar:

Fibroadenomları cilt üstünden veya meme içinden fibroadenomları tahrip edip, gelişimini bozup, küçülten ablasyon tedavileri (Kriyoablasyon, Lazer Ablasyon, Ses dalgası (echoterapi) ile ablasyon),

Ses dalgaları ile ablasyonda (echoterapi) sonografi ile hedeflenen fibroadenoma yüksek enerjili fokuslanmış tekrarlayan ses dalgaları gönderilerek fibroadenomun hayatiyetini kaybetmesi sağlanır. Bu işlem tamamen cilt üstünden yapılmakta hastaya tek bir iğne bile yapılmamaktadır.

Kriyoablasyon ve lazer ablasyonda, lokal anestezi altında ve sonografi rehberliğinde, fibroadenomun ortasına özel bir iğne (probe) yerleştirilir. Daha sonra, fibroadenom bu iğne aracılığıyla dondurularak (kriyoablasyon) ya da yakılarak (lazer ablasyon) hayatiyetini kaybettirilir. Canlılığını kaybeden fibroadenom zaman içinde küçülür.

Kist Nedir?

Tümörler memede iç yapılarına göre temelde iki cinstir. Kistik tümörler, solid tümörler. Kistik tümörlere kısaca kist’te diyoruz. Kistik tümörlerin yani kistlerin temel özelliği içindeki materyalin akışkan, yani sıvı olması. Kısaca kistler içi sıvı materyal dolu iyi huylu tümörcüklerdir.

Memede kistler kötü olmazlar ve kötüye yani kansere dönüşmezler.

Çeşitli hormonal değişiklikler ile bu kistler zaman içinde büyüyebilir, küçülebilir, sayıca artabilir, sayıca azalabilirler. Bu kistlerin büyümesi ve sayıca artması, kötülüğü, küçülmesi ve sayıca azalması iyiliği ifade etmemektedir. Bu değişiklikler sizin kilo almanız ve kilo vermeniz gibidir.

Kistler memede korkulacak bir durum değildir. Takiplerine gerekte yoktur.

Kadınlarda meme kanseri farkındalığı

Kadınlar bilinçlendikçe, meme kanserinde erken teşhis ve etkin tedavi imkânları artıyor. Meme kanseri hakkında bilgilendirme toplantıları, seminerler, konferanslar düzenleniyor. Çünkü hanımlar bilinçlendikçe meme kanserinde erken teşhis ve daha etkin tedavi imkânları da artıyor.

Riskler neler?

Her kadın farklıdır, her kadının “meme kanseri riski” de farklı olmalıdır ama genetik miras meme kanseri bakımından da çok önemlidir. Ailesinde özellikle anne, teyze, kız kardeşinde meme kanseri olanların bu tatsız hastalığa yakalanma riskleri maalesef beklenenden daha yüksektir.

Çok erken yaşlarda adet görmeye başlamak (özellikle 12-13 yaşından önce), çok geç yaşlarda menopoza girmek (özellikle 55 yaş ve sonrasında), hiç doğum yapmamak veya ilk çocuğa 30 yaşından sonra sahip olmak, yaş dilimi olarak 40’ın, özellikle 50’nin üzerinde bulunmak, gereğinden çok alkol tüketmek (kadınlarda günde 1 ölçüden fazla alkol tüketimi yanlış bir seçimdir), kişisel sağlık hikayesinde meme ve yumurtalık kanseri bulunmak riski artıran faktörlerdir.

İlk çocuğa 30 yaşından önce sahip olan, geç yaşlarda adet görüp erken yaşlarda menopoza giren, çocuklarını olabildiğince uzun süre emziren, fazla sayıda doğum yapan, kilo sorunu olmayan, sigara, alkol kullanmayan kadınlarda risk belirgin olarak azalmaktadır.

Hormon desteği almalı mı?

Meme kanserine yakalanma riskiyle menopoz sürecinde destek olarak östrojen hormonu kullanımı arasındaki ilişki sık sık gündeme gelen ve çok tartışılan bir konudur. Menopoz dönemindeki ateş basması, uykusuzluk, terleme, çarpıntı, vajinal kuruluk, cinsel dürtüde azalma gibi sorunlardan kurtulmak amacıyla östrojen desteği kullanan kadınlarda meme kanseri riskinin beklenenden daha yüksek olduğu birbirinden çok farklı ülkelerde, çok farklı gruplarda yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır.

Haklı olarak menopoz belirtileri çok şiddetli olan pek çok hanım bu sorunu belirgin biçimde azaltabilen östrojen desteklerinden faydalanmayı arzu etmektedir. Yine haklı olarak pek çok hekim özellikle konunun temel uzmanları olan kadın hastalıkları uzmanları hastalarına yardımcı olabilmek amacıyla hormon seçeneklerinden de yararlanmayı düşünmektedir.
Tabii ki menopoz belirtileri şiddetli ise hormon tedavisi geçici bir seçenek olabilir. Ama ben ve benim gibi düşünen çok sayıda hekim için oldukça riskli bir seçenektir. Daha da önemlisi, riski olmayan ya da daha başka seçenekler de vardır. Bu yüzden menopoz belirtilerini geçici bir süre (1-2 yıl) azaltmak için bile olsa hormon desteklerinin kullanılması iyi düşünülmesi gereken, ciddi bir karardır.

Özellikle ateş basmaları ve vajinal kuruluk sorunu için hâlâ en etkili tedavi yönteminin hormon desteği olabileceğini kabul etmeme rağmen hem bu desteklerin her hastada işe yaramayabileceğini öğrenmem, hem de söz konusu sorunların başka yollarla, reçeteli bazı ilaçlar, daha da güzeli doğal bazı desteklerle de çözülebileceğini düşünmem nedeniyle öncelikle meme kanseri riskini artırabildikleri için hormon desteklerine sıcak bakmıyorum.

Ayrıca bu ilaçların kalp krizi, felç ve hayatı tehdit edebilecek pıhtılaşma sorunlarına da yol açabilmeleri tereddüdümü daha da artırıyor. Ama yine de kararınızı sizi izleyen kadın hastalıkları uzmanınızla birlikte vermenizi tavsiye ederim. Çünkü her konuda olduğu gibi “hastalık yok, hasta vardır” prensibi ve “her tedavinin kişiye özel tasarlanması” kuralı burada da geçerlidir.

Meme ultrasonu işe yarıyor

Gerek meme kanserinin erken teşhisinde gerekse memede saptanan herhangi bir kitleyi izlemede ultrason, özellikle de mamografi (meme röntgeni) çok yüksek standartlı tanı yöntemi kabul ediliyor.

Özellikle 40 yaşın altındaki hanımlarda mamografi yerine başlangıçta ultrasonografik incelemelerin yapılması tercih ediliyor. Bu inceleme herhangi bir kitlenin varlığını ve o kitlenin konumunu, yapısını, hatta cinsini belirlemede çok faydalı bilgiler verebiliyor.

Fibroadenomlar ne zaman tedavi edilir?

Fibroadenomlar özellikle menopoz öncesi genç kadınlarda sıklıkla izlenen, iyi huylu meme tümörleridir. Kansere dönüşme ihtimalleri yok denicek kadar azdır. Genellikle takip edilirler ve tedavi gerektirmezler.

Ancak, hızlı büyüyen, ağrı oluşturan, ya da ele gelip anksiyeteye neden olan fibroadenomlar cerrahi dışı veya cerrahi çeşitli yöntemlerle tedavi edilmektedir.

meme-kistleri-nedir

Korkulan bir hastalık olan meme kanseri her zaman dikkat çeken güncel bir konudur. Ancak memenin iyi huylu hastalıklarının görülme sıklığı meme kanserine oranla daha fazladır.

Memenin iyi huylu hastalıkları ile meme kanserine ait belirti ve bulguların bir kısmı ortaktır. Bu nedenle ayırıcı tanıda dikkatli olmak gerekir.

Meme kistleri

Fibrokistik hastalık nedir?

Yıllarca fibrokistik hastalık olarak tanımlanan memede kistik gelişimlerin sıklıkla izlendiği durum artık bir hastalık olarak kabul edilmemekte ve fibrokistik yapı olarak adlandırılmaktadır. Fibrokistik yapı artık normalin bir formu olarak kabul edilmektedir ve yaradılıştan gelen bir durumdur. Yani göz renginin mavi veya kahverengi oluşu veya sarışın esmer oluşunuz gibi genetik olarak belirlenen bir özelliğinizdir. Kadınların yaklaşık % 40-50 sinde görülmektedir.

Fibrokistik yapı bir takım özellikleri de  beraberinde getirir, fibrozis artımı, kistik gelişimler süt kanallarında belirginleşmeler çeşitli oranlarda görülebilir. Fibrokistik yapı tek başına meme kanseri için bir risk faktörü de değildir.

Ameliyatsız fibroadenom tedavi yöntemleri nelerdir?

Bu yöntemler temelde iki gruba ayrılır.

1.Kalın bir iğne ile girip fibroadenomları bir bütün olarak veya parçalayarak memeden dışarı alan tedaviler (BLES, Vakum Biyopsi Sistemi).

BLES, İngilizce “BreastLesionExcisionSystem” teriminin kısa halidir. BLES’delokal anestezi sonrasında  radyofrekans ile dokuyu kesen tellerin bulunduğu özel bir iğne ile sonografi rehberliğinde fibroadenoma kenarına kadar gidilir. İğnenin içinden çıkan teller fibroadenomun çevresindeki dokuyu radyofrekans ile yakarak fibroadenomu çevresinden ayırır ve çepçevre sarar. Kesilip bir tel ağ içine alınan çekilerek tek parça halinde dışarı alınır. Birkaç dakikalık bu işlemle, fibroadenom cerrahi operasyondaki gibi tamamen dışarı alınabilir. Çapı 2.5 cm ye kadar olan fibroadenomlar bu yöntemle tamamen alınabilir.

Vakum biyopsi sistemi perkütan olarak memede yıllardır çok miktarda biyopsi materyali gerektiğinde kullanılan bir yöntemdir. Bu sistemde, kalın bir iğneyle biyopsi yapılacak yere girildikten sonra, doku vakumla iğnenin içine çekilir ve ve dönen bir biçak sistemi ile kesilir. Kesilen parçalar iğne içinden emilerek dışarı alınır. İğne memeden çıkarılmadan sürekli bu işlem tekrarlanabilir. Sonografi rehberliğinde Vakum Biyopsi Sistemi, fibroadenomların tedavisinde (çok sayıda parça parça dokunun dışarı alınması ile) başarıyla kullanılmıştır. Lokal anestezi altında 4 cm boyuta kadar fibroadenomlar bu yöntemle tamamen çıkarılabilir.

2. Fibroadenomları cilt üstünden meme içinde tahrip edip, gelişimini bozup, küçülten tedaviler (Kriyoablasyon, Lazer Ablasyon, Ses dalgası (echoterapi) ile ablasyon),

Ses dalgaları ile ablasyonda (echoterapi) sonografi ile hedeflenen fibroadenoma yüksek enerjili fokuslanmış tekrarlayan ses dalgaları gönderilerek fibroadenomun hayatiyetini kaybetmesi sağlanır. Bu işlem tamamen cilt üstünden yapılmakta hastaya tek bir iğne bile yapılmamaktadır.

Kriyoablasyon ve lazer ablasyonda, lokal anestezi altında ve ultrason kılavuzluğunda, ciltte iğne ile girilerek fibroadenomun ortasına özel bir iğne (probe) yerleştirilir. Daha sonra, fibroadenom bu iğne aracılığıyla dondurularak (kriyoablasyon) ya da yakılarak (lazer ablasyon) hayatiyetini kaybettirilir. Canlılığını kaybeden fibroadenom zaman içinde küçülür.

Meme başında akıntı olması önemli midir?

Meme akıntıları akıntının cinsine göre önem kazanmaktadır. Meme başından sebatkar kanlı veya bozulmuş kan (kırmızı şarap rengi) görünümündeki akıntılar meme kanserinin bulgusu olabilir ve mutlaka tetkik edilmelidir. Meme başından zaman zaman gelen sarı -yeşil sıvı genellikle fibrokistik değişikliklerle beraberdir ve çok önemli değildir. Meme başından akıntı varsa mutlaka doktor kontrolü, bu akıntının içindeki hücrelerin mikroskopik tetkiki ve gereklilik halinde süt kanallarını gösteren galaktografi yapılmalıdır.

Vücut kitle endeksi ve meme kanseri arasındaki ilişki var mıdır?

Meme kanserinden korunmak konusunda çeşitli önemli çalışmalar sürmektedir. Şişmanlık, vücut kitle endeksi, kilo ve meme kanseri arasındaki ilişki öne çıkmaktadır. Özellikle menopoz dönemindeki kadınların şişmanlaması önemli bir risk faktördür. Çünkü yağ dokusunun artması östrojen sentezinin de artmasına neden olmaktadır ve östrojen artışı meme kanseri riskini yükseltir. Bu nedenle şişmanlığı önlemek için düzenli egzersiz yapılması (haftada toplam 5-6 saat) ve kalori alımını kısıtlayıcı diyet uygulanması şarttır.

Bu koruyucu önlemlere ek olarak 12 aydan daha uzun süre emzirmek, hormonlu besinleri kullanmamak, alkolden uzak durmak, östrojen hormonlu ilaçların uzun süre kullanılmaması önemlidir.

Meme kanserinden koruyucu ilaçları düzenli olarak kullanmak da meme kanserinden korumaktadır. Bu ilaçlar meme kanserinin tedavisinde de kullanılan tamoksifen ve aromataz inhibitörleridir. Meme kanserine yakalanma riski yüksek olan hastalarda (doğum yapmayan, süt veremeyen, ailesinde meme kanseri olan, erken adet gören, geç menopoza giren vs) kadınlarda bu ilaçların meme kanserini başarı ile önlediği bilinmektedir.

Bir diğer yöntem de riski yüksek olan kadınlara yapılan koruyucu mastektomi ameliyatıdır. Profilaktikmastektomi, her iki memenin kanser olmadan boşaltılması ve içerisinin protezle doldurulmasıdır.

Meme Estetiği

Estetik Cerrahinin Amacı Nedir?

Doğuştan veya sonradan fark etmeksizin işlevini yitirmiş dokulara uygulama yaparak tekrar fonksiyonel görünüm elde etmektir. Estetik Cerrahide ise; vücut imajının daha güzel ve sağlıklı görünmesini sağlamak hedeflenir. Burada tıbbi bir problemden çok estetik problemler vardır

Meme Büyütme, Küçültme, Dikleştirme Cerrahi Operasyonlarına Nasıl Karar Verilir?

Estetik Cerrahi’de istenilen sonuç, bütün hastalara en uygun tedavi uygulamasının seçilmesiyle elde edilir. Estetik Cerrahi, vücudunuzdaki estetik sorunları gidererek sizdeki olabilecek potansiyel güzelliği ortaya çıkarır. Uygun tedaviler sizi en iyi, en doğru sonuca götürecektir.

Hastalar önce ön bir kontolden geçerler. Sigara vs. kullanımı, hastada bulunan mevcut hastalıklar, sürekli veya öncesinde kullanılan ilaçlar, iyileşme süreleri hasta, işlemde yapılan teknik hakkında hastaya bilgi verilir. Hastanın mutlu ve isteklerinin yerine getirilmesi tedavinin en önemli altın parçalarından biridir.

Operasyon Öncesi ve Sonrası Yaşanacak Durumlar Nelerdir?

Genel anesteziyle yapılan ameliyatlardır. Operasyon öncesi bütün tetkikler yapılmış olmalıdır; mamografi, ultrason gibi. Bunun yanı sıra ameliyat öncesi kan tahlilleri de aksatılmamalıdır. Tahlil sonuçlarına göre ameliyat tarihi belirlenmelidir. Soğuk algınlığınız ve ameliyatı olumsuz etkileyebilecek herhangi bir durumda önce bu hastalıkların tedavileri sonra ameliyat yapılmalıdır. Ameliyat öncesinde ameliyat saatinizin belirli bir saatine göre aç kalınmalıdır. Eğer yeni bir doğurma dönemi gerçekleştiyse emzirme döneminizin bitişinden 9 ay sonra ameliyat gerçekleşmelidir. Ameliyat 1-1.5 saatlik aralıklarla hastanın durumuna göre değişiklik gösterebilir.

Ameliyat sonrası dinlenme süreniz 3-4 gün arası değişmekle birlikte 1 haftaya kadar dinlenmeniz gerekir. Banyo yapımını operasyondan 4 gün sonra yapabilirsiniz. Yine 4 gün sonra sargı açılır, pansuman yapılır, kesinin olduğu bölgeye ise bant uygulanır. İyi bir iyileşme süresi için kolları sürekli yukarıya kaldırmaktan kaçınılmalıdır. 4. haftadan sonra doktorunuzun size önerdiği masajları aşırıya kaçmadan belirli aralıklarla 6 ay boyunca yapmalısınız. Ameliyat sonrasında oluşan yorgunluğun vücuttan uzaklaşması 2 gün sürer.

Ameliyat Sonrası Sporcu Sütyen Kullanımı?

Sargı sökülüp kesi üzerine bant konulduktan sonra kişiye sporcu sütyeni takılır. 3 hafta boyunca tedaviye destek olmak, göğüslerin formunu koruması amacıyla özellikle gündüzleri takılır. Ne kadar süreyle kullanılacağını kontrollere geldiğinizde veya taburcu edilirken doktorlarınız söyleyecektir.

Kontrollere Ne Sıklıkla Gidilmelidir?

Kontrollerinizi aksatmamaya dikkat ve özen göstermelisiniz. Doktorunuzla iletişim halinde olmakla birlikte, doktorunuzun belirlediği aralıklarla kontrollerinize gitmelisiniz. Kontrollerde iyileşme sürecinizde olabilecek veya oluşan durumları paylaşmalısınız.

Meme hastalıkları rehberi

Fibrokistik Meme

1. Özellikle regl öncesi memedeki ödemin ve kistler içindeki sıvının artmasına bağlı batma, zonklama, dolgunluk tarzında ağrılar olabilir. Bazen bu ağrılar tüm ay boyunca devam edebilir. Meme ağrısı her zaman bir meme cerrahı tarafından değerlendirilmeli ve memede ağrıya neden olan farklı bir yapı olmadığı uygun radyolojik tetkiklerle belirlenmelidir.
2. Memede çok sayıda kist varlığında, yeni oluşan kitleler fark edilmeyebilir ya da kist olduğu zannedilerek ihmal edilebilir. Bu nedenle kadının kendi meme yapısını tanıması ve yeni oluşumları fark edebilmesi için ayda bir kendi kendine meme muayenesi yapması ve senede bir kez de doktor muayenesi ve radyolojik görüntüleme ile takip edilmesi önerilmektedir.

Benign (iyi huylu) Meme Lezyonları

– Memenin en sık görülen iyi huylu tümörüdür. Kansere dönüşüm beklenmez.
– Çoğu zaman radyolojik görüntüsü tanı koymak için yeterlidir. Radyolojik ya da klinik şüphe halinde iğne biyopsisi ya da cerrahi biyopsi ile tanı konur.
– Hastanın yakın akrabalarında kanser varsa, fibroadenom boyutları büyükse, takipte büyüme ya da şekil değişikliği saptanmışsa, memede estetik kusur oluşturan deformiteye neden oluyorsa, ve hasta takip etmek istemiyorsa cerrahi olarak çıkartılır.
– Bunun dışında, biyopsiye gerek görülmeyen vakalarda 6 ay ara ile en az 2 yıl ultrasonografi ile kitlenin takip edilmesi, takipte büyüme ya da şekil değişikliği saptanması halinde cerrahi olarak çıkartılması önerilir.

– Özel bir grup oluşturur. Hızlı büyür ve tüm meme dokusunun yerini alabilir. İyi huylu olanları geniş çıkartılmalıdır, yoksa tekrarlar. Kötü huylu olanlarda patoloji sonucuna göre risk analizi yapılır.

– Süt kanallarının genişlemesidir. Başta emzirmiş kadınlar olmak üzere sık görülür.
– Eşlik eden lezyon ve genişleyen kanalın duvarında başka lezyonlar olup olmadığı ultrasonografi ile değerlendirilir.
– Meme başından akıntı ve ağrı gibi yakınmalara neden olabilir.
– Eşlik eden lezyon varlığında ve yakınması olan hastalarda, genişlemiş kanal ya da meme başı arkasındaki tüm kanallar çıkartılarak tedavi edilir.

– Memede kızarıklık, şişlik, sıcaklık ile karakterizedir.
– Emziren kadınlarda süt birikimine bağlı gelişir. Çoğu zaman memenin pompa ve emzirme ile boşaltılmasını takiben tedaviye gerek kalmadan geriler.
– Emzirme ya da gebelik dönemi dışında gelişen mastitler mutlaka cerrah tarafından değerlendirilmeli ve radyolojik tetkiklerle nedeni ortaya konmalıdır. Çoğu zaman iltihabi hastalıklara bağlıdır ancak bazı durumlarda meme kanserinin bir bulgusu olarak karşımıza çıkabilir.

– Erkekte meme büyümesidir.
– Vücutta östrojen/testosteron oranının bozulması ile ortaya çıkar.
– Çeşitli ilaçların yan etkisi olarak görüldüğünde ilacın kesilmesi ile kaybolur. Ancak bazen karaciğer hastalığı, testis tümörü ve tiroid bozuklukları gibi durumlarda da görülebilir.
– Erkekte meme büyümesi varsa mutlaka bir cerrah tarafından değerlendirilmeli ve bunun kitle nedeniyle olmadığı (erkek meme kanseri) anlaşılmalıdır. Gerektiğinde radyolojik tetkiklerle tanı doğrulanır. Sonrasında endokrin uzmanı tarafından nedene yönelik araştırma yapılır. Neden bulunursa tedavisine gidilir, neden yoksa operasyon önerilebilir.

– Lipomlar (yağ bezesi) iyi huyludur, şüphe uyandırmıyorsa biyopsi yapılması ya da çıkartılması gerekmez.
– Hamartomlar memenin ender görülen iyi huylu tümörleridir. Kitle oluştururlar. İçinde meme dokusu bulunduğu için bu lezyonlarda kötüye dönüşüm olabilir. Tedavi, lezyon bütün olarak çıkartılmasıdır.
– Radialskar, memenin klinik ve radyolojik olarak meme kanseri ile karışabilen lezyonlarıdır. Meme kanseri ile birlikte görülebilir, Cerrahi olarak çıkartılması önerilir.
– İntraduktalpapillom memedeki süt kanalları içinde oluşan ve çoğu zaman meme başından kanlı akıntı ile karakterize lezyonlardır. Genellikle iyi huyludur, ancak memede özellikle çevresel yerleşimli ve çok sayıda olanlarda eşlik eden kötü huylu lezyonlar olabilir. Klinik/radyolojik şüphe halinde ve meme başı kanamaları can sıkıcı bir hal aldığında cerrahi olarak çıkartılmalıdır.

Malign (kötü huylu) Meme Lezyonları

– Patolojik incelemede özellikle “atipi” saptanması halinde kanserleşme potansiyeli artar. Eşlik eden kötü huylu lezyonlar olabilir. Cerrahi olarak çıkartılmalıdır.

– Varlığında her iki memede ve herhangi bir odakta meme kanseri gelişme riski vardır. Meme taraması ve takibi iyi yapılmalıdır. Akrabalarında yoğun kanser hikayesi olan kişilerde kanser gelişimini önlemeye yönelik ilaç kullanımı ya da cerrahi (bilateral önleyici mastektomi) önerilebilir.

– Çıkartılmazsa kansere dönüşür. Eşlik eden kanser yoksa cerrahi olarak çıkartılması yeterlidir.
– Tedaviye radyoterapi eklenmesi tekrarlamayı önler.

– Meme kanserinin en sık bulgusu memede kitledir. Bu nedenle her kadın ayda bir kez kendi kendine meme muayenesi yapmalı ve memesini tanımalıdır. Memesinde farklılaşma hissettiğinde mutlaka muayene için cerraha başvurmalıdır.
– Meme kanseri taramasına 40 yaşında başlanır. Bazı özel durumlarda daha erken yaşlarda başlanabilir. Taramada mamografi kullanılır. Mamografi ile elle muayenede ve ultrasonografide tespit edilemeyen meme kanserinin öncü lezyonları henüz kansere dönüşmeden ya da kanser çok erken evrede saptanabilir.
– Kanser tanısı biyopsi ile ya da çıkartılan lezyonun ameliyatta ya da ameliyat sonrası histopatolojik incelenmesi ile konabilir.
– Klinik ya da radyolojik şüphe varlığında iğne biyopsisi sonucu temiz de çıksa memedeki lezyon cerrahi olarak çıkartılmalı ve tamamı incelenmelidir.
– Uygun cerrahi yöntemle tedavi edilir. Ameliyat öncesi kitleyi küçültme amaçlı kemoterapi uygulanabilir, cerrahi sonrası ışın tedavisi ve/veya kemoterapi ve/veya hormon tedavisi uygulanması gerekebilir.
– Tedaviler bittikten sonra hastalık nüksünü değerlendirmek için belli aralarla takibe devam edilir.

Kendi Kendine Meme Muayenesi Nasıl Yapılır?

Adım 1

Omuzlarınız düz ve kollarınız kalçalarınızda olacak şekilde aynada göğüslerinize bakarak başlayın.

İşte dikkat etmeniz gerekenler:

Adım 2

Şimdi kollarınızı kaldırın ve aynı değişiklikleri arayın.

Adım 3

Aynanın karşısındayken, meme uçlarından birinden veya her ikisinden de çıkan herhangi bir sıvı belirtisi olup olmadığına bakın (sulu, sütlü veya sarı bir sıvı veya kan olabilir).

Adım 4

Sonra, sol göğsünüz için sağ elinizi ve sonra da sağ göğsünüzü topaklar aramak için sol elinizi kullanarak yatarken göğüslerinize dokunun. Elinizin ilk birkaç parmağınızı düz ve birarada tutarak çeyrek büyüklüğünde dairesel hareket uygulayın

Göğüs kemiğinizden karnınızın üstüne ve koltuk altınızdan göğüs dekoltenize kadar tüm göğsü yukarıdan aşağıya, yandan yana dairesel hareket uygulayarak kontrol edin.

Meme ucundan başlayarak, memenin dış kenarına ulaşana kadar gittikçe daha büyük daireler çizebilirsiniz. Farklı yoğunlukta basınç kullanarak göğüslerin önünden arkasına kadar tüm dokuyu hissettiğinizden emin olun.

Adım 5

Son olarak, ayakta veya otururken göğüslerinizi kontrol edin. Pek çok kadın, göğüslerini kontrol etmenin en kolay yolunun cildinin ıslak ve kaygan olması olduğunu düşünür, bu nedenle bu adımı duşta yapmayı severler. 4. adımda açıklanan aynı el hareketlerini kullanarak göğsünüzün tamamını kontrol edin.

Sonuç

Göğüslerinizi ne kadar çok incelerseniz, onlar hakkında o kadar çok şey öğrenirsiniz ve bir şeyin değişip değişmediğini anlamanız sizin için o kadar kolaylaşır. Göğüslerinizin normalde nasıl göründüğüne ve nasıl hissettiğine aşina olmak için ayda bir kendi kendine meme muayenesi yapma alışkanlığı edinmeye çalışın. Göğüslerinizin şişkin ve hassas olma ihtimalinin en düşük olduğu dönem bittikten birkaç gün sonra kendinizi inceleyin.

Meme iltihaplarının kanserle ilişkisi var mıdır ?

Meme iltihabının en sık rastlandığı durum emziren annelerde görülen puerperalmastit ve apselerdir.

Uygun tıbbi ve cerrahi tedavi ile hızlıca düzelen kanserle ilişkisiz iltihaplardır.

Meme başı çevresinde görülen sık tekrarlayan iltihabi durumlardan bir tanesi periduktalmastitlerdir.

Hastalar ve hekimler açısından tanı ve tedavisi daha sıkıntılı memenin iltihabı hastalığı memenin spesifik iltihaplardır. Bu grup granulomatözmastit olarak adlandırılır. Etkenleri arasında tüberküloz, actimomikoz gibi mantarlar söz konusu olabilir. Ancak bu grupta çoğunluğu nedenin tıbbi olarak bilinemediği idiopatik (lobuler) granulomatözmastitler oluşturmaktadır. Bu grup hasta genellikle bir çok kez atak geçirmiş, bir kaç hekime başvurmuş ve antibiyotiklere cevap alamamış hastalardır. Tanı yapılan kalın iğne biyopsisi materyalinde spesifik etkenlerin ekarte eidilmesi ve mikroskopik görünümü ile tanı alır.

Vurgulanması gereken durum; 40 yaş üzerinde emzirmeyen bir bayanda bir meme iltihabının gelişmesi durumunda altta bir kanserin olmadığından emin olmak için gerekli tetkiklerin mutlaka yapılması gerektiğidir.

Hormon Tedavisi ve Meme Kanseri

Hormon tedavisi nedir?

Menopozun başlaması ile ortaya çıkan bu sorunlar bazı kadınlarda çok hafif olabiliyor; bazı kadınlarda ise yaşam kalitesini bozabilecek kadar ciddi olabiliyor.

Günümüzde sık yapılan tartışmalardan birisi de, menopozun getirdiği sorunların hafifletilmesi amacı ile, östrojen hormonu tedavisinin uygulanmasıdır.

Meme kanseri risk faktörlerini sayılırken, vücudun uzun süre östrojen hormonuna maruz kalmasının memede kanser gelişme riskini artırdığı biliniyor. Fakat günümüzde bu sorun biraz fazla abartılıyor. Bir çok kadın gerçekten ihtiyaç duysa bile, bu korku nedeni ile destekleyici hormon kullanamıyor. Halbuki menopoz sonrası hormon kullanan sağlıklı kadınların, kullanmayanlara göre % 20 oranında daha uzun yaşadıklarını biliyoruz.

Menopozda, yetersiz olan hormonları yerine koyma anlamına gelen hormon replasman tedavisi (HRT) uygulanıyor. Bu amaçla östrojen veya östrojen ve progesteron içeren ilaçlar kullanılıyor. Menopozla ortaya çıkan sorunların çoğu, HRT ile sona eriyor. Uzun süre tek başına östrojen alınması, rahimde kanser riskini artırıyor. Bu nedenle östrojenle birlikte progesteron hormonu da verilerek bu etki önleniyor. Eğer ameliyatla rahim alınmışsa buna gerek olmuyor ve sadece östrojen veriliyor.

Hormon kullanılması, menopozun getirdiği sorunları (sıcak basmaları, uyku bozuklukları, vaginal kuruluk, idrar yolları hastalıkları, psikolojik sıkıntılar ) büyük ölçüde önlüyor. Osteoporoz ve buna bağlı gelişen kemik kırılmaları önemli ölçüde azalıyor. Kalp ve damar hastalıklarında azalma görülüyor. Ayrıca hormon kullanılması, bir çeşit erken bunama olan Alzhemir hastalığı ve kalın barsak kanseri gelişme riskini azaltıyor.

Menopoz sonrası hormon kullanan kadınlar, genellikle sağlıklarına ve bedenlerine daha düşkün, eğitim ve entelektüel düzeyleri daha yüksek, daha aktif bir yaşam süren, ara sıra alkol alan bir kadın grubudur. Bazı kadınlar ise hormon almak isteseler bile bunu bünyeleri kaldırmıyor ve bu nedenle hormon kullanamıyorlar.

Östroje hormonu hap şeklinde, deriye yapıştırılan bant şeklinde, burun spreyi gibi yollarla alınabiliyor. Günümüzde en düşük ve en etkili doz kullanılıyor. Bu her kadın için değişebiliyor. Hekiminiz bu dozu ayarlayabilir. Ayrıca vaginal krem şeklinde de bölgesel hormon gereksiniminizi karşılamak amacıyla kullanılabilirsiniz.

Hormon kullanacaksanız bunu mutlaka hekiminizin kontrolü altında yapmalısınız. Hormon verilmeden önce çeşitli laboratuar testleri ile vücudun çeşitli organ fonksiyonları araştırılıyor. Hormon kullanmadan önce mutlaka meme muayenesi yaptırmalı ve mamografi çektirmelisiniz. Gelişi güzel uygulanan HRT bazen önemli sorunlara neden olabiliyor.

Hormon Tedavisi ve Meme Kanseri

Meme kanseri, kadınlarda görülen kanserlerin başında geliyor. Genellikle de 50 yaşın üzerindeki kadınlarda ortaya çıkıyor; yani menopozun görüldüğü yaşta!

Yapılan çeşitli araştırmalarda, menopoz döneminde hormon kullanımının meme kanseri riskini artırdığı ortaya kondu. Fakat bu risk, yazılı ve görsel basın tarafından abartıldığı kadar yüksek değil.

Menopoz sonrası birkaç yıl hormon kullanılması meme kanseri riskini pratik olarak artırmıyor. Hormon kullanmayı bıraktıktan 5 yıl sonra da, hormon kullanmaya bağlı artan riskiniz sona eriyor. Hormon kullanan kadınlar, yıllık meme muayenelerini daha düzenli yaptırıyorlar, mamografilerini düzenli çektiriyorlar. Bu kadınlarda meme kanseri erken tanı olasılığı daha fazla.

Yapılan bir çalışmaya göre; 10 yıl süre ile hormon kullanmayan 1000 kadın arasında istatistiksel olarak 45 kadın meme kanserine yakalanıyor. Buna karşılık 10 yıl süre ile hormon kullanan 1000 kadın arasında 51 kadın meme kanserine yakalanıyor. Yani 10 yıl süre içinde, hormon kullanmaya bağlı olarak, 1000 kadın içinde meme kanserine yakalanma riski, sadece 6 kadında artış gösteriyor. 5 yıl hormon kullanan grupta ise, 2 kadın fazladan meme kanserine yakalanıyor. Yani sorun hiç de abartıldığı kadar büyük değil. Öte yandan, rektum ve kalın barsak kanseri, gelişmiş ülkelerdeki kadınlarda meme kanserinden sonra ikinci sırayı alıyor; hormon kullanılması ise bu kanserlerin görülme riskini azaltıyor.

Meme kanseri geçirmiş kadınlar hormon kullanılabilir mi?

Bu soruyu bilimsel temelde cevaplandıramıyoruz. Çünkü bu konudaki araştırmalar yetersiz kalıyor. Son zamanlara kadar meme kanseri öyküsü olan kadınlarda menopoz sorunlarının azaltılması amacı ile östrojen kullanılması, kesin olarak yasaklanmıştı. Ama günümüzde bu tabu artık sorgulanmaya başlandı.

Özellikle tümörlerinde östrojen reseptörü pozitif olan kadınların hormon kullanmaları hala sakıncalı bulunuyor. Menopoz öncesi dönemde meme kanseri görülen kadınlarda, yumurtalıkların faaliyetlerinin cerrahi veya ilaç yolu ile durdurulmasıyla, yani vücuttaki östrojen hormonunun seviyesinin azaltılmasıyla, hastanın yaşamının uzadığı yapılan birçok araştırmada doğrulandı. Bütün bunlar göz önüne alındığında, bu konuda kararı kişisel durumunuzu gözden geçirerek, hekiminizle birlikte vermeniz gerekiyor.

Meme kanseri riskini azaltmanın 8 yolu

BreastCancer.org’dan alınan son verilere göre her 8 kadından biri hayatlarının bir döneminde meme kanseriyle karşılaşıyor. Kadın olmak ve yaşın ilerlemesi başlı başına en büyük iki risk faktörü (hem de kontrol edemediğiniz iki şey) olsa da riskinizi azaltmak için yapabileceğiniz birçok şey var. Bazı bulgular, bir takım alışkanlık ve yaşam tarzı değişikliklerinin meme kanseri riskinde düşüş ile bağdaştırıldığını söylerken, bazı araştırmalar da belirli yaşam tarzı seçimleri (aile kurduğunuzdaki gibi) ile meme kanseri riskinde azalma arasında bağlantı olduğunu gösteriyor. Aile geçmişinizde bu hastalık varsa doktorunuzla konuşarak riskinizi azaltmaya yardımcı olacak değişiklikler hakkında daha fazla bilgi edinin.

Sabah Uyanma Saatiniz

Bristol Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, sabahları erkenden yataktan kalkıyorsanız, geceleri geç saatlere kadar oturan kadınlara göre meme kanseri riskiniz yüzde 40 daha az olabilir. 2018 yılında Ulusal Kanser Araştırma Enstitüsü (NCRI) Konferansı’nda sunumu yapılan, Birleşik Krallık’taki yüzbinlerce kadının katılımıyla yürütülen bir çalışmada, sabah erken uyanmayı tercih ettiğini söyleyen kadınlar, akşam olarak yanıt veren kadınlara göre meme kanserinde daha düşük riske eğilim gösteriyordu.

Radyasyona Maruz Kalmak

Tabii ki birçok sebepten dolayı radyasyona maruz kalmaktan kaçınmalıyız; ancak özellikle meme kanseri ve diğer kanser riskleri için kaçınmalıyız. Tomografi gibi yüksek doz radyasyon kullanan taramalardan bahsediyorum. Mümkün olduğu kadar x-ray cihazlarından kaçınmak önemli. Yüksek radyasyon kullanan görüntülemeleri sadece gerçekten ihtiyacınız olduğunda yaptırın. Yaşam boyunca maruz kalınan radyasyonların birikimi ile meme kanseri arasında bağlantı olabileceğini söyleyen veriler bile mevcut.

Akşam Saatleri Ekran Süreniz

Geceleri telefonu bırakmak zor olabilir, ancak son yapılan araştırmalar, vücudunuzu yapay ışığa maruz bırakmanın, meme ve prostat kanseri gibi bazı kanser risklerinizi artırdığını söylüyor. 4000’in üzerinde katılımcı ile yapılan bir çalışma, geceleri daha yüksek seviyede yapay ışığa maruz kalan kişilerin (telefon ve tabletlerden alınan ışık gibi), meme kanserine yakalanma risklerinin, daha az maruz kalan kişilere göre 1.5 kat daha fazla olduğunu gösterdi. Uyumadan en az bir saat önce elektronik cihazlarınızı uçak moduna alın veya kapatın, telefon ve tabletlerinizde ayarlar kısmına girip gece moduna alarak maruz kaldığınız mavi ışığı azaltın.

Doğum Kontrol Tercihiniz

Doğum kontrol hapı ve belirli rahim içi araçlarını kapsayan hormonalkontraseptiflerin, meme kanseri riskini artırabileceğine dair bazı bulgular mevcut. New EnglandJournal Of Medicine isimli tıp dergisinde yayınlanmış Danimarka’da yapılan 2017 yılına ait bir çalışma, daha yüksek dozda hormon içeren eski nesil doğum kontrol haplarıyla meme kanseri riskinde artış arasında bağlantı olduğuna dair bulgular bildirdi. Daha düşük dozda hormon içeren yeni nesil doğum kontrol haplarının ise daha güvenli olduğu düşünülse de her türlü hormonla kontraseptifinprospektüsünde kanser riskini artırabileceğine dair uyarı bulunuyor. Uzmanlar, riskin çok düşük olduğunu ve kontraseptif kullanımının bırakılmasıyla daha da azalabileceğini söylüyor. Ancak, hiç hormonalkontraseptif kullanmayanlara oranla yine de risk daha fazla. Eğer ailenizde meme kanseri geçmişi varsa sizin için en uygun doğum kontrolü yöntemi konusunda jinekoloğunuza danışın.

Ne Kadar Spor Yaptığınız

Egzersizin genel sağlığınıza iyi geldiğini bildiğiniz için bu bulgu şaşırtıcı olmasa gerek. Ancak bu, meme kanseri riskinizi azaltmak için harekete geçmenizi sağlayacak bir bilgi. Düzenli egzersiz yapmak eğer hiç teşhis konmadıysa meme kanseri riskinizi düşürmenize yardımcı olduğu gibi, eğer daha önce tanı konduysa da yeniden yakalanma riskini azaltmaya da yardımcı olur. Haftanın beş günü, günde en az 30 dakika egzersiz yaparak, haftalık 150 dakikaya ulaşmaya çalışın.

Eğer Emziriyorsanız Dikkat

Araştırmalar, emziren kadınların meme kanseri risklerinin büyük ölçüde azaldığını gösteriyor. Emzirmek, meme kanseri önlemede önemli bir rol oynayabilir ve genellikle de ne kadar uzun süre emzirirseniz koruma etkisinin o kadar arttığı düşünülmektedir. MD Anderson Kanser Merkezi’ndeki uzmanlar, bunun sebebinin, emzirme sırasında oluşan hormonal değişikliklerin; meme kanseri hücre büyümesini teşvik edebilen östrojene maruz kalma durumunu sınırlandırdığı ve adeti ertelediği için olabileceğini söylüyor.

Çocuk Sahibi Olmak

Nature dergisinde yayınlanan araştırma, doğum yaptığınız yaş ile riskinizin azalması arasınd bağlantı olabileceğini belirtti. 30 yaşından önce yapılan doğumlarda kadınların uzun vadeli meme kanseri risklerinin ilk çocukta yaklaşık %5, ikinci çocukta %6.4 ve üçüncü çocukta ise %9.4 azaldığını bildirdi. Bu, 30 yaşından sonra doğum yapmanın sizi kanser riskine soktuğu anlamına gelmiyor.

Ne Kadar Uyuduğunuz Önemli

Yukarıda bahsettiğimiz Birleşik Krallık araştırmasındaki araştırmacılar, önerilen 7-8 saatlik gece uykusundan daha fazla uyuyan kadınlarda, her bir fazladan saat için %20 daha fazla meme kanseri riski oluştuğunu gösterdi. Bu çalışmadaki araştırmacılardan biri olan DrRebeccaRichmond, basın toplantısında “Uyku süresi artması ve uyku bölünmesinin meme kanseri üzerinde nedensel etkisine dair bazı bulgular bulduk” açıklamalarında bulundu.

Meme Kanseri Tedavisi Sonrası Takip Bakımı

Birçok kadın meme kanseri tedavisini bitirdiği için rahatlar veya heyecanlanır. Ancak aynı zamanda endişe, kanserin geri geleceğinden endişe duyma veya kanser bakım ekibini sık sık görmeden kaybolmuş hissetme zamanı da olabilir.

İlerlemiş meme kanseri olan bazı kadınlar için kanser asla tamamen kaybolmayabilir. Bu kadınlar, meme kanserini kontrol altında tutmaya ve meme kanserinden kaynaklanan semptomları hafifletmeye yardımcı olmak için kemoterapi, hormon tedavisi veya diğer tedaviler gibi tedavileri almaya devam edebilir. Geçmeyen meme kanseriyle yaşamayı öğrenmek kendine özgü bir belirsizliğe sahip olabilir.

Meme kanseri tedavisini tamamlamış olsanız bile doktorlarınız sizi yakından izlemek isteyecektir. Tüm takip randevularınıza gitmeniz çok önemlidir. Bu ziyaretler sırasında doktorlarınız herhangi bir sorununuz olup olmadığını soracak ve muhtemelen sizi muayene edecektir. Erken evre meme kanserlerinin çoğu için tedaviden sonra tipik olarak laboratuvar testleri ve görüntüleme testleri gerekli değildir, ancak bazı kadınlarda kanser belirtileri veya tedavi yan etkileri aramak için yapılabilir.

Hemen hemen her kanser tedavisinin yan etkileri olabilir . Bazıları yalnızca birkaç gün veya hafta sürebilir, ancak diğerleri uzun sürebilir. Bazı yan etkiler, tedaviyi bitirdikten yıllar sonra bile ortaya çıkmayabilir. Doktorunuzla yapacağınız ziyaretler, soru sormanız ve fark ettiğiniz herhangi bir değişiklik veya sorun veya sahip olduğunuz endişeler hakkında konuşmanız için iyi bir zamandır. Bununla birlikte, kanseriniz hakkında ek endişeleriniz varsa, bir sonraki planlanmış ziyaretinize kadar beklemeniz gerekmez.

Tipik takip programları

Takip programınız, meme kanserinin türü, bulunduğunda ne kadar ilerlemiş olduğu ve nasıl (veya tedavi edilmekte olduğu) dahil olmak üzere birçok faktöre bağlı olabilir.

Doktor ziyaretleri: Tedaviyi bitirdiyseniz, takip eden doktor ziyaretleriniz muhtemelen ilk başta birkaç ayda bir planlanacaktır. Ne kadar uzun süre kanserden kurtulursanız, randevulara o kadar az ihtiyaç duyulur. 5 yıl sonra, genellikle yılda bir kez yapılır.

Mamogram: Meme koruyucu cerrahi ve radyasyon tamamlandıktan yaklaşık sonra 6-12 ay sonar ilk mammogramçektirilmelidir.Daha sonar her yıl çektirilmelidir.
Pelvik muayeneler: Tamoksifen veya toremifen hormon ilaçlarından birini alıyorsanız ve hala rahminiz varsa, bu ilaçlar rahim kanseri riskinizi artırabileceğinden her yıl pelvik muayene yaptırmalısınız . Bu risk, menopoza girmiş kadınlarda en yüksektir. Vajinal kanama veya menopoz sonrası lekelenme, adet dönemleri arasında kanama veya lekelenme veya adet dönemlerinizde değişiklik gibi olağandışı vajinal kanamaları hemen doktorunuza bildirdiğinizden emin olun. Bu genellikle kanser olmayan bir şeyden kaynaklansa da, rahim kanserinin ilk belirtisi de olabilir.

Kemik yoğunluğu testleri: Erken evre meme kanseri için aromataz inhibitörü (anastrozol, letrozol veya eksemestan) adı verilen bir hormon ilacı alıyorsanız veya tedavi sonucunda menopoza giriyorsanız, doktorunuz kemik sağlığınızı izlemek isteyecektir. ve kemik yoğunluğunuzu test etmeyi düşünebilir.
Diğer testler: Kan testleri ve görüntüleme testleri (kemik taramaları ve göğüs röntgeni gibi) gibi diğer testler, meme kanseri tedavisi gören bir kadının daha uzun yaşamasına yardımcı olduğu gösterilmediğinden, takibin standart bir parçası değildir. Ancak kanserin geri dönmüş olabileceğini düşündüren semptomlarınız veya fizik muayene bulgularınız varsa yapılabilir.

Semptomlar, muayeneler veya testler kanserinizin olası bir nüksünü gösteriyorsa, röntgen, BT taraması, PET taraması, MRI taraması, kemik taraması ve/veya biyopsi gibi görüntüleme testleri yapılabilir. Kanser nüksü doğrulanırsa, doktorunuz ayrıca kanda dolaşan tümör hücrelerini arayabilir veya CA-15-3, CA 27-29 veya CEA gibi kan tümörü belirteçlerinin seviyelerini ölçebilir. Bazı kadınlarda kanser tekrarlanırsa veya vücudun diğer bölgelerine yayılırsa, tümör belirteçlerinin kan seviyeleri yükselir. Bir tümör belirteci seviyesi yüksekse, doktorunuz bunu tedavi sonuçlarını izlemek için kullanabilir. Ancak tümör belirteç seviyeleri tüm kadınlarda yükselmez, bu nedenle bu testler her zaman yardımcı olmaz ve herhangi bir semptomu olmayan kadınlarda kanser nüksünü izlemek için kullanılmazlar.

Kanser geri gelirse

Kanser geri dönerse, tedavi seçenekleriniz, nereden geldiğine, daha önce hangi tedavileri aldığınıza ve mevcut sağlık ve tercihlerinize bağlı olacaktır.

Meme kanserine yakalanmış kadınların başka kanser türlerine de yakalanabileceğini bilmek önemlidir. Aslında, meme kanseri olan kadınlar diğer bazı kanserler için daha yüksek risk altındadır.

Diyabet Riskini Azaltmak, Kanser Riskini de Azaltıyor

Yeni yapılan bir araştırmaya göre kanser tanısı sonrası Tip 2 diyabet hastalarında uygulanan diyet kısıtlamaları hem meme kanseri oluşumunu hem de meme kanserine bağlı ölüm riskini azaltıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin San Antonio şehrinde her yıl yapılan meme kanseri sempozyumunda sunulan bilimsel çalışmada, meme kanseri tanısından sonra beslenme şeklinde değişiklik yapanlarda meme kanserine bağlı ölüm riskinin yüzde 20 azaldığını vurgulandı. Araştırmaya göre diyet değişikliği tüm kanserlere bağlı ölüm riskini yüzde 31 oranında azaltıyor. Bu çalışmada kanser hastalarına Tip 2 diyabet hastalarına uygulanan şeker kısıtlama diyetleri önerilmiş ve bu çalışma Harvard Tıp Fakültesi tarafından denetlenmiştir. Çünkü Tip 2 diyabet hem meme kanseri için bir risk faktörüdür, hem de meme kanseri sonrası Tip 2 diyabet gelişmesi ihtimali de yüksektir 8320 meme kanseri hastasının değerlendirildiği bu çalışmada hastalar her 2 ile 4 yılda bir, perhizlerinin nasıl olduğu ile ilgili anketleri doldurmuşlar ve araştırmacılar da meme kanseri sonrası şeker yoksunu perhize dikkat eden kişilerle, etmeyenler arasında meme kanserinin seyri ve meme kanseri tanısı konulmayan bireylerde de meme kanserinin oluşumuyla ilgili bilgileri değerlendirmişlerdir. Diyabetle uyumlu perhizde daha çok kepek alınması, kahve, kuruyemiş, taze sebze-meyve tüketilmesi, doymuş yağların daha az alınması, kırmızı etin daha az yenmesi, diyet içeceklerin daha az içilmesi ve meyve sularının daha az içilmesi şeklinde uygulanan diyetin genel popülasyonda şeker hastalığı gelişimini yüzde 40 oranında azalttığının gösterilmesiyle birlikte kanser üzerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada toplam 13 yıllık bir takipte takip edilen hastaların diyabet riskini azaltıcı diyet uygulayanlarda meme kanserine bağlı ölüm riski yüzde 13 azaltılmış, tüm ölüme bağlı sebeplerde ise yüzde 31 azalma sağlanmıştır. Meme kanseri tanısından sonra bu tür diyet değişikliği yapanlarda meme kanserine bağlı risk yüzde 20, tüm ölümlere bağlı risk ise yüzde 14 oranında azalmıştır.

Mamografi

Mamografi çekimi sırasında dikkat edilmesi gereken noktalar

Kesinlikle unutulmamalıdır ki,

Meme muayenesi yapılmadan çekilen ve değerlendirilen mamografi ve meme ultrasonografisinin güvenilirliği azdır. Bu incelemelerde olağandışı bir olguya rastlanmaması, memelerde hastalık olmadığı anlamına gelmez.

MR Rehberliğinde Biyopsi

Meme dokusundan bir örnek alınarak, bu örneğin mikroskop altında incelenmesi ve böylece meme kanseri olup olmadığının araştırılması meme biyopsisi sayesinde gerçekleştirilebilmektedir. Genellikle meme muayenesi sonucunda bir yumru bulunmasıyla ya da mamografi, ultrasonografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleriyle şüpheli bir alanın tespit edilmesiyle meme biyopsisi yapılması gerekli olmaktadır. Meme biyopsisi ile alınan meme dokusu örneği patolog tarafından incelenmektedir ve böylece meme kanserinin olup olmadığı kesinleştirilebilmektedir. Meme biyopsisini yapmanın birçok farklı yöntemi vardır. MR rehberliğinde biyopsiyapılması da bu yöntemlerden bir tanesidir.

MR Rehberliğinde Biyopsi Uygulaması Nasıl Yapılıyor?

Memenin MR ile incelenmesi, meme kanseri tespit edilen kadınlarda ameliyat yapılmadan önce memede başka bir odak olup olmadığının tespit edilmesi ya da yüksek risk faktörlerine sahip olan kadınlarda tarama yapılması amacıyla kullanılmaktadır. Başka görüntüleme yöntemleri ile saptanamayan şüpheli bulgular, MR yöntemi ile kolayca saptanabilmektedir. Yakın bir zamana kadar ülkemizde sadece MR’da görülebilen bulgulara biyopsi yapılamamaktaydı. Bu hastalar hekim tarafından yakından gözetim altında tutuluyor ve belirli bir süre endişe içerisinde beklemek zorunda kalıyorlar ya da gereksiz bir yere ameliyat olmak, anestezi almak zorunda kalıyorlardı. Hatta kimi zaman memede ne olduğu tam olarak bilinemeyen bulgular saptandığı için meme kanserli kadınlara koruyucu tedavi uygulanamıyor ve bu kadınların memesinin tamamen alınması tercih ediliyordu. Artık kolayca uygulanabilen MR rehberliğinde biyopsi sayesinde MR ile tespit edilmiş olan kitlelere biyopsi yapılabiliyor ve kesin olarak konulan teşhis ile kadınlar endişe içerisinde beklemeden, gereksiz tedavi ve ameliyatlara maruz kalmıyorlar.
Ülkemizde sınırlı sayıda olan merkezlerde yapılabilen MR rehberliğinde biyopsi hastalar meme MR çekimlerinde olduğu gibi yüz üstü yatar. Bilgisayar yardımıyla şüpheli alanın koordinatları üç boyutlu bir şekilde belirlenmektedir. Koordinatları belirlenen bölgeye iğne biyopsisi veya ameliyat öncesinde işaretleme yapılabilmektedir.
MR rehberliğinde biyopsi uygulaması ülkemizde yeni yeni uygulanmaya başlayan bir yöntem olduğu için sadece belirli sayıda merkezlerde gerçekleştirilebilmektedir. Bu biyopsi tekniği diğer biyopsi tekniklerinden pek farklı olmasa da, işlem yapılırken özel MR cihazı ve biyopsi aparatları gerekli olmaktadır. Bu faktörler de sistemin dezavantajları arasında sayılmaktadır. MR rehberliğinde biyopsi uygulaması meme kanseri teşhisinde arada kalmış olan hastalara umut sağlayan yeni imkanlar içerisinde sayılmaktadır.

Biyopsi Sonrasında Nelere Dikkat Edilmeli?

Tüm biyopsilerde olduğu gibi MR rehberliğinde biyopsi uygulaması sonrasında da hastalar ağrı hissetmemektedir. Eğer hafif derecede bir ağrı hissedilirse de kan sulandırıcı etkisi olmayan ağrı kesiciler kullanılabilmektedir. Genellikle biyopsi sonrasında hastalar günlük yaşamlarına kolaylıkla devam edebilmektedirler. Çok özel durumlar haricinde, çalışan kadınlar işlerine geri dönebilmekte, biyopsi sebebiyle herhangi bir sıkıntı hissetmemektedirler. MR rehberliğinde biyopsi uygulamasında uygun teknikler kullanılması sebebiyle, herhangi bir komplikasyon oluşması riski oldukça düşüktür. En sık görülmekte olan komplikasyon ise biyopsinin yapıldığı bölgede kanama oluşmasıdır. Bu durum özellikle kan sulandırıcı etkisi olan ilaç kullanan kişilerde daha sık görülmektedir. Bu nedenle hastaların MR rehberliğinde biyopsi uygulaması yapılmadan önce hekimlerine kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi vermeleri gerekmektedir. Biyopsi sonrasında meydana gelen kanama ise herhangi bir müdahaleye gerek olmadan kendiliğinden iyileşmektedir.

Diğer Biyopsi Yöntemleri

Biyopsi Sonuçları

MR eşliğinde biyopsi ya da diğer biyopsi türleri ile elde edilen doku örneklerinin incelenmesi birkaç gün sürebilmektedir. Yani sonuçlar hemen elde edilememektedir. Biyopsi sonrasında elde edilen dokular, vücut dokularının analizi konusunda uzman olan patologlar tarafından incelenir. Bu inceleme sırasında mikroskop ve diğer özel cihazlar kullanılmaktadır. Doku örneklerini inceledikten sonra patolog elde ettiği sonuçları bir rapor hazırlayarak açıklar ve ilgili hekime gönderir. Patoloji raporunda MR eşliğinde biyopsi veya biyopsi türleri ile hastadan alınmış olan doku örneklerinin boyutu, rengi ve kıvamı ile birlikte biyopsi yapılan alanda kanser hücrelerinin yer alıp almadığı ve tespit edilen hastalığın özellikleri detaylı bir şekilde açıklanmaktadır.

Yapılmış olan meme biyopsisinde sonuçların kanser çıkmadığı durumlarda, memede bulunan kitlenin gerçekten iyi huylu olduğu konusunda radyoloji ve patoloji uzmanı ile meme cerrahının fikir birliğine varıp varmadıkları önemlidir. Kimi zaman hastanın tedavisinde rol alan bu uzmanlar farklı görüşlere sahip olabilmektedirler. Böyle bir durum söz konusu ise daha kesin sonuçlar elde edilebilmesi için detaylı tetkikler ya da ameliyat yapılması gerekebilmektedir.

Patoloji raporunda meme kanseri teşhisi yapıldıysa, ne tür bir kanser olduğu, hormon reseptörlerinin pozitif ya da negatif olup olmadığı gibi detaylı bilgiler de yer alacaktır. Patoloji raporunda kanserin evresi ve türüne göre hekimler hastalarına ve tümöre özel bir tedavi planı oluşturmaktadırlar. Bu nedenle MR eşliğinde biyopsi ya da diğer biyopsi türleri ile elde edilen doku örneklerinin detaylı ve özenli bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. İnceleme sonucunda elde edilen bilgilere göre hastanın sağlık durumu değerlendirilecek ve gerekli tedaviye hemen başlanacaktır.

Meme kanserinde belirli risk faktörlerine sahip olan kadınların hastaya özgü risk analizi sonrasında, uygun takip ve tarama programına alınması erken teşhis için hayati önem arzeder. Mutasyonu bulunan (BRCA 1 ve BRCA 2 gibi) ve ameliyat ile risk azaltıcı cerrahi kararı verilen ancak böylesi bir girişim yapılmayan hastalarda MR takibi yapılabilmektedir. Ayrıca, yüksek aile öyküsü, memede prekanseröz lezyonların saptanması gibi nedenlerden dolayı MR çekilen ve şüpheli bir lezyon bulunan hastalarda tüm bulgular topluca değerlendirilir. MR da görülen lezyonun, ultrasonografi veya mamografi ile bulunması durumunda, göreceli olarak daha kolay olan ultrasonografi veya mamografi altında biyopsi yapılması ile tanı konulabilir. Ancak,  şüpheli lezyonun,

MR dışında görüntülenememesi durumunda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. MR altında biyopsi ile, mamografi ve ultrasonografide görünemeyen tümörlerin tanısı konabilir. Bunun dışında, meme kanseri tanısı konulan hastalarda, aynı memede veya karşı memede MR ile bulunan şüpheli ek odakların, ameliyat önvcesinde tanısının kesinleştirilmesinde MR altında biyopsi yapılabilmesi oldukça önemlidir. MR altında biyopsi imkanı olmadığı ve ek odakların tümör olup olmadığının kesinleştirilemediği durumlarda olası sonuçlar da hasta ile tartışılmalıdır. Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, MR ile saptanan ek odaklar, kanser olmayabilir, bu durumda biyopsi yapılmadan yapılacak daha radikal bir girişim, gereğinden fazla bir girişim olarak nitelendirilebilir. Aksi durum da söz konusu olabilir. MR çekilen ve MR da şüpheli olarak nitelendirilen odakların dikkate alınmadığı, biyopsi ile sonucun kesinleştirilmediği ve takip yapılan hastalarda, bu oluşumların tümör olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Meme Kanseri Risk Faktörleri

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Ayrıca kadınlarda kansere bağlı ölümlerin en başında da meme kanseri gelmektedir. Bu nedenlerle memesinde şüpheli bir durumla karşılaşan kadınların vakit kaybetmeden bir meme cerrahına müracaat etmeleri büyük önem taşır. Memede sıradışı bir durumla karşılaşan hekim, biyopsi yapılmasını isteyebilir. Biyopsi, cerrahi biyopsi (ameliyat) veya iğne biyopsisi şeklinde yapılabilir.

Cerrahi biyopsi, insizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun bir kısmı çıkarılır) veya eksizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun tamamı çıkarılır) biyopsi şeklinde yapılabilir. Bu biyopsi türleri genellikle ameliyathane veya biyopsi odası denilen ve cerrahi girişim imkanı veren birimlerde yapılabilir. İşlem yaklaşık 30-60 dakika sürer. Hasta aynı gün evine gönderilebilir, düşük olasılıkla kanama, infeksiyon gibi problemlerle karşılaşılabilir. Çıkan sonuca göre doktorunuz izlenecek yol ile ilgili sizi bilgilendirir. Günümüzde tanı amacıyla cerrahi biyopsi yapılması (insizyonel veya eksizyonel) tercih edilmemektedir.

İğne biyopsisi neden yapılır?

İğne biyopsileri, kolay, ağrısız, pratik, komplikasyon oranı düşük, tanı koyma oranları %95 ve üzerinde olan ve günümüzde tercih edilen ve önerilen tanı koyma yöntemidir. İşlem 5-10 dakika kadar sürmektedir. Biyopsi sonucuna göre memede bulunan kitlenin iyi huylu ya da kötü huylu olduğuna karar verilmektedir. Böylece nasıl bir tedavi yöntemi izleneceğine karar verilebilmektedir.
Yapılacak biyopsi işlemi kadınlarda bir gerginliğe ve tedirginliğe neden olabilmektedir. Kadınlar bu nedenle korkuya kapılmakta ve işlemi yaptırmak istememektedir. Böyle durumlarda aile fertleri ve doktor hastayı anlamaya çalışmalı ve işlemin gerekliliği konusunda hastayı bilgilendirmeli ve cesaretlendirmelidir. İşlem konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilen hastanın kaygısı azalmakta ve daha rahat olmaktadır. Cerrahi biyopsilerde hastanın işlem için hastaneye aç karna gelmesi gerekirken, iğne biyopsilerinde böyle bir zorunluluk yoktur. Hastanın kullandığı ilaçlarla ilgili doktorunu bilgilendirmesi büyük önem taşır. Özellikle kan sulandırıcı ilaçlar (aspirin, kumadin gibi) hakkında ve ek hastalıkları konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi veya alternatif başka ilaçlara geçilmesi gerekebilmektedir.
Meme kanseri tanısı için iğne biyopsisi şart mı?
Meme kanseri saptanan hastalarda, en sık doktora müracaat nedeni, ele gelen kitledir. Tanı amacıyla doktora müracaat eden hastada ilk yapılan ayrıntılı sorgulama sonrasında elle muayenedir. Muayene ve radyolojik incelemeler ışığında şüpheli bir durumun tespitinde ilk tercih edilecek biyopsi yöntemi iğne biyopsisidir. Biyopsi ile kitlenin iyi veya kötü huylu olduğu aydınlatılır. Biyopsi ile tümörün / kanserin yayılması söz konusu değildir. Doğru tanı ve tedavi için mutlaka yapılmalıdır.

İğne Biyopsisi Nasıl Yapılır?

Biyopsi işlemi yapılmadan önce hastanın memesinde biyopsi yapılacak yer lokal anestezi ile uyuşturulur.
Yapılan biyopsi sonucunda eğer kitle kötü huylu ise hastanın tedavisi planlanır. Tedavi planında ilk basamak tedavi cerrahi (ameliyat) olabileceği gibi, kemoterapi, hormonoterapi gibi diğer yöntemlerle de tedavi başlayabilir ve cerrahi tedavi (ameliyat) daha sonraya bırakılabilir. Memede ele gelen ve biyopsi yapılan her kitle kanser değildir. Biyopsi yapılan hastaların ancak %10-40’nda meme kanseri mevcuttur. Biyopsi kararı verilince hemen korkmayınız ve doktorunuzun direktiflerini izleyiniz.
Yapılan iğne biyopsisinde bulguların iyi huylu gelmesiyle hastalar genellikle pek çok gereksiz işlemden kurtulurlar. Hastanın ameliyat olmasına, anestezi almasına veya daha başka tetkiklerin ve girişimlerin yapılmasına gerek kalmaz.
İğne biyopsileri doktorunuzun ofisinde doktorunuz tarafından yapılabileceği gibi, radyoloji doktoru tarafından da yapılabilir. Bu durumda biyopsi, ultrasonografi, mamografi veya MR altında yapılabilir.
İğne biyopsisi radyoloji rehberliğinde yapılabilir. Radyoloji rehberliğinde yapılan iğne biyopsileri, ultrasonografi, mamografi veya MR /manyetik rezonans görüntüleme) altında yapılabilir. Bu yöntemlerden en çok ultrasonografi rehberliğinde biyopsi uygulanır. Ultrasonografi rehberliğinde meme biyopsisi, hızlı, kolay, pratik bir yöntemdir. Ultrasonografi kullanıldığundan hasta radyasyon almaz. İşlemi yapan hekim, işlemin tüm aşamalarını görerek yaptığından, doğruluk oranları radyoloji rehberliğinde yapılmayan biyopsilere göre yükselir.
Memede şüpheli lezyonu bulunan hastalarda, iğne biyopsisi kesin tanının konması için en güvenilir, pratik ve komplikasyon oranı düşük işlemdir. Biyopsi kararı sizi korkutmamalıdır.
Ultrasonografide ve mamografide görülmeyip MR da görülen lezyonlarda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. Bu işlem daha az merkezde yapılabilen ve özel bir donanım varlığında gerçekleştirilebilecek biyopsi türüdür.
Vakum biyopsi, kalın iğne biyopsisine göre daha fazla dokunun alındığı biyopsi yöntemidir. Daha çok radyolojik incelemelere göre şüpheli olduğu bildirilen lezyonlarda tercih edilir. Ayrıca ultrasonografi ile görülemeyen ve mamografide kendini riskli kireçlenme ile gösteren, ameliyat olmadan iğne biyopsisi ile tanı olasılığının mümkün olmadığı durumlarda vakum biyopsi ile tanı konulabilir. Biyopsi sonucunun iyi huylu bulunduğu durumlarda, şüpheli lezyon memeden çıkarılmış hem tanı konulmuş hem de hastanın tedavisi tamamlanmış olur. Vakum biyopsi sonucunun malign (kötü huylu) geldiği durumlarda hastanın tanısı konulmuş olur, hastada tümör tedavisi için gerekli planlamalar yapılabilir.

Biyopsi Türleri

İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)
Memede saptanan bmöir kitleden örnek alınması, içi sıvı dolu birkistin boşaltılması veya koltuk altında ortaya çıkan lenf bezelerinden örnbek alınması amacıyla kullanılşabilir.
Hızlı, pratik, ucuz bir yöntemdir. Hastanın derisini kesmeye, dikiş atılmasına gerek kalmaz.
Bir enjektör yardımıyla uygulanır. Örnek alınacak yer içine enjektör batırılarak hücre örneği alınır. Alınan hücre miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etmek amacıyla bir patoloji uzmanı işleme eşlik edebilir.
İşlemin avantajları, sadece bir enjektör kullanıldığından, hastaya sıkıntı verecek kesme, dikiş atma gibi girişimler gerekmemektedir. Biyopsi yöntemleri içinde en ucuz yöntemdir. Sonuçlar çok hızlı olarak (1-2 gün) öğrenilebilir. Hastanın vücudunda ağrı, kanama, morarma, enfeksiyon gibi komplikasyonların oluşma olasılığı yok denecek kadar azdır.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinin dezavantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre doğruluk oranı daha düşüktür, %75 ila %80 arasında değişmektedir. İşlemin başarısı, yeterli tecrübeye sahip patolog ile doğru orantılıdır ve sitoloji konusunda tecrübeli sitopatolog ile doğruluk ve kesinlik oranları artmaktadır. Bu konuda yetişmiş sitopatolog sayısının hem ülkemizde hem dünyada çok fazla olmadığı söylenebilir.
Kesici İğne Biyopsisi (Kalın iğne biyopsisi – Tru-cut Biyopsi)
İnce iğne aspirasyon biyopsisinde kullanılan iğnelere oranla kalınlık olarak 2 ila 4 mm. kalınlığındaki iğneler kullanılmaktadır. Ayrıca diğerinden bir farkı da biyopsi tabancası kullanılması gerekliliğidir.
Uygulanma şekli olarak, iğne kitlenin ucuna yerleştirilmektedir. Tabancaya basınca iğne kitlenin içerisine gitmekte ve bir parça alıp geri gelmektedir. İğne meme içerisinden çıkarılmakta, alınan parça formol denilen bir çözelti içine konmaktadır. İşlem birkaç kez tekrarlanmaktadır, böylece biyopsi yapılan lezyonun farhklı noktalarından örnek alınabilmekte ve işlemin doğruluk oranları yükseltilmektedir. Patoloji laboratuarına gönderilen örneklerin inceleme sonuçları birkaç gün içinde bildirilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin avantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre daha kesin sonuç elde edilebilmektedir ve doğruluk oranları %95’lere ulaşmaktadır. Meme kanseri tanısında en çok kullanılan biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trucut – kalın iğne). Normal iğneye göre daha kalın olduğundan ciltte 1-2 mmlik bir kesi yapılması gerekmektedir. Ancak yapılan kesi birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. İşlem sonrasında hastalara az da olsa hafif ama geçici ağrı çekmektedir. Biyopsiye bağlı küçük morarmalar görülebilse de ciddi sıkıntıya yol açmamakta, çabuk iyileşmekte ve rahatsızlık hissi kabul edilebilir ve sıkıntı yaratmayacak düzeyde olabilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin dezavantajları, kullanılan iğnelerin, ince iğne biyopsisinde kullanılan iğnelere göre daha işlevsel olduğundan daha pahalı olmasıdır. Maliyet, daha az tercih edilmesindeki en önemli etkendir. Son yıllarda alternatif firmaların varlığı ve rekabet ile iğnenin ucuzlaması ile daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır.
Meme kanseri düşünülen bir hastada ilk tercih edilecek biyopsi yönteminin kesici iğne (=kalın iğne = trucut) biyopsisi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

İğne Biyopsileri

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Ayrıca kadınlarda kansere bağlı ölümlerin en başında da meme kanseri gelmektedir. Bu nedenlerle memesinde şüpheli bir durumla karşılaşan kadınların vakit kaybetmeden bir meme cerrahına müracaat etmeleri büyük önem taşır. Memede sıradışı bir durumla karşılaşan hekim, biyopsi yapılmasını isteyebilir. Biyopsi, cerrahi biyopsi (ameliyat) veya iğne biyopsisi şeklinde yapılabilir.

Cerrahi biyopsi, insizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun bir kısmı çıkarılır) veya eksizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun tamamı çıkarılır) biyopsi şeklinde yapılabilir. Bu biyopsi türleri genellikle ameliyathane veya biyopsi odası denilen ve cerrahi girişim imkanı veren birimlerde yapılabilir. İşlem yaklaşık 30-60 dakika sürer. Hasta aynı gün evine gönderilebilir. Düşük olasılıkla kanama, infeksiyon gibi problemlerle karşılaşılabilir. Çıkan sonuca göre doktorunuz izlenecek yol ile ilgili sizi bilgilendirir. Günümüzde tanı amacıyla cerrahi biyopsi yapılması (insizyonel veya eksizyonel) tercih edilmemektedir.

İğne biyopsileri kolay, ağrısız, pratik, komplikasyon oranı düşük, tanı koyma oranları %95 ve üzerinde olan ve günümüzde tercih edilen ve önerilen tanı koyma yöntemidir. İşlem 5-10 dakika kadar sürmektedir. Biyopsi sonucuna göre memede bulunan kitlenin iyi huylu ya da kötü huylu olduğuna karar verilmektedir. Böylece nasıl bir tedavi yöntemi izleneceğine karar verilebilmektedir.

Yapılacak biyopsi işlemi kadınlarda bir gerginliğe ve tedirginliğe neden olabilmektedir. Kadınlar bu nedenle korkuya kapılmakta ve işlemi yaptırmak istememektedir. Böyle durumlarda aile fertleri ve doktor hastayı anlamaya çalışmalı ve işlemin gerekliliği konusunda hastayı bilgilendirmeli ve cesaretlendirmelidir. İşlem konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilen hastanın kaygısı azalmakta ve daha rahat olmaktadır. Cerrahi biyopsilerde hastanın işlem için hastaneye aç karna gelmesi gerekirken, iğne biyopsilerinde böyle bir zorunluluk yoktur. Hastanın kullandığı ilaçlarla ilgili doktorunu bilgilendirmesi büyük önem taşır. Özellikle kan sulandırıcı ilaçlar (aspirin, kumadin gibi) hakkında ve ek hastalıkları konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi veya alternatif başka ilaçlara geçilmesi gerekebilmektedir.

Meme kanseri saptanan hastalarda, en sık doktora müracaat nedeni, ele gelen kitledir. Tanı amacıyla doktora müracaat eden hastada ilk yapılan ayrıntılı sorgulama sonrasında elle muayenedir.

Muayene ve radyolojik incelemeler ışığında şüpheli bir durumun tespitinde ilk tercih edilecek biyopsi yöntemi iğne biyopsisidir. Biyopsi ile kitlenin iyi veya kötü huylu olduğu aydınlatılır. Biyopsi ile tümörün / kanserin yayılması söz konusu değildir. Doğru tanı ve tedavi için mutlaka yapılmalıdır.

İğne Biyopsisi Nasıl Yapılır?

Biyopsi işlemi yapılmadan önce hastanın memesinde biyopsi yapılacak yer lokal anestezi ile uyuşturulur.

Yapılan biyopsi sonucunda eğer kitle kötü huylu ise hastanın tedavisi planlanır. Tedavi planında ilk basamak tedavi cerrahi (ameliyat) olabileceği gibi, kemoterapi, hormonoterapi gibi diğer yöntemlerle de tedavi başlayabilir ve cerrahi tedavi (ameliyat) daha sonraya bırakılabilir. Memede ele gelen ve biyopsi yapılan her kitle kanser değildir. Biyopsi yapılan hastaların ancak %10-

40’nda meme kanseri mevcuttur. Biyopsi kararı verilince hemen korkmayınız ve doktorunuzun direktiflerini izleyiniz.
Yapılan iğne biyopsisinde bulguların iyi huylu gelmesiyle hastalar genellikle pek çok gereksiz işlemden kurtulurlar. Hastanın ameliyat olmasına, anestezi almasına veya daha başka tetkiklerin ve girişimlerin yapılmasına gerek kalmaz.

İğne biyopsileri doktorunuzun ofisinde doktorunuz tarafından yapılabileceği gibi, radyoloji doktoru tarafından da yapılabilir. Bu durumda biyopsi, ultrasonografi, mamografi veya MR altında yapılabilir.

İğne biyopsisi radyoloji rehberliğinde yapılabilir. Radyoloji rehberliğinde yapılan iğne biyopsileri, ultrasonografi, mamografi veya MR /manyetik rezonans görüntüleme) altında yapılabilir. Bu yöntemlerden en çok ultrasonografi rehberliğinde biyopsi uygulanır. Ultrasonografi rehberliğinde meme biyopsisi, hızlı, kolay, pratik bir yöntemdir. Ultrasonografi kullanıldığından hasta radyasyon almaz. İşlemi yapan hekim, işlemin tüm aşamalarını görerek yaptığından, doğruluk oranları radyoloji rehberliğinde yapılmayan biyopsilere göre yükselir.

Memede şüpheli lezyonu bulunan hastalarda, iğne biyopsisi kesin tanının konması için en güvenilir, pratik ve komplikasyon oranı düşük işlemdir. Biyopsi kararı sizi korkutmamalıdır.
Ultrasonografide ve mamografide görülmeyip MR da görülen lezyonlarda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. Bu işlem daha az merkezde yapılabilen ve özel bir donanım varlığında gerçekleştirilebilecek biyopsi türüdür.

Vakum biyopsi, kalın iğne biyopsisine göre daha fazla dokunun alındığı biyopsi yöntemidir. Daha çok radyolojik incelemelere göre şüpheli olduğu bildirilen lezyonlarda tercih edilir. Ayrıca ultrasonografi ile görülemeyen ve mamografide kendini riskli kireçlenme ile gösteren, ameliyat olmadan iğne biyopsisi ile tanı olasılığının mümkün olmadığı durumlarda vakum biyopsi ile tanı konulabilir. Biyopsi sonucunun iyi huylu bulunduğu durumlarda, şüpheli lezyon memeden çıkarılmış hem tanı konulmuş hem de hastanın tedavisi tamamlanmış olur. Vakum biyopsi sonucunun malign (kötü huylu) geldiği durumlarda hastanın tanısı konulmuş olur, hastada tümör tedavisi için gerekli planlamalar yapılabilir.

Biyopsi Türleri

İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)

Memede saptanan tümör, kitleden örnek alınması, içi sıvı dolu birkistin boşaltılması veya koltuk altında ortaya çıkan lenf bezlerinden örnek alınması amacıyla kullanılabilir.

Hızlı, pratik, ucuz bir yöntemdir. Hastanın derisini kesmeye, dikiş atılmasına gerek kalmaz.

Bir enjektör yardımıyla uygulanır. Örnek alınacak yer içine enjektör batırılarak hücre örneği alınır. Alınan hücre miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etmek amacıyla bir patoloji uzmanı işleme eşlik edebilir.

İşlemin avantajları, sadece bir enjektör kullanıldığından, hastaya sıkıntı verecek kesme, dikiş atma gibi girişimler gerekmemektedir. Biyopsi yöntemleri içinde en ucuz yöntemdir. Sonuçlar çok hızlı olarak (1-2 gün) öğrenilebilir. Hastanın vücudunda ağrı, kanama, morarma, enfeksiyon gibi komplikasyonların oluşma olasılığı yok denecek kadar azdır.

İnce iğne aspirasyon biyopsisinin dezavantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre doğruluk oranı daha düşüktür, %75 ila %80 arasında değişmektedir. İşlemin başarısı, yeterli tecrübeye sahip patolog ile doğru orantılıdır ve sitoloji konusunda tecrübeli sitopatolog ile doğruluk ve kesinlik oranları artmaktadır. Bu konuda yetişmiş sitopatolog sayısının hem ülkemizde hem dünyada çok fazla olmadığı söylenebilir.

Kesici İğne Biyopsisi (Kalın iğne biyopsisi – Tru-cut Biyopsi)

İnce iğne aspirasyon biyopsisinde kullanılan iğnelere oranla kalınlık olarak 2 ila 4 mm. kalınlığındaki iğneler kullanılmaktadır. Ayrıca diğerinden bir farkı da biyopsi tabancası kullanılması gerekliliğidir.

Uygulanma şekli olarak, iğne kitlenin ucuna yerleştirilmektedir. Tabancaya basınca iğne kitlenin içerisine gitmekte ve bir parça alıp geri gelmektedir. İğne meme içerisinden çıkarılmakta, alınan parça formol denilen bir çözelti içine konmaktadır. İşlem birkaç kez tekrarlanmaktadır, böylece biyopsi yapılan lezyonun farhklı noktalarından örnek alınabilmekte ve işlemin doğruluk oranları yükseltilmektedir. Patoloji laboratuarına gönderilen örneklerin inceleme sonuçları birkaç gün içinde bildirilmektedir.

Kesici iğne biyopsisinin avantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre daha kesin sonuç elde edilebilmektedir ve doğruluk oranları %95’lere ulaşmaktadır. Meme kanseri tanısında en çok kullanılan biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trucut – kalın iğne). Normal iğneye göre daha kalın olduğundan ciltte 1-2 mmlik bir kesi yapılması gerekmektedir. Ancak yapılan kesi birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. İşlem sonrasında hastalara az da olsa hafif ama geçici ağrı çekmektedir. Biyopsiye bağlı küçük morarmalar görülebilse de ciddi sıkıntıya yol açmamakta, çabuk iyileşmekte ve rahatsızlık hissi kabul edilebilir ve sıkıntı yaratmayacak düzeyde olabilmektedir.

Kesici iğne biyopsisinin dezavantajları, kullanılan iğnelerin, ince iğne biyopsisinde kullanılan iğnelere göre daha işlevsel olduğundan daha pahalı olmasıdır. Maliyet, daha az tercih edilmesindeki en önemli etkendir. Son yıllarda alternatif firmaların varlığı ve rekabet ile iğnenin ucuzlaması ile daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır.

Meme kanseri düşünülen bir hastada ilk tercih edilecek biyopsi yönteminin kesici iğne (=kalın iğne = trucut) biyopsisi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Manyetik Rezonans Görüntüleme

Meme kanseri genel olarak kadınlarda görülse de, her 100 kadın meme kanserine karşılık, 1 erkekte meme kanseri görülmektedir. Meme kanseri, memede yer alan süt bezleri ya da süt kanallarından kaynaklanır. Tıbbın ve teknolojinin ilerlemesine rağmen meme kanserinin kesin nedeninin tam olarak bilinmediği söylenebilir. Bununla birlikte genetik geçiş ve gen mutasyonlarının suçlandığı bir grup bulunmaktadır. Bu noktada, genetik geçişli meme kanseri sıklığının tüm meme kanseri içindeki oranının sadece % 5-10 dolaylarında olduğunun altını çizmek gerekir. Memenin süt bezlerinde ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerde tam bilinmeyen çeşitli nedenler sonucunda hücrelerin beklenmedik bir şekilde çoğalmasından meme kanserinin kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu arada kontrolsüz hücre büyümesi olarak adlandırılabilecek durum, yeni damar oluşumu ile devam etmekte ve meme kanseri başka organlara da sıçrayabilmektedir. Bu yüzden erken tanı hem kadınların memelerini koruyabilmek, hem de başka organlara sıçramasını engellemek açısından son derece önemli bir noktadır. Kadınlar herhangi bir belirti ve şikayete mahal vermeden, düzenli aralıklarla kontrollerini yaptırmalıdırlar.

Hangi etkenlerden olduğunun bilinmemesinin yanı sıra meme kanseri riski, özellikle gen mutasyonlarına bağlı olan hastalarda ebeveynlerin çocuklarına taşınabilmektedir. Meme kanserinin oluşmasında en bilinen neden, genlerde oluşan kansere eğilimli mutasyonlardır.

Meme kanseri tanısında ve tedavinin planlanmasında kullanılan yöntemlerden biri de MR (manyetik rezonans) görüntülemesidir. Ultrasonografi ve mamografi ile birlikte değerlendirildiğinde daha kesin sonuçlar ve hangi tedavi şeklinin izleneceğine karar verilmektedir. MR görüntüleme, genellikle tek başına tercih edilecek veya mamografi / ultrasonografi yerine kullanılacak bir yöntem değildir. İndikasyonu bulunmayan durumlarda yapılması, gereksiz biyopsilere neden olabilmektedir. Diğer incelemelere göre daha pahalı bir görüntüleme yöntemidir.

MR görüntülemenin en önemli indikasyonu, kanser tanısı konulan kadınlarda, hastalığın memedeki yaygınlığını belirlemek, ek odakların varlığını saptamak ve karşı memede bir başka odağın olup olmadığını kontrol etmektir. Ayrıca yüksek riskli kadınlarda tarama amacı ile de MR görüntüleme yapılmaktadır. Diğer görüntüleme yöntemlerine ek olarak çekilen MR ile, ek odakların ortaya konabilmesi mümkün olabilmektedir. MR ile yeni odakların bulunması durumunda, second look ultrasonografi denilen, MR’da izlenen odakların yeniden yapılan US ile görüntülenmesine çalışılır ve bu noktalardan biyopsi yapılabilir. MR da saptanan ek odakların, second look US ile görülememesi durumunda MR altında biyopsi yapılması gereklidir. Son yıllarda artan sayıda merkezde MR altında biyopsi yapılabilir olmuştur. MR altında biyopsi için, deneyimli bir radyoloji uzmanı ve uygun teknik altyapının bulunması gereklidir. MR altında biyopsinin mümkün olmadığı durumlarda, bulunan lezyonun natürüne bağlı olarak, kısa aralıklarla takip yapılabileceği gibi, ek odaklar nedeniyle cerrahi kararında değişiklikler oluşabilmektedir. MR’da saptanan ek odaklar meme koruyucu cerrahi planlanan hastaların tedavi planını, memenin alınması olarak değiştirilebilmektedir. MR görüntülemenin ilk kullanılmaya başlandığı zamanlara göre,  böylesi durumlarla çok daha az sıklıkta karşılaşılmaktadır. Zamanın ilerlemesi ile artık bu durumlar yaşanmamakta ve işlemlerin hepsi sırası ile yapılmaktadır.

MR görüntüleme yöntemi radyasyon içermez, yumuşak dokuların görüntülenmesinde diğer yöntemlere oranla daha başarılı sonuçlar elde edildiği söylenebilir. Bunlara rağmen MR ne kadar güçlü sonuçlar elde etse de, meme kanserinde kesin sonuçlara ulaşılabilmek için diğer görüntüleme yöntemleriyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) Nasıl Uygulanır?

MR Çekimlerinde Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar Nelerdir?

Meme MR Hangi Durumlarda Önerilmektedir?

Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, ek odak varlığının araştırılması,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, karşı memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda hastalığın göğüs duvarına yayılım derecesinin belirlenmesinde,
Mamografi ve ultrasonografi değerlendirmelerine ek olarak yüksek klinik şüphe varlığında,
Lokal ileri evre meme kanserinde kemoterapi yanıtının değerlendirilmesinde
Genetik olarak meme kanseri açısından yüksek riskli kadınlarda tarama amacıyla,
Meme protezi olan kadınlarda memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri nedeniyle eş zamanlı rekonstrüksiyon yapılan hastalarda göğüs duvarı nükslerinin saptanmasında meme MR görüntülemesi yapılabilmektedir.

Meme MR Görüntüleme Kimlere Önerilmez?

Meme MR Görüntülemesinin Dezavantajları Nelerdir?

Manyetik Rezonans Görüntüleme

Yüksek riskli hastalara çeşitli istatistiksel metotlarla meme kanserine yakalanma ihtimali hesaplanmaktadır. Gail, Klaus, BRCAPRO ve bunlar gibi metotlarla hesaplanan ömür boyu meme kanserine yakalanma riskinin yüzde yirmiyi (normal kadında ömür boyu risk % 12-13 dür) geçmesi halinde o kadına mamografinin yanında meme MR ile tarama da önerilmektedir. Bunun için hastanın riskinin doğru bir şekilde hesaplanması gereklidir.

Yüksek riskli hasta grubunda riskin belli bir değeri aşması halinde mamografi ve meme MR taramaları birlikte yapılır. Mamografi ve meme MR taramaları birbirlerini bütünleyici taramalar olup, birinin düzenli yapılması diğerinin yapılmamasını gerektirmez.

Kemoterapi Alan Hastalar İçin 15 Beslenme Önerisi

Sağlıklı beslenme kansere karşı koruyucu etki yaparken kanser tanısı almış hastalarda da tedavinin en büyük yardımcılarından biri olarak öne çıkıyor. Kemoterapi sürecinde enerjileri en aza inen ve iştahı azalan hastalar doğru bir beslenme planlaması ile zinde kalabiliyor.

Uygun miktarda tüketilecek doğru besinler yaşam kalitesini artırıyor

Kanser tedavisinde kemoterapi sürecinde, hastalığın seyrine olumlu etki yapacak bir beslenme tarzının belirlenmesi çok önemlidir. Bunun için onkololoji uzmanının yanı sıra beslenme ve diyet uzmanından destek alınmalıdır. Hastanın kan değerleri, kemoterapi sonrası yaşadığı süreç ve bağışıklık sisteminin durumuna göre uygulanacak beslenme programı hastanın yaşam kalitesinin artırılmasına olumlu etki yapacaktır.

Kemoterapi tedavisi sırasında;

  1. Kişi iştahsız olduğu dönemlerde kendini olumlu yönde motive ederek, sevdiği yemekleri yemeye çalışmalıdır. Hastanın bulantısı varken kesinlikle yemek yemeye zorlanmamalıdır.
  2. Az ve sık beslenmeye özen gösterilmelidir. Yemek için acıkmayı beklemek doğru değildir.
  3. Ana yemeklerde sulu yiyecekler yerine, katı yiyecekler tercih edilmelidir. Sulu yiyecekler, doygunluk hissi vereceğinden az yemek yenmesine sebep olacaktır.
  4. Özellikle hasta bulantısı olduğu dönemlerde, yağlı, şekerli ve kızartma türü yiyeceklerden uzak durmalıdır. Bunların yerine tuzlu ve kuru besinler ( kraker, az yağlı peynir, leblebi, yağsız tost, yağsız makarna gibi) tercih edilebilir.
  5. Kişi yemeğini havadar, ışık alan, kalabalık olmayan bir ortamda ve sevdiği bir müzik eşliğinde yiyebilir.
  6. Hasta günlük ihtiyacı olan kaloriyi almak için iştahsız olduğu dönemlerde porsiyonu küçük ancak kalorisi yüksek yiyecekler tercih etmelidir. Bunlar sütlü ve meyveli tatlılar, pekmez, bal, hoşaf, taze sıkılmış meyve suları, pilav veya makarna olabilir.
  7. Protein gereksinimi için kırmızı et, tavuk balık veya yumurta tüketmeye özen gösterilmelidir. Ana öğünlerin en az birinde bu yiyeceklerden hangisi daha rahat tüketiliyorsa kişi kendine uygun bir pişirme yöntemiyle hazırlanmış yemeğini yiyebilir.
  8. Günde 6-8 bardak su içilmelidir. Kişi su içmek istemiyorsa; bitki çayı, meyve suyu, ayran gibi içeceklerle sıvı ihtiyacını karşılamalıdır.
  9. Bitki karışımlarının tedaviye yardımcı olacağı düşünmesi ile doktora danışmadan asla bu tür ürünler kullanılmamalıdır.
  10. Yemek saatleri, kişinin kendisini iyi hissettiği zamana göre ayarlanmalıdır. Mümkünse öğünlerden önce temiz havada yürüyüşler yapılmalıdır.
  11. Kokuya duyarlı olunan dönemlerde yemek kokusundan uzak bir ortamda, yoğurtla veya soğuk yenebilen yiyecekler tercih edilmelidir.
  12. Yemeklerin rahatsız edici kokularını azaltmak ve daha lezzetli hale getirmek için nane ve kekik gibi baharatlar kullanılmalı, yemek sunumunun iştah açıcı olmasına dikkat edilmelidir.
  13. Ağır parfüm, sigara ve yemek kokuları gibi kişiyi rahatsız edebilecek kokulardan uzak durulmalıdır.
  14. Bulantı olduğu zaman derin ve yavaş nefes alma egzersizleri yapılmalıdır. Sürekli bulantı varsa kişi televizyon seyretme, müzik dinleme, örgü örme ya da kitap okuma gibi kendini oyalayacak aktivitelere yönelmelidir.
  15. Bazı mentollü şekerlemeler rahatlatıcı olabilmektedir.
Kanserde hormon tedavisi nedir?

Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaçlar uzun süreler (üç-beş yıl) ağız yolu ile alınırlar.

Hormon tedavisi neden uygulanır?

Meme kanseri nin oluşmasında kadınlık hormonları östrojen ve progesteronun rolü biliniyor. Bu hastalara yeniden hormon tedavisi uygulanması, bu konuyu bilmeyenlere çelişkili gelmektedir. Aslında bu tedavi bir anti – hormon tedavisidir. Bazı hastalarda kanser hücreleri üzerinde östrojen ve progesteron hormonlarının alıcıları vardır. Bu alıcılar kan dolaşımındaki hormonlarla uyarılarak yeniden meme kanser oluşmasına neden olur. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir.

Meme kanseri olan kadınlarda adetler iğne ile geçici olarak durdurulur mu?

Adet gören hastalarda vücudun en önemli östrojen kaynağı yumurtalardır. Meme kanserli ve hormon reseptörü pozitif olup, adet gören bu kadınların bazılarında 3 yıl geçici olarak ayda bir veya 3 ayda bir yapılan iğne ile adetler geçici olarak kesilir. Ayrıca ağızdan beş yıl süreyle verilen ilaçla hastalığın aynı meme ve diğer memede tekrarı önlenmeye çalışılır.

Hormon tedavisi ne zaman yapılır?

Genelde kemoterapi bittikten sonra başlar ve 5 yıl süre ile devam eder. Anti hormon tedavisi sırasında özellikle adet gören kadınlarda sıcak basması, terleme, vücutta yağlanma gibi yakınmalar olabilir.

Meme kanseri olup menopoza giren kadınlara hormon replasman tedavisi verilir mi?

Bizler bu dönemde hastalığın tekrarlanma olasığını arttıracağından menopoz tedavisini tavsiye etmiyoruz.

Memede bulunan her kitle çıkarılıyor mu?

Hayır. Memede bulunan bir kitle fark edildiğinde muayene ve gerekli görülen tetkiklerle değerlendirilmesi yapılıyor. Eğer kitle içerisine sıvı bulunan basit bir kist ise bunun çıkarılmasına gerek yoktur.

Çok büyük ve ağrılı kistlerin, nadiren enjektörle boşaltılması gerekebilir. Memedeki ödem, gerginlik ve ağrıyı azaltmak için bazı bitkisel ilaçlar önerilebilir.

Memedeki basit kistler menopozdan sonra kendiliğinden kaybolabilir. Genç kadınlarda sık görülebilen iyi huylu meme tümörler fibroadenom adını alır. Bunlar genellikle 2 cm altında ve düzgün sınırlı ise 6 ayda bir yapılan ultrason ile takip edilebilirler. Hızlı büyümeleri ve şekil düzensizlikleri varsa iğne biyopsisi yapılır. Sonuca göre çıkarılabilir. Şüpheli tümörlerin çıkartılmaları ve incelemelerinin yapılması gerekir.

Kemoterapi ilaç tedavisi nedir?

Kemoterapi ilaç tedavisi, kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir.

Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir.

Kemoterapinin hangi durumlarda, hangi ilaçlarla ne süre ile yapılacağı genellikle medikal onkologlarca düzenlenir.

Radyoterapi (ışın tedavisi) nedir?

Radyoterapi (ışın tedavisi) kanser hücrelerini tahrip etmek veya yok etmek için x-ışınları, gama ışınları, elektron veya protonlar gibi yüksek enerji partikküllerini veya dalgaların akımını kullanarak uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Meme koruyucu cerrahiler sonrası memeye tekrarlamaları azaltmak amacı ile mutlaka ışın tedavisi uygulanır. Radyoterapide (ışın tedavisinde) amaç, kanser kitlesinin çevresindeki normal dokulara zarar vermeden kanser kitlesini yok etmektir. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Genellikle kanserin tedavisinde kullanılmakla birlikte nadiren kanser dışı hastalıkların tedavisinde de kullanılabilir.

Radyoterapinin en çok uygulandığı kanserler

Radyoterapi ile sadece hastanın etkin bir şekilde tedavi edilmesi değil aynı zamanda tedavi sonrası kaliteli bir yaşam sürmesi de hedeflenmektedir. Bu nedenle radyoterapi uygulamalarında geçmişte kanserli dokuyu tamamen yok etmek için çok geniş bir alanı kapsayan ışınlama tekniklerinin yerini artık tümörün çevresinin tamamen saran ve yalnızca kanserli bölgeyi hedef alan tedaviler almıştır. Böylece sağlıklı dokular daha çok korunabilmekte, çok yüksek ışın kullanılabildiği için de tümör daha yüksek oranda kontrol altına alınabilmektedir. Normal dokuyu tamamen radyasyondan korumak gibi bir durum söz konusu olmasa da dokuların tolerans dozlarını aşmayacak şekilde bir ışınlama ile konfor sağlanmaktadır.

Mamografinin riski var mı?

Meme kanseri kadın sağlığı için çok önemli bir konu. Gerek elle yapılan değerlendirmeler, gerek yıllık doktor kontrolleri, gerekse ultrasonografik incelemelerle yaygın kullanılan mamografiler ise son derece önemli tarama araçlarıdır.

Özellikle mamografiler erken teşhiste altın standart olarak kabul ediliyor. Bütün mesele mamografi incelemelerinin kime, ne zaman ve ne sıklıkta yapılacağına doğru karar vermekte. Faydalarını abartıp zararlarını asgarileştirmek ise yanlış bir düşünce.

Anne veya baba tarafında meme kanseri hikayesi bulunan, özellikle birinci derece akrabalarında (anne, kız kardeş, teyze, hala) meme kanseri teşhis edilenlerin hastalık yönünden risk grubunda oldukları kabul edilip erken yaşlarda nasıl bir tarama programı oluşturulacağı konusunda doğru karar verilmelidir. Bunu yapabilecek en yetkin kişiler meme konusunda uzmanlaşmış meme cerrahisi uzmanları ve taramalarda deneyim kazanmış radyologlar.  Böyle bir durum söz konusu olduğunda bu kişilerin en geç 40’lı yaşlardan hemen sonra bir şekilde tarama programlarının başlatılması zaruridir.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisi

Kemoterapi

Tümör hücrelerinin büyümesini durdurmak veya yok etmek amacıyla yapılan ilaç tedavisine kemoterapi adı verilir.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisi niçin yapılır?

Cerrahi ve radyoterapi meme kanserinin lokal tedavisini sağlarken, kemoterapi ve hormonoterapi sistemik tedaviyi amaçlamaktadır.
Kemoterapi birçok hastada cerrahi tedaviyi destekleyen (adjuvan) bir yaklaşımdır ancak bazı durumlarda (örneğin yaygın hastalıkta – meme kanserinin en sık yayılım gösterdiği bölgeler kemik, karaciğer, akciğer ve beyindir) primer tedavi rolü üstlenir. Meme kanserinin kemoterapisi halen dünya üzerinde en fazla üzerinde araştırma yapılan konulardan biridir. Meme kanserinin cerrahi tedavisinden (mastektomi-memenin alınması veya kitlenin çıkartılması-lumpektomi) sonra yapılan adjuvan kemoterapi meme kanserinin yeniden oluşma riskini azaltmakta ve hayatta kalım süresini artırmaktadır.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisi nasıl yapılır?

Meme kanseri kemoterapisi sıklıkla birkaç ajanın beraber ve damar yoluyla verildiği tedavi şemalarını içerir. Tek başına verilmelerine oranla kombinasyon kemoterapilerinin başarısının çok daha yüksek olduğu saptanmıştır.

Kemoterapi yapılmasına nasıl karar verilir?Kemoterapi yapılıp yapılmayacağına operasyonda çıkarılan tümör kitlesinin patolojik incelenmesinden sonra karar verilir. Tümör çapı, lenf bezi tutulumunun olup olmadığı ve varsa adedi, tümör hücresine ait bazı özellikler ve hormon reseptörleri değerlendirilir.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisine zaman başlanır?

Meme kanseri tedavisinde uygulanan kemoterapiye sıklıkla operasyondan sonraki 2.-3. haftada başlanır. Yara iyileşmesinde problem olması kemoterapiyi geciktirebilir, bu tercih edilen bir durum değildir.

Radyoterapi de planlanıyorsa kemoterapi bittikten sonra veya kemoterapiye ara verilerek (tedavi şemasının yarısı bittiğinde) yapılabilir.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisi ne kadar sürer?

Tercih edilen kemoterapi şemasına göre 4 , 6 veya 8 kür olabilir. Genellikle iki tedavi dönemi arasında 3 hafta beklenir. Kemoterapi kemik iliğini baskılayabileceği ve vücudun savunma sistemini olumsuz etkileyebileceği için her tedavi öncesinde bazı kan testleri yapılır.

Meme kanserinde kemoterapi tedavisinin yan etkileri var mıdır?

Meme kanserinde uygulanan kemoterapinin yararları, bu tedavinin getireceği risklerden veya yan etkilerinden daha fazladır. Uygulanan ilaçlara, dozlarına ve kemoterapi şemalarına göre yan etkileri değişebilir.Hemen tüm yan etkiler, geçicidir.

Meme kanserinde radyoterapi tedavisi

Radyoterapi

“Meme kanserini X-ışınları ile tedavi etmeye çalışan ilk kişi” George Chicitot (1908) Radyoterapi (Işın tedavisi) X-ışınları kullanılarak yapılan bir tedavi şeklidir ve aynı cerrahi gibi tümörün lokal kontrolunu sağlamak amacıyla uygulanır.

Kimlere yapılır?

Meme koruyucu cerrahi tercih edildiyse mutlaka kalan meme dokusuna radyoterapi yapılmasına gerek vardır. Meme koruyucu cerrahiden sonra radyoterapi yapılmasının tümörün tekrar etmesini anlamlı oranda azalttığı gösterilmiştir.
Eğer cerrahi tercih mastektomi (memenin tümünün alınması) yönünde ise radyoterapi yapılması bazı kurallara bağlıdır (Örneğin tümörün göğüs duvarına veya meme cildine yapışık olması, koltuk altında 4’den fazla pozitif lenf nodu olması, vb.)

Ne zaman uygulanır?

Radyoterapi meme cerrahisini takiben 6 ay içerisinde yapılmalıdır. Daha fazla gecikme olması işlemin başarı şansını düşürür.
Bu sırada kemoterapi yapılıyorsa ya bitmesi beklenir ya da kemoterapiye ara verilerek radyoterapi yapılır ve daha sonra kemoterapi devam eder.

Ne kadar sürer?

Radyoterapi süresi uygulamaya göre değişir. Hafta içi hergün sıklıkla hastanede yatmaya gerek kalmadan ayaktan yapılır ve hafta sonları ara verilir.

Nasıl yapılır?

Radyoterapiye başlamadan önce çeşitli ölçümler yapılarak radyoterapi yapılacak olan alan işaretlenir.

Yan etkileri nelerdir?

Koltuk altı lenf bezleri temizlenmiş olan hastalarda, bu bölgeye radyoterapi yapılması gerekirse kolda şişme (lenf ödem) riski artar.
Hamile kadınlarda anne karnındaki bebeğe zarar verme riski nedeniyle radyoterapi almamaları önerilmektedir.

Kısmi radyoterapi

Günümüzde çok iyi seçilmesi gereken kısıtlı bir hasta grubunda, tüm meme yerine sadece tümör çevresine radyoterapi uygulanabilmektedir. Bu uygulama ameliyat sonrasında, veya ameliyat sırasında (intraoperatif radyoterapi) yapılabilir.

PET-CT meme kanserinde iyi gidişatı erken dönemde öngörüyor

PET-CT tetkiki ile kanser hücresi metabolizmasının bir ölçütü olarak şeker kullanım derecesi sayısal değerlerle ölçülebilmektedir. SUV (özgül tutulum değeri) adı verilen bu değerler, çeşitli kanserlerde hastalığın gidişini gösteren faktör (prognostik) olarak değerli bulunmuştur. Hastalığın erken döneminde kötü gidişin tespit edilmesi hastaya yaklaşımı etkilemekte ve nüksün (kanserin tekrarlaması) erken yakalanıp tedavisine katkıda sağlayabilmektedir. En saygın tıbbi görüntüleme dergilerinden biri olan Journal of Nuclear Medicine isimli dergide Güney Kore’deki Yonsei üniversitesinden araştırmacıların bu konudaki önemli bir makalesi Temmuz 2016 dergisinde online olarak yayınlandı.

Bu çalışmada, bölgesel olarak ilerlemiş aşamada meme kanseri tanısı almış hastalarda ameliyat öncesi küçültücü (neoadjuvan) kemoterapi yanıtı üzerinden kötü gidişin öngörülmesinde PET-CT’nin değeri incelenmiştir. Bölgesel olarak ilerlemiş meme kanserli 87 hastada, 3 kür kemoterapi sonrasında kanserli dokunun hücre metabolizması SUV değerleri ile değerlendirdi. Daha sonra ameliyat edilen hastalar patolojik inceleme ile yanıt durumlarına göre alt gruplara ayrıldı. Kemoterapi sonrası kalan kanserli doku miktarı patolojik yanıtını tahmin etmek için hesaplandı. RCB-0 rezidüel hastalık yok. RCB-1 (hafif rezidüel hastalık), RCB-2 (orta rezidüel hastalık) veya RCB-3 (belirgin rezidüel hastalık) olarak kategorize edildi. Yapılan istatistiksel değerlendirmede SUV değerlerindeki azalma ile geride kalan tümör miktarı (RCB kategorisi) arasında anlamlı negatif ilişki olduğu saptandı (R = -0,408; p <0.001). Çok değişkenli analiz yapıldığında, SUV değerlerindeki tedavi öncesi ve sonrası değişim farkının nükssüz sağkalım ve genel sağkalım açısından önemli bir öngörücü faktör olduğu saptandı. Hastalar patolojik yanıt gruplarına ayrıldığında hücre aktivitesi % 66.4 oranının üzerinde olanların altında olanlara göre nüks etme ve sağkalım arasındaki fark anlamlı ölçüde farklı bulundu.

Bu çalışma, lokal ileri evre meme kanserinde 3 kür tedavi sonrasında yapılan PET-CT tetkikinin erken dönemde patolojik yanıttan bağımsız olarak iyi gidişi öngördüğünü ortaya koymakla birlikte PET-CT yönteminin ara değerlendirme amaçlı kullanılması yalnızca yanıtı göstermekle kalmaz, sonraki aşamalarda takip, planlama ve olası kötü gidiş hakkında bilgi vermesini kanıtlamıştır.

Meme PET CT nasıl yapılır?

Pozitron Emisyon Tomografi (PET) ile Bilgisayarlı Tomografinin (CT) İlk kez aynı anda en üstün iki görüntülenme sisteminin birlikte kullanılarak insan vücudunun ayrıntılı görüntülenmesinde ulaşılan en üstün teknoloji mucizesi olan PET CT’de ilaç olarak kullanılan şey bildiğimiz şekerdir.

Şeker, çok küçük miktarda dışarıya sinyaller veren radyoizotoplarla bağlanır ve hastanın damarına verilir.

Radyoizotoplu şeker, çok küçük de olsa kanser hücrelerinin içine girebilme özelliğine sahiptir. Çünkü kanser hücreleri çok şeker kullanırlar. Böylelikle kanser daha çok küçükken yakalanabilir ve tedavisi kolaylaşır.

CT’nin bu sistemdeki görevi, bir nevi harita gibi, çok küçük kanser hücrelerinin vücudun neresinde olduğunu göstermektir.

PET-CT, her iki yöntemin de en iyisidir. İki görüntüleme çeşidi bir arada olunca vücudun en ince ayrıntıları ortaya çıkmaktadır.

Mamografiyle ilgili bilinmesi gerekenler
Mamografiyle ilgili bilinmesi gerekenler

Her 8 kadından birini etkileyen meme kanserinde erken tanı hayat kurtarıyor. Hastalıkta erken tanı için de düzenli olarak doktora gidilmesi ve mamografi çektirilmesi gerekiyor.

Emziren kadınlara mamografi önerilir mi?

Emziren kadınlarda meme dokusunun yoğunluğu artar. Çekim öncesi emzirmek meme dokusundaki süt miktarını azaltacağından yoğunluğu azaltır ve daha iyi görüntü elde edilmesini sağlar.

Memesinde protez (silikon) olanlar meme taramasını nasıl yaptırabilir?

Meme dokusunda uygulanmış olan protezler memenin mamografi, ultrasonografi veya MR (Manyetik Rezonans) tetkiki için bir engel oluşturmaz. Mamografi çekimi sırasında meme dokusuna uygulanan basıncın proteze bir zararı yoktur. Mamografi cihazlarındaki protezli meme için doz seçim programlarıyla ayrıntılı görüntüler elde edilir. Tarama protokolünde
mamografi ile birlikte ultrasonografinin de yapılması önerilir.

Mamografi çektirmenin zararı var mı?

Mamografi X-ışını kullanılan bir yöntemdir. Alınan radyasyonun bir kanseri tetikleme ihtimali teorik olarak çok düşüktür. Günümüzde yeni teknoloji dijital mamografi cihazlarıyla, tetkik sırasında alınan radyasyon miktarı çok azalmıştır. Mamografi sırasında alınan radyasyon miktarı bir uçak yolculuğu sırasında güneş ışınları nedeniyle maruz kaldığımız radyasyon ile hemen hemen aynıdır. Uçak yolculuklarından vazgeçiyor muyuz?

Mamografiye gitmeden önce nelere dikkat etmeli?

Mamografi tetkiki için herhangi bir ön hazırlığa gerek yoktur. Çekim sırasında özellikle pudralı deodorant gibi kozmetik ürünlerinin kullanılmaması gerekir.
Adet öncesi meme dokusunda fazla hassasiyeti olan kadınların adet
sonrası çekim yaptırması, ağrı olmaması için faydalı olacaktır.

Meme ultrasonografisi kimlere önerilir?

Meme ultrasonografisi tarama veya tanı amaçlı mamografi tetkiki yapılmış, yoğun meme dokusuna sahip hastalarda tamamlayıcı tetkik olarak 40 yaş altı hastalarda birincil işlem olarak koltuk altı bölgelerinin değerlendirilmesinde ve biyopsi işlemlerinde kılavuz yöntem olarak yapılır. Ön hazırlık gerekmeden, her zaman yapılabilen bir tetkiktir. Radyasyon içermeyen bir tetkik olması nedeniyle gebelik sırasında da rahatça yapılabilir.

40 yaş üzeri kadınlar meme ultrasonografisi mi mamografi mi çektirmeli?

40 yaşından itibaren tarama amaçlı rutin olarak her yıl mamografi tetkiki yapılmalıdır. Yoğun içerikli meme dokularında, mamografik hassasiyet azalan olgularda ve mamografide bulgu saptanan olgularda, mamografiyi tamamlayıcı olarak ultrasonografi yapılmalıdır. 50 yaş üzeri kadınlarda da herhangi bir yaşta olabileceği gibi, ultrasonografi rahatlıkla yapılabilir.

Mamografi ne sıklıkla yapılmalı?

Mamografi tetkiki 40 yaşından itibaren yılda bir defa düzenli olarak yaptırılmalıdır. Risk grubunda olan kadınlara tetkikler daha erken yaşta da önerilebilir. Bu konuyu hekiminize danışmanızda yarar var.

Ailesinde meme kanseri olanlar ne zaman kontrole gitmeli?

Ailesinde meme kanseri olan kişiler de 40 yaşından itibaren yılda bir kez mamografi ve ultrasonografi tetkiki yapılmalıdır. Birinci derece akrabasında 40 yaş altında meme kanseri tanısı olan kadınlarda, meme taraması yakın akrabalarda kanser saptama yaşından 10 yıl daha genç yaştan itibaren yapılmalıdır. Yüksek riskli gruba dahil kadınlarda rutin yıllık mamografi ve ultrasonografi ile birlikte yıllık aralıklarla meme MR incelemesinin de rutin takiplere eklenmesi önerilmektedir. Bunun için hasta riskinin doğru hesaplanması önemlidir.

Meme ultrasonografisi hangi yaş grubuna yapılır?

Meme ultrasonografi tetkiki için herhangi bir yaş kısıtlaması yoktur, her yaş grubuna yapılabilir.

Kemoterapi ile ilgili yanlış bilinenler

Aldığınız en yüksek kemoterapi alabileceğiniz en iyi tedavidir. Daha fazlası daha iyi sonuç vermez.
Kemoterapi söz konusu olduğunda, en önemli nokta standartların ne üzerinde ne de aşağısında olan doğru ilaç bileşiminin uygulanmasıdır. En az standart dozda ilaç almak çok önemlidir, fazlasının verilmesi gerçek bir avantaj sağlamaz.

Kemoterapiye bağlı olarak hasta olmazsanız, tedavi başarılı değildir.

YANLIŞ Kemoterapi ili ilgili “acı yoksa kazanım da yok” dedikodusu gerçekten dedikodudur. Kemoterapiye bağlı olumsuz etkiler ile kansere karşı elde edilen yararlar arasında bir ilişki yoktur. Her bir hasta farklı yanıt verebilir. Bazı hastalarda çok az yan tesir görülürken, bazılarında her gün ortaya çıkar.

Genç kadınların kemoterapi sırasında daha fazla bulantısı olur.

Ne kadar genç iseniz bulantı ortaya çıkma olasılığı o kadar yüksektir. Genç kadınların beyinlerindeki bulantı tetikleyici alan daha büyüktür, bu alan yaş ilerledikçe küçülür.

İlk başta bulantınız olmalı ki doktorlar kemoterapiye nasıl yanıt verdiğinizi anlayabilsin.

YANLIŞ Hiç kimse rahatsız olmak zorunda değildir. Kemoterapi ile birlikte bulantı önleyici ilacın ilk dozu da verilir, ayrıca eve döndükten sonra ilk 48 saatte almanız gereken haplar da size verilir.

Her bir kemoterapi tedavisinde daha kötü olursunuz. Zaman geçtikçe daha da harap olursunuz.

DOĞRU ve YANLIŞ Kemoterapiden sonra kendinizi kötü hissediyorsanız, doktorunuz rahatsızlıklarınızı hafifletmek için ilaçlar verir. İlk tedavide rahatsız olmanız bir sonrakinde de aynı veya daha fazla derecede rahatsız olacağınız anlamına gelmez. Ancak, bitkinlik birikimlidir. Tüm tedavi bitene kadar kendinizi tam olarak enerjik hissetmeyebilirsiniz.

Meme Biyopsisi Nedir, Nasıl Yapılır?

Meme biopsileri görüntüleme yöntemleri ile  tespit edilen şüpheli bölgelerdem mikroskopik inceleme için parça alınmasıdır.

Radyolojik yöntemlerin (ultrasonografi, mamografi veya magnetik rezonans) rehberliğinde, hastaya en az zarar verilecek şekilde, yeterli miktarda doku, radyolog tarafından uygun biçimde seçilmiş iğnelerle alınır.

Histopatolojik tanı gerektiren bir durumda radyoloğun görevi ; Hasta için en az zararlı patolog için en fazla bilgi veren biyopsi yolunu seçip uygulamaktır.

Meme hastalıklarında biyopsi uygulamaları sıklıkla aşağıdaki durumlarda yapılmaktadır;

Kitle dışardan el ile anlaşılabilse bile daha güvenli olması içim biyopsinin mutlaka ultrasonografi eşliğinde yapılması önerilmektedir.

Meme biyopsisi kadınlarda tedirginlik yaratan bir durumdur, ancak işlem öncesi işlemi yapacak Radyoloji Uzmanından bilgi alınması gerginliği azaltacaktır.

Radyoterapi İle İlgili Yanlış Bilinenler

Yeni bir tedavinin başlangıcında yapınıza bağlı olarak biraz endişelenmeniz veya ölümden korkmanız normaldir. Radyoterapi başlanacak kadınlarda, tedavi ile ilgili yanlış bilgiler sebebiyle bu endişe artmış görünmektedir.

Radyoterapi acı verir.

Tam olarak değil.
Makine günlük tedaviyi uygularken hastaların çoğu radyasyonu hissetmez. Bazı hastalar ise makine radyasyon uyguladığı sırada bölgede hafif ısınma veya karıncalanma hissederler. Zamanla, tedavi edilen bölgenin derisinde kademeli olarak kuruluk, duyarlılık, kaşıntı veya yanma ortaya çıkabilir. Bu duyular rahatsızlık verici olabilir ancak nadiren hastanın tedaviyi sonlandırmasına veya ara vermesine neden olacak kadar şiddetlidirler. Deri reaksiyonları ile ilgili diğerleri.

Radyoterapi, radyoaktif olmama neden olur.

Sadece bazı vakalarda.

Dış radyasyonla tedavi görüyorsanız hiçbir zaman radyoaktif olmazsınız. Aldığınız radyasyon bir anda dokularınıza geçer – makine kapatıldığında vücudunuza radyasyon geçişi olmaz. Normal yaşam ritminizi devam ettirmeye çalışırken, radyasyon yaymadığınızı arkadaşlarınıza, ailenize ve iş arkadaşlarınıza hatırlatmanız önemlidir. Eğer tedavinin sonunda “yükleme” şeklinde bir iç radyasyon alırsanız, radyoaktif madde içinizde olduğu sürece radyoaktif olursunuz. Bu iç radyasyon tedavisini alırken, hastanede özel bir odada tecrit edilirsiniz.

Radyoterapi saçlarımın dökülmesine yol açar.

Yanlış: Başınıza uygulanmadığı takdirde, hayır.
Sadece radyoterapi alıyorsanız, saçlarınız dökülmez (meme başı çevrenizdeki ve memeye yakın koltukaltı bölgenizdeki tüyler dökülebilir ancak daha sonra tekrar çıkarlar). Radyoterapinin saçları döktüğü düşüncesi, radyoterapi ile kemoterapinin birbirine karıştırıldığı yanlış bilgilenmeye bağlıdır. Birçok hastada radyoterapi, kemoterapinin hemen ardından başladığından, bu iki tedavinin yan tesirlerinin birbirine karıştırılması anlaşılabilir bir durumdur. Kemoterapi “sistemik” bir tedavi olduğundan, yani tüm vücudu etkilediğinden, bu tedavi sırasında saçlarınız dökülebilir. Radyoterapi ise “lokal” bir tedavidir, yani doğrudan meme dokusuna ve belki bazen de çevre lenf bezlerine odaklıdır. Radyasyon başınızı hedeflemediği takdirde radyasyona bağlı olarak saçlarınız dökülmez.

Radyoterapi bulantı ve kusmaya neden olur.

Yanlış: Meme ve lenf bezlerine uygulanan radyoterapi bulantı veya kusmaya neden olmaz.
Büyük olasılıkla bu mit, kemoterapi ile radyoterapinin birbiriyle karıştırılması sonucu doğmuştur. Bazı kemoterapi ilaçları bulantı ve kusmaya yol açabilir. Bazı antiöstrojenler ile bazı ağrı kesiciler de hafif bulantıya sebep olabilir. Ayrıca, hastalıktan kaynaklanan stres ve gerginlik sebebiyle de midenizde rahatsızlık hissedebilirsiniz.

Radyoterapi başka meme kanseri oluşma riskini arttırır.

Yanlış: Meme radyoterapisinin amacı aynı memede meme kanserinin yineleme riskini azaltmaktır.
Bir memeye radyoterapi uygulanması diğer memede kanser oluşma riskini arttırmaz. Radyasyon ile kanser arasında ilişki olduğu doğrudur: Hodgkin hastalığı sebebiyle göğüs bölgesine radyoterapi uygulanan kızlarda meme kanseri riski artar çünkü gelişmekte olan meme dokusu radyasyon hasarına karşı savunmasızdır. İkinci dünya savaşı sırasında Hiroşima’da atom bombasına maruz kalan kadınların küçük bir kısmında meme kanseri görülme oranı artmıştır. Bugün, o kadınların tüm vücutlarında düşük dozda radyasyona maruz kalmaları sonucu bu durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak tedavi edici olarak verilen radyasyon sadece meme bölgesine uygulandığından vücudun diğer bölgelerine “yayılmamaktadır”.

Meme ultrasonunu kimler çektirmeli?

Meme ultrasonu 40 yaşından genç hastalarda düzenli kontrollerde yılda bir kez yapılması önerilen hiçbir risk taşımayan bir yöntemdir. 40 yaşından sonra mamografi incelemesi yapılan hanımların tamamlayıcı bir yöntem olarak ultrason yaptırması faydalı olmaktadır. Sadece meme dokusu iyice yağlı doku ile dolmuş olan hanımlarda mamografi tek başına yeterli olmaktadır.

Onun dışında tüm hanımlara mamografi ile birlikte meme ultrasonun yapılması meme kanseri yakalama oranlarını % 80-90 lara çıkarabilmektedir. Meme ultrasonu memdeki kistlerin ve kitlelerin ayırımında en duyarlı yöntemlerden birisidir.

Meme MR Kimler yaptırmalı?

Manyetik Rezonans yani MR’ı, en basit şekilde, ‘güçlü bir manyetik alan ortamında radyofrekans dalgaları aracılığıyla görüntü oluşturma tekniği’ olarak tarif etmek mümkündür. Radyasyon içermeyen bir teknik olan MR, yumuşak dokuların görüntülemesinde de kullanılır.

Hangi Durumlarda Öneriliyor?

Kimlere Önerilmiyor?

Meme Kanserinde Işın Tedavisi : Radyoterapi
Meme Kanserinde Işın Tedavisi : Radyoterapi

Işın tedavisi, radyoterapi, x ışını tedavisi gibi kavramların hepsi aynı anlamı taşıyor. Radyasyon ışınları, çoğalmakta olan hücrelerin DNA yapılarını bozarak ölümüne neden oluyor. Bu tedaviyle amaç, radyasyon ışınlarıyla çoğalan kanser hücrelerini öldürerek kanseri yok etmeye çalışmak. Ancak tedavi sırasında bir grup sağlıklı hücre de zarar görüyor; tedavinin bazı zararlı yan etkileri de buna bağlı olarak ortaya çıkıyor. Radyoterapi de, cerrahi tedavi gibi sadece uygulandığı bölgedeki kanser hücrelerini yok etmek amacıyla yapılıyor.

Radyoterapi, radyasyon onkologları tarafından düzenleniyor ve uygulanıyor.

Tedavi için kullanılan radyasyon ışınları bazı makinelerden veya radyoaktif maddelerden sağlanıyor. Daha önce saptanan miktarda ışın, ufak dozlara bölünerek planlanan bölgeye veriliyor.

Böylece tüm dozun birden verilmesiyle ortaya çıkacak olan yan etkiler azaltılmaya çalışılıyor.

RADYOTERAPİ İÇİN KULLANILAN IŞINLAR NASIL ELDE EDİLİYOR?

Radyoterapi için kullanılan ışınlar iki şekilde elde ediliyor. Bazı radyoterapi cihazlarında radyoaktif bir madde bulunuyor. Kobalt-60 bu radyoaktif maddelerden birisi. Bu maddeden yayılan radyoaktif ışınlar kanserli bölgeye yönlendiriliyor.

Bir diğer yöntemde ise, lineer akseleratör denilen cihazla radyoaktif ışınlar elde ediliyor.

IŞIN TEDAVİSİ HANGİ AMAÇLA YAPILIYOR?

Işın tedavisi iki amaçla yapılıyor. Kanser cerrahi olarak çıkartıldıktan sonra, bölgede kanser hücreleri kalması olasılığı göz önüne alınarak uygulanan tedaviye adjuvant radyoterapi diyoruz. Bu tedavinin her hastaya uygulanması gerekmiyor. Bazı kriterler göz önüne alınarak karar veriliyor. Buna daha sonra değineceğiz.

Işın tedavisi bir de, kanserin cerrahi olarak çıkartılması mümkün olmuyorsa, veya kanser vücudun başka bir organına atlamışsa, tedavi amacı için kullanılabiliyor. Bazen kanser kitlesi çok büyükse, ameliyattan önce bir miktar radyoterapi uygulanarak tümörün küçülmesi sağlanabiliyor. Bu sayede daha küçük bir cerrahi girişimle tümörü çıkartmak mümkün oluyor.

TEDAVİ NE KADAR SÜRÜYOR?

Adjuvant radyoterapi yaklaşık 5 hafta kadar sürüyor. Her gün 2-4 dakika süren tedavi, haftada 5 gün yapılıyor. 2 gün tedaviye ara verilerek vücut dinlendiriliyor, zarar gören sağlıklı hücrelerin kendilerini toparlamasına olanak sağlanıyor.

IŞIN TEDAVİSİ KİMLERE UYGULANIR?

Eğer kozmetik amaçla meme koruyucu ameliyat yapılmışsa, yani memenin tümü alınmamışsa, bu hastalara ameliyat sonrası dönemde (kanserin alındığı memeye) radyoterapi yapılması gerekiyor.

Bu hastalarda kanserin tekrar etmesini önlemek için bu tedavi uygulanıyor.

Işın tedavisi, memenin tümünün alındığı (mastektomi) durumlarda bazı hastalar için gerekiyor, bazıları için ise gerekmiyor. Memenin tamamının alınmasına rağmen radyoterapi gerektiren durumlar;

IŞIN TEDAVİSİ NE ZAMAN UYGULANIR?

Ameliyattan sonra yara iyileşmesini takiben 1-2 hafta sonra radyoterapiye başlanabilir. Eğer kemoterapinin önce uygulanması düşünülüyor ise, radyoterapiye daha sonra başlanabilir; ama bu çok gecikmemeli. Işın tedavisinin ameliyat sonrası ilk 16 hafta içinde uygulamasının daha etkili olduğu bildiriliyor. Bazen kemoterapi ile ışın tedavisi birlikte uygulanabiliyor. Bu hastayı biraz sarsıyor.

Böyle durumlarda ışın tedavisinin kemoterapi bittikten 2 hafta sonra başlaması daha uygun görülüyor.

Kanser hücrelerinin vücuda dağılması olasılığının daha fazla olduğu durumlarda önce kemoterapi uygulanıyor. Birlikte veya daha sonra radyoterapi uygulanıyor. Ama ameliyat edilen bölgede kanserli hücre kalma olasılığı daha fazlaysa, önce radyoterapi sonra veya birlikte kemoterapi uygulanıyor. Bu duruma, hekiminiz kanserin özelliklerine göre karar veriyor.

Bazen tümör tedavi edilemeyecek kadar ilerlemişse, radyoterapi yapılarak küçültülüyor. Bu sayede baskı ve ağrı gibi bulgular azalıyor, hastaya daha iyi bir yaşam kalitesi sağlanıyor. Buna palyatif radyoterapi diyoruz.

RADYOTERAPİYİ KİM UYGULAR?

Radyoterapinin uygulanmasından sorumlu olan hekimlere “radyasyon onkoloğu“ diyoruz. Hangi tip radyoterapi uygulanacak, ne kadar süreyle uygulanacak gibi sorulara radyasyon onkoloğunuz karar veriyor. Hekiminizin çizdiği tedavi programını radyasyon terapistiniz uyguluyor.

RADYOTERAPİ BİRDEN FAZLA UYGULANABİLİR Mİ?

Radyoterapi uygulanan bölgeye daha ileride ikinci bir radyoterapi uygulanamıyor. Ama vücudun farklı bir bölgesine kanser atlamışsa o bölgeye tekrar radyoterapi uygulanabiliyor. Bu nedenle daha önce başka bir hastalık nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi yapılmışsa, meme kanseri nedeniyle bu bölgeye radyoterapi uygulanamıyor.

RADYOTERAPİNİN ZARARLI YAN ETKİLERİ VAR MIDIR?

Günümüzde gelişmiş yöntemler kullanılarak radyoterapinin yan etkileri en aza indirilmeye çalışılıyor. Buna rağmen tedavi sırasında sağlıklı doku ve hücrelerin zarar görmesiyle bazı istenmeyen yan etkiler olabiliyor.

Meme kanseri nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi uygulandığında, bazen kalp zarar görebilir. Yine bu bölgede yer alan akciğerler zarar görebiliyor. Radyasyon pnömonisi dediğimiz bu tabloda, öksürük, ateş ve solunum güçlüğü ortaya çıkıyor.

Koltuk altı bölgesine uygulandığı zaman kolda lenfödem dediğimiz kol şişmesi riski artıyor. Bu durum, erken dönemde fark edilip gerekli önlemler alınmazsa, önemli fiziksel sorunlara yol açabiliyor.

Yine zaman zaman bölgedeki sinirler hasara uğrayarak nadiren de olsa kolda felce kadar giden ciddi sorunlara yol açabiliyor. Fakat yeni teknolojiyle üretilmiş cihazlar ve deneyimli ekiplerce uygulandığı zaman bu riskler en aza iniyor.

Radyoterapi sırasında ışınların uygulandığı deride de bazı sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorun, hafif bir kızarıklıktan derin yara oluşumuna kadar değişebiliyor. Yan etkileri en aza indirebilmek için bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor.

İLAÇ KULLANILMASI

Tedaviye başlamadan önce kullandığınız tüm ilaçları hekiminize bildirin. Tedavi sırasında bir ilaç kullanacaksanız, mutlaka hekiminize danışarak alın.

HALSİZLİK VE YORGUNLUK

Radyoterapi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi halsizlik ve yorgunluktur. Tedavi bitiminden itibaren 4-6 hafta kadar devam edebilir. Vücudunuz, tedaviniz sırasında fazladan enerji sarf eder. Gününüzü sık uyku ve dinlenme aralıklarıyla programlayın. Eğer yapabiliyorsanız, yarım saatlik yürüyüş egzersizleri, sizi psikolojik açıdan daha güçlü kılacak, hayata bağlayacaktır. Unutmayın moral ve psikolojik açıdan güçlü olmanız, tedavinizin en önemli anahtarlarından birisi.

BESLENME

İyi bir beslenme rejimi, kaybettiğiniz enerjiyi toplamanıza yardım edecek. Dengeli beslenerek kilo kaybını önlemeniz gerekiyor. Eğer iştahınız azalmışsa, kısa aralıklarla sık sık yiyin. Hekiminize danışarak, gerekiyorsa ek vitamin de kullanabilirsiniz. Tedaviniz sırasında E vitamini almanız önerilmiyor.

GİYİNME

Özellikle tedavi gören bölgeyi sıkı ve sert kumaştan yapılmış giyeceklerden uzak tutun. Yumuşak pamuklu giyecekleri tercih edin.

DERİ BAKIMI

Işın uygulanan bölgeye losyon, deodorant, parfüm,pudra, ve güneş kremi gibi maddeler sürmeyin
Işın uygulanan bölgedeki deriyi ovma, kaşıma gibi travmalardan uzak tutun , flaster yapıştırmayın
Bölgeye aşırı sıcak veya soğuk uygulamaktan kaçının, gerekiyorsa ılık su ve katkısız, zeytin yağından üretilen doğal sabunlar kullanın.
Bölgenin güneş ışınlarından korunması gerekiyor. Buna tedaviden sonra bir müddet daha devam etmeniz gerekiyor. Gerekirse tedavi sonrası dönemde korunma faktörü 15 ve üstü güneşten koruyucu kremler kullanabilirsiniz.
Deride bir süre sonra kuruluk veya renk değişikliği gelişebilir. Özellikle kuru deri bölgesinin nemlendirici kremlerle yumuşatılması rahatlatıcı olacaktır.
Deride kızarıklık, acıma ve kaşınma hissi çok rahatsız ediyorsa, hekiminize veya bir deri hastalıkları uzmanına başvurun
Meme başında ve çevresinde ödem dediğimiz şişme ortaya çıkabilir. Bu rahatsız edici bir dolgunluk hissi verebilir. Bu durum zamanla kendiliğinden gerileyecektir
Derideki kızarıklık bir süre sonra koyu, güneş yanığı gibi bir renge dönüşebilir. Deride gözenekler de genişleyerek siyah noktalar ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler 1 yıl veya daha uzun sürebilir.
Deride küçük kırmızı noktalar gelişebilir. Telenjiektazi denilen bu damar genişlemeleri, zamanla gerileyecektir. Eğer artmaya devam ederse hekiminize başvurun

OMUZ TUTULMASI

Eğer omuz bölgesinde sertleşme ve hareket kısıtlılığı varsa, hekiminize danışarak omuz egzersizlerine başlayın. Buna ne kadar erken başlarsanız tedavisi o kadar kolay olur.

SÜTYEN GİYMELİ MİYİM?

Eğer rahat ediyorsanız bir süre sütyen kullanmamanız öneriliyor. Fakat bu sizi rahatsız ediyorsa, pamuklu yumuşak kumaştan yapılmış, geniş askılı sütyenleri tercih edin (bunlar daha çok spor mağazalarında satılıyor). Işın gören bölgedeki hassas derinin sürtünmeden korunmasını sağlayın. Altı telli veya balenli sütyenleri kesinlikle kullanmayın.

RADYOTERAPİ SIRASINDA DERİ BAKIMI

Radyoterapi sırasında deride sulanma şeklinde yüzeysel veya derin yaralar açılabilir. Bu yaralar için, çinko oksit içeren kremler kullanabilirsiniz.

Meme kanseri tedavisine bağlı yan etkiler ve saç dökülmesi önlenebilir mi?

Kemoterapiye bağlı saç dökülmesi, en sık görülen ve en çok strese neden olan tedavi yan etkilerinden biridir. Saçlı deriyi soğutmanın (scalp cooling), kemoterapiye bağlı geçici saç dökülmesini önlediği yaklaşık 40 yıldır bilinmektedir. Buna rağmen sadece ülkemizde değil, dünya genelinde de hak ettiği yaygın kullanıma şimdiye değil ulaşamamıştır. Amerika İlaç Dairesi’nin (FDA) bayan meme kanserli hastalarda kemoterapiye bağlı saç kaybını (alopesi) önlemedeki başarısı sebebi ile, saçlı deriyi soğutma sistemine 2015’te verdiği onay bu durumu değiştireceğe benziyor.

Kemocap de denilen bu yöntemle cilt kan akımı ve saç folliküllerinin ısısı düşürülmekte, böylece kemoterapi ilaçlarının saç follikülleri üzerindeki olumsuz etkisi azalmaktadır.

Bu yöntem en sık, ameliyat sonrası koruyucu (adjuvan) veya ameliyat öncesi küçültücü (neoadjuvan) kemoterapi ile tedavi edilen meme kanserli hastalarda kullanılmaktadır. Diğer tedavi modaliteleri ile birlikte kullanımına hasta onkoloğu ile birlikte karar vermelidir.

Kemoterapi sonrası saç kaybınız için bazı önlemler alabilirsiniz. Kemoterapi sırasında saçlı derinin soğutulması, saç dökülmesini önlemede %70’lere varan oranda başarı sağlamaktadır. Bu yöntemi arzu etmezseniz peruklar veya güzel bir bone, şapka tercih edebilirsiniz. Saç kaybı kalıcı bir sorun değildir. Tedaviden 3 ay sonra yerine gelmekte ancak bir miktar kıvırcık olabilmektedir.
Ayrıca, henüz çocuk sahibi olmamış meme kanseri bayanlar, uygulanacak tıbbi tedaviler (kemoterapi) öncesi doktorları ile görüşerek yumurtalarını veya evliyseler embriyolarının saklanmasını (dondurulmasını) istemelidirler. Bu sayede kemoterapinin oluşturabileceği doğurganlık kaybından korunabilir ve gelecekte çocuk sahibi olabilme umutlarını sürdürebilirler.

Saçlı deriyi soğutma yöntemin geniş bir uygulama alanı vardır, kesinlikle uygulanmaması gereken durum hematolojik kanserlerdir. Şimdiye değin yapılan çalışmalarda başarı oranları farklılık göstermekle birlikte, saçlı deriyi soğutarak saç dökülmesinin önlenmesi birçok faktöre bağlıdır. Bu faktörler kemoterapi ilaçlarının tipi, dozları, uygulanan kemoterapi sayısı, soğutma sisteminin dikkatlice uygulanması olarak sayılabilir.

Ateş basması, halsizlik, kas eklem ağrısı, uykusuzluk, bulantı, ağrı gibi tatsız şikayetleri azaltmak için uygulanan akupunktur, hipnoterapi ve yoga gibi yöntemlerin meme kanserli hastalara yararı uluslararası bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmıştır.

Vakum biyopsi ile hiçbir meme kanseri şüphesi sonuçsuz kalmıyor!

Vakum biyopsi  memede izlenen şüpheli bulguların histopatolojik (hücresel) tanısı için kullanılan en gelişmiş biyopsi (doku örnekleme) tekniğidir. Vakum biyopsi ile diğer biyopsi metodlarına göre daha fazla doku örneği, çok daha kolay ve güvenli biçimde alınabiliyor. Vakum biyopsi  tüm görüntüleme yöntemleri ile kullanılabilmekle birlikte sadece meme MR veya sadece mamografide görülen şüpheli alanların örneklenmesi için en seçkin meme biyopsi metodu kabul edilmektedir. Vakumlu meme biyopsisi Radiologica Görüntüleme ve Tanı Merkezi’inde uzmanlarımız tarafından ultrasonografi, meme MR veya yatar / oturur pozisyonlara adapte edilebilen masası olan stereotaksi donanımlı dijital mamografi eşliğinde dünya standartlarında uygulanmaktadır.

Vakum biyopsi  memede izlenen şüpheli birtakım radyolojik bulguların histopatolojik (hücresel) tanısı için kullanılan biopsi tekniğidir. Cut biyopsi (kesici iğne) biyopsilerine göre daha kalın, ve bir girişte daha çok doku alınmasına olanak sağlayan iğnelerle yapılan biyopsi sisteminin genel adıdır. Biyopsi esnasında uygulanan vakum ile doku iğnenin içine doğru çekilmekte ve daha fazla doku temini sağlanmaktadır. Böylece tanı değeri daha yüksek, hata payı daha az olan miktarda doku temin edilmektedir. Vakum biyopsi işlemi esnasında sonografi, stereotaksik mamografi veya magnetik rezonans sistemleri işleme rehberlik etmekte, iğne sistemini hedefe yönlendirmektedir.. Vakum biyopsiler genellikle sonografide görülmeyen, tanı için daha fazla dokunun istendiği mikro kalsifikasyon varlığında stereotaksik mamografi sistemleri rehberliği ile,veya sadece MR da görülen lezyonlar için MR rehberliğinde kullanılmaktadır. Sistemin tek dezavantajı malzeme fiyatının cut biyopsi sistemlerine göre belirgin yüksek oluşudur. Hali hazırda sadece mamografide görülebilen mikro kalsifikasyonlarda veya sadece MR da görülebilen lezyonlarda en seçkin biyopsi metodudur

Meme Tomosentez kullanmanın avantajları nelerdir?

Günümüze kadar farklı mamografi cihazları denenmiştir. Özellikle yaygın kullanılan cihazlarda memenin iki boyutlu ultrason grafiklerinde görüntüler üst üste geldiği için netlik sağlamak daha zordur. Daha karışık görüntüler içinden kitleleri tespit etmek çoğu zaman yanlış sonuçlar ortaya çıkarabilir. Üç boyutlu olarak görüntüler sunan meme tomosentez sayesinde alınan kayıtlar son derece açık ve nettir. Üstelik görüntüleri analiz etmek uzmanlar tarafından daha kolaydır.

Meme tomosentez kullanmanın meme kanserini teşhis aşamasında kullanmanın avantajlarını şöyle sıralayabiliriz:

Vakum Biyopsi (Stereotaksi)

Vakum memede izlenen bir takım radyolojik bulguların histopatolojik tanısı için kullanılan biyopsi tekniğidir. Cut biyopsi (kesici iğne) biyopsilerine göre daha kalın, ve bir girişte daha çok doku alınmasına olanak sağlayan vakumlu iğnelerle yapılan biyopsi sisteminin genel adıdır. Biyopsi esnasında uygulanan vakum ile doku iğnenin içine doğru çekilmekte ve daha fazla doku temini sağlanmaktadır. Böylece tanı değeri daha yüksek, hata payı daha az olan miktarda doku temin edilmektedir. Vakum biyopsi işlemi esnasında sonografi, stereotaksik mamografi, tomosentez veya magnetik rezonans sistemleri işleme rehberlik etmektedir.

Vakum biopsiler genellikle sonografide görülmeyen, tanı için daha fazla dokunun istendiği mikrokalsifikasyon varlığında stereotaksik mamografi sistemleri rehberliği ile, veya sadece MR da görülen lezyonlar için MR rehberliğinde kullanılmaktadır. Sistemin tek dezavantajı malzeme fiyatının cut biyopsi sistemlerine göre belirgin yüksek oluşudur.

Hali hazırda sadece mamografide görülebilen mikrokalsifikasyonlarda veya sadece MR da görülebilen lezyonlarda en seçkin biyopsi metodudur.

Yapılan vakum biyopsi ile radyolojik incelemelerde tespit edilen bulguların kanserli hücrelerden oluşup oluşmadığı tespit edilir. Sonucun iyi olması durumunda hasta cerrahi işlemden kurtulmaktadır. Tanı (teşhis) için yapılan cerrahi biyopsilerin kozmetik bir organ olan memede cerrahinin bırakacağı izden ve narkoz riskinden sakınmak mümkün olmaktadır.

Kişiselleştirilmiş Meme Kanseri Taraması

Kadınlar farklı risk faktörlerine, farklı genetik yapıya veya farklı öz ve soy geçmişe sahipken neden hepsine aynı meme kanseri tarama programının önerildiği sorusu sık sık akla getirmektedir.

Bu soru doğrultusunda meme kanseri taramasında kadınların risk durumunun bireysel olarak değerlendirilmesi ve bu sonuçlara göre taranması gerektiği fikri önem kazanmaktadır.

Yüksek riskli hastalara meme MR’ı ile de meme kanseri taraması 2008 den beri rehberleri yayınlanmış bir uygulamadır. Meme kanseri taramalarında yüksek riskli hastalarda kontrastlı mamografi çalışmaları da yapılmaktadır.

Diğer risk gruplarında (orta risk, normal risk ve düşük risk) ise belirgin rehber haline getirilmiş bir bilgi birikimi bulunmamaktadır. Son yıllarda bu konu ile ilgili bir çok çalışma yapılmaktadır.

Wisdom (Women Informed to Screen Depending on Measures of Risk) Çalışması meme kanseri taramasında kişiselleştirilmiş yaklaşımın rutin yıllık mamografik tarama kadar güvenli ve etkin olup olmadığını araştırmaktadır.

Avrupa orjinli çalışma olan ASSURE (Adapting Breast Cancer Screening Strategy Using Personalised Risk Estimation) Projesi 7 ülkeden toplam 10 merkezde yürütülen bir çalışmadır. Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir. Projenin bir hedefi meme dansitesi, yaş, genetik mutasyonların, aile ve/veya kişisel geçmiş, vb. bağlı kişisel riskini tahmin etmek ve bu riske dayalı, optimal, uygun maliyetli, kişiselleştirilmiş bir tarama stratejisi önermektir. Bu çalışmada mamografiye ilave sonografi ve MR kullanımının nasıl ve kimlere yapılması gerektiği de araştırılmaktadır.

Düşük riskli grubun tarama intervalleri seyreltilerek MG taramasında maruz kalınan x-ışının yan etkileri ve maliyeti sınırlanabilir.

Güncel bilgilere hakim meme radyoloğunuz sizle yüz yüze görüşerek meme kanseri taramalarınızın sizin risk seviyenize göre planlamasını yapacaktır.