,
Meme Tomosentez Rehberi

Meme Tomosentez Nasıl Yapılır?

İlk olarak hastalık şüphesi taşıyan kadınlar hekim tarafından görülmelidir. Uzman doktorlar tarafından tespit edilen riskli durumlarda teşhis için meme tomosentez uygun görülmesi halinde hastaya randevu verilir. Hasta kendisine verilen saatte hastanede bulunarak görüntülemenin yapılacağı odaya alınır. Bu aşamada uzmanlar, hastaların gelmeden önce deodorant, pudra gibi ürünlerin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Bu ürünler içeriklerindeki maddeler dolayısıyla görüntülemede küçük beyaz noktalar halinde görülüp yanlış anlaşılmalara neden olabilir.

Dolayısıyla koltuk altı ve meme etrafı temiz bir bezle silinip gelinmesi yeterlidir. Çekim esnasında hastanın belden yukarısının çıplak olması gerekir. Daha rahat kıyafetler ile gelinmesi hasta için kolaylık sağlar.

Meme Tomosentez Uygulaması Kim Tarafından Yapılır ?

Uygulama radyologlar tarafından yapılır. Hastanın meme dokusu düzleştirilerek cihazın içine yerleştirilir. Tam görüntü alındığı sırasında hareketsiz kalmak gerekir. Her memeden standart iki açıdan dört görüntü alınır. Fakat tanı amaçlı ya da tarama amaçlı yapılan görüntülemeler farklılık gösterebilir. Çünkü riskli durumlar taşıyıp bazı belirtiler ile tanı için yapılan işlemlerde daha fazla görüntü alarak kesin olarak sonuca ulaşmak hedeflenir.

Meme Tomosentez Uygulamasında İlaç Kullanılır Mı ?

Ortalama 15-20 dakikalık bir zamanda işlem tamamlanır. Meme tomosentez işleminde hastalara herhangi bir ilaç verilmez, iğne yapılmaz. Uygulama sırasında genellikle kadınlar çok fazla acı duymadıklarını belirtmişlerdir. Bazı kadınlarda adet dönemi öncesinde ve sırasında daha fazla acı hissedilebilir. Elbette işlem sırasında stressiz ve tedirginlik yaşamamak önemlidir. Olabildiğince gerginlikten uzak bir psikoloji ile sakinlik gerekir. Görüntülemede ne kadar rahat olursanız hissedilen acı da bir o kadar az olacaktır. Bununla birlikte eğer canınız fazlasıyla yanarsa görüntülemeyi yapan teknisyene bunu bildirmeniz yeterlidir.

Alınan görüntüler kesik kesik bir halden birleştirilerek seri bir görüntü ortaya çıkarılır. Sonuçlar çıktıktan sonra doktorunuz sonucu değerlendirerek size iletir. Yapılan işlemlerden sağlıklı sonuçlar alabilmek için elbette donanımlı hastaneler tarafından yapılması önemlidir. Bu işin ciddiyetle ve hassasiyetle yapılıp sonuçlarının çok iyi değerlendirilmesi gerekir.

Kimler Meme Tomosentez Yaptırmalıdır?

Meme tomosentez uygulaması erken dönem meme kanseri teşhisi için önemli tetkiklerden biridir. Tedavinin başarılı geçme oranı meme kanserinin olabildiğince erken teşhisine bağlıdır. Meme dokusu içinde oluşabilen kitlelerin el ile tespit edilecek boyuta gelmeleri için ortalama 6-8 yıl geçmesi gerekebilir. Bu da oluşan tümörlerin olağanca fazla zarar vermesi için yeterli bir süredir.

Hastalar da gereksiz yapılacak pek çok tetkik yerine teknolojik cihazlardan yararlanarak bir an evvel tedaviye başlayarak olumlu sonuçlar almaya başlarlar.

Meme Tomosentez Hangi Aralıklarla Yapılmalıdır ?

Ülkemizde 40 ile 70 yaş arasındaki kadınların erken tanıdan yararlanabilmeleri için her yıl düzenli olarak tomosentez yaptırması gerektiği doktorlar, uzamanlar tarafından tavsiye edilir. Yıllık rutin kontrollerde doktor yönlendirmesi ile tarama amaçlı görüntülemeler yapılır.

Birinci derece yakınları arasında meme kanseri teşhisi konan hastalar ise akrabasında meme kanseri tespit edilen yaşın 10 yıl öncesinde taramalara başlaması gerekir. Örneğin annesi 48 yaşında meme kanserine yakalan bir hasta, 38 yaşından itibaren dijital görüntüleme ile kontrollere başlamalıdır. Hatta yüksek risk grubundaki hastalar için meme tomosentez yanı sıra MR görüntüleme de yapılmaktadır.

Silikon implantı bulunanlar için de dijital görüntülemede herhangi bir sakınca yoktur. Silikon ile de teşhis, tanı amaçla tomosentez uygulanır. Cihazın içinde memenin sıkıştırılmasında silikon implantın bir etkisi olmaz. Sadece görüntülemeyi yapan teknisyene bu durum hakkında bilgi vermek yeterlidir.

Meme Tomosentez Uygulamasını Yaygınlaştırmak İçin Neler Yapılmalıdır?

Farkındalık ve bilinç seviyesi yüksek bireyler ile bu teşhis yöntemleri daha sıklıkla uygulanabilir. Erken tanı ile belirlenen her hastalık ile mücadele etmek insanlara kolaylık sağlar. Hastalığın seyri yavaşlatılarak sağlığa kavuşmak hızlanırken gereksiz yere cerrahi işlemler yapılmaz. Böylece hem madden maliyetli işlemler yapılmasına gerek kalmaz hem de hastaların psikolojik olarak daha az olumsuz etkilenmesi sağlanır.

Kadınlara meme tomosentez gibi uygulamalardaki olumlu sonuçlar sıklıkla anlatılmalıdır. Gerek görsel gerek yazılı gerekse sosyal medya üzerinden alanında uzman hekimler tarafından anlaşılır bilgiler sunulmalıdır. Bu mecralar vasıtasıyla fazlaca sayıda kişiye oldukça kolay ulaşılabilir.

Bu hastalık ile savaşmış ve kazanmış kadınların görüşleri de erken teşhis yöntemleri için farkındalık oluşturabilir. Gerçek yaşanmış hikayeler ve mücadeleler insanları derinden etkileyebilir.

Olabildiğince çok kadına ulaşarak bu tip yöntemlerin bireysel olduğu kadar toplumsal sağlık açısından da önemi vurgulanabilir.

Aile hekimleri gibi herkesin çok daha kolay ulaşabileceği uzmanlar da meme tomosentez hakkında kadınlara gerekli bilgileri verebilir. Bilimsel verilerin eşliğinde pek çok kadına bu bilgileri aktarmak sağlık problemlerinin önüne geçer.

Bu teknolojiyi cihaz sayısında artırarak her yere ulaştırmak da bu konudaki bilinç seviyesinin artmasına yardımcı olur. Merkezden çok uzak noktalarda bile her türlü yerleşim alanında kadınlar bu sağlık hizmetlerinden kolayca faydalanmalıdır.

Meme kanserinde Sentinel Lenf Bezi Biyopsisi kimlere uygulanır?
Meme kanserinde Sentinel Lenf Bezi Biyopsisi kimlere uygulanır?

Sentinel lenf bezi biyopsisi, meme kanseri tanısı alan hastaların tedavi sürecinde koltukaltı lenf bezinin doğru evrelendirilmesini sağlayan bir yöntemdir. Sentinel adı verilen koltukaltındaki ilk lenf bezi ameliyat sırasında bulunarak inceleniyor ve tüm lenf bezlerinin çıkarılmasına gerek kalmayabiliyor.

Sentinel Lenf Bezi biyopsisi nedir?

Eskiden meme kanseri tanısı alan hastaların cerrahi tedavisi sırasında koltukaltındaki lenf bezlerinin hepsi çıkartılıyordu. Bu hastalarda başta kolda ödem, kolda ve elde duyu kusuru olmak üzere bu cerrahiye bağlı yan etkiler görülebiliyordu. Ayrıca hastalar yaşamlarının sonuna kadar bu kollarını ve ellerini sakınmak zorunda kalıyorlardı. Sentinel lenf bezi biyopsisi sonucunda, koltukaltında tümör saptanmayan ve lenf bezlerini çıkarmanın gerekli olmadığı ortaya çıkan hastalarda bu hasarlardan kaçınılmış oluyor. Sentinel lenf bezi biyopsisi multidisipliner çalışma gerektiren bir yöntemdir. Bu ekipte genel cerrahi ile nükleer tıp uzmanı ve patolog yer almalıdır. Nükleer tıp uzmanına düşen görev; sentinel lenf bezini görüntülemek, yerleşkesini belirlemek ve ameliyat sırasında genel cerrahi uzmanının doğru lenf bezine kısa zamanda ulaşmasını desteklemektir.

Sentinel lenf bezi biyopsisinin kimlere uygulanması gerekir?

Sentinel lenf bezi biyopsisinin meme kanseri hastalarında kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda bu yöntemi çok sınırlı bir hasta grubunda gerçekleştiriliyordu ancak daha sonra yapılan bilimsel çalışmalar, hastalığın lokal olarak memeye sınırlı kaldığı birçok hasta grubunda bu yöntemin teknik olarak yapılabilir ve sonuçlarının güvenilir olduğunu gösterdi. Artık daha önce girişim yapılmış memelerde, çok odaklı tümörlerde, ameliyat öncesinde kemoterapi görmüş hastalarda ve gebe meme kanserlerinde bile bu tekniğin altın standart olarak kabul edilmesi gerektiğine inanılıyor. Tümörün koltukaltındaki lenf bezlerine veya uzak organlara yayıldığının düşünülmediği tüm hastalarda sentinel lenf bezi biyopsisinin uygulaması gerekiyor.

Sentinel Lenf Nodu Biyopsisi hastaya ne zaman ve nasıl uygulanır?

Hasta ameliyat için hastaneye yatırıldıktan sonra nükleer tıp bölümüne çağrılır. Tümörün olduğu meme başının çevresinden deri içine bir enjeksiyon yapılır. Enjeksiyon sırasında verilen radyoaktif madde lenf kanallarında ilerler ve koltukaltındaki bir lenf bezine gider. Tümör hücrelerinin de aynı lenf kanallarını izleyerek aynı lenf bezine gideceği bilindiğinden bu lenf bezi sentinel lenf bezi olarak kabul edilir. Bu süreç gama kamera denilen bir cihazla tespit edilir ve dinamik görüntüleme sayesinde lenf kanalarından ilacın akışı dahi görülebilir. Saptanan bu sentinel lenf bezinin yerleşkesi deri üzerinde işaretlenerek hasta ameliyathaneye gönderilir. Ameliyat sırasında cerrah deri üzerinde yapılan işaret kılavuzluğunda ve radyoaktivite sayan gamma prob denilen cihazın yardımıyla sentinel lenf bezini bulur. Gamma prob ile yüksek sayım elde edilen alanı daha yakından değerlendirerek en yüksek sayıma sahip lenf bezine ulaşır. Bu lenf bezi çıkarıldıktan sonra gerçekten elde edilen sayımın bu lenf bezine ait olduğu doğrulanır. İkinci doğrulama ise geride kalan dokuların değerlendirilmesi ile yapılır ve sayımın anlamlı olarak düştüğü görülerek en yüksek sayıma sahip lenf bezinin çıkartıldığından emin olunur. Bu işlem yapıldığı sırada pataloji ekibi de ameliyathanede olur ve çıkarılan lenf bezinde kanser hücresi olup olmadığını inceler. Eğer sentinel lenf bezinde kanser hücresi yoksa ameliyat sonlandırılır. Ancak yayılım saptanırsa aksilla denilen koltukaltındaki tüm lenf bezleri çıkarılır.

Başarı oranı nedir?

Hastaların %95’inde radyoaktif madde kullanılarak sentinel lenf bezi saptanabiliyor. %5’lik bir hasta grubunda ise sentinel lenf bezi görüntülenemiyor ancak bu hasta grubunun bir bölümünde ameliyat sırasında gamma prop ile sentinel lenf bezine ulaşma şansı olabiliyor. Sentinel lenf bezinin radyoaktif madde ile görüntülenemediği hastalarda başta mavi boya olmak üzere diğer teknikler kullanılıyor.

Mavi boya tekniği nasıl uygulanıyor?

Mavi boya cerrah tarafından ameliyat sırasında uygulanan bir yöntemdir. Meme başının altına veya tümör çevresine çok düşük miktarda metilen mavisi denilen boya enjekte edilir. Boya, tümör hücreleri veya radyoaktif madde gibi lenf kanallarını izleyerek sentinel lenf bezine ulaşır. Cerrah da ameliyat sırasında koltukaltındaki dokuları inceleyerek boyanmış olan sentinel lenf bezine ulaşır. Bu tekniğin de güvenilirliği çok yüksektir. Hem radyoaktif madde hem de mavi boya kullanılan hastalarda sentinel lenf bezinin saptanma oranı %99 düzeyine çıkmıştır.

Sentinel Lenf Bezi Biyopsisi başka hangi kanserlerde kullanılıyor?

İlk klinik uygulamaları melanom denilen deri kanserinde gerçekleştirilmiştir ve şu an melanom tedavisinde rutin olarak uygulanmaktadır. Daha sonra meme kanserinde de rutin olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca kadın doğum bölümünü ilgilendiren serviks, vajen ve vulva tümörlerinde elde edilen sonuçlarda da son derece etkindir. Birçok merkez kalın barsak kanserinin cerrahi tedavisinde sentinel lenf bezi biyopsisi yapmakta ve lenf bezi tutulumu olmayan hastalarda daha sınırlı cerrahi ile ameliyatın külfetini azaltmaktadır. Halen süren çalışmalar ile mide kanserinde de bu yöntemin güvenilirliği saptanmaya çalışılmaktadır. Sentinel lenf bezi biyopsisinin doğru evreleme sağladığı bir diğer alan da baş-boyun kanserleri için yapılan cerrahilerdir.

Umut veren çalışmalar ve klinik uygulamalar, önümüzdeki dönemde çok farklı tümörlerde de sentinel lenf bezi biyopsisi yapılacağını ve tedavi yan etkilerinin azaltabileceğini düşündürmektedir.

Meme Kanserinde Görüntüleme Yöntemleri : Hangi yöntem ne zaman kullanılmalıdır?

Sosyokültürel düzeydeki düşüklükler ne yazık ki meme kanserinin erken tanı ve tedavisini geciktiriyor. Oysa düzenli tarama ve erken tanı olanakları sayesinde meme kanserinin tedavisinde yüzde 90’a varan oranda başarıya ulaşılabiliyor. Öte yandan, erken evrede yakalanan meme kanserinin tedavisinde meme koruyucu cerrahi yapılabiliyor, kemoterapi ve radyoterapiye daha az ihtiyaç duyuluyor.

Meme Kanserine Bağlı Yaşam Kayıplarını Azalttığı Kanıtlanmış Tek Yöntem: Mamografi!

Mamografi, düşük dozda x ışını kullanılan, hastalıkların tanısında kullanılan bir görüntüleme yöntemidir. Daha da önemlisi, meme kanserine bağlı yaşam kayıplarını azalttığı kanıtlanmış tek yöntem mamografidir. Hiçbir şikayeti olmayan kadınlarda, 40 yaşından itibaren her yıl yapılan mamografiye ‘tarama mamografisi’ adı verilir. Amerikan Kanser Enstitüsü, Dünya Sağlık Örgütü ve Türkiye Meme Hastalıkları Fedarasyonu’nun önerisine göre, 40-70 yaş arasındaki kadınlarda yılda bir, 70 yaşından sonra ise, kişinin fiziksel performansına da bağlı olarak, bir ya da iki yılda bir mamografi çekilmelidir

Mamografi Kime, Ne Zaman Çekilmeli?

Memeyi kolayca görüntüleyen klasik bir yöntemdir. Genç ve meme dokusu yoğun kadınlarda duyarlılığı düşük olsa da iyi bir görüntü kalitesine sahip olan dijital mamografiler sayesinde meme içindeki değişiklikler ve değişim alanları çok iyi tespit edilebilir. Mamografik bulguların meme kanserinin erken tanısındaki önemi büyüktür. Memede oluşan herhangi bir değişimin kanserleşmeden önceki hali dijital mamografiler sayesinde yakalanabilir.
Özellikle meme dokusunda aşırı hassasiyet olan kadınlarda adet bitiminin olduğu haftada çekim yapılması uygun olur. Öte yandan, hiçbir hassasiyeti olmayan kadınlarda çekimin herhangi bir günde yapılmasının görüntü üzerine bir etkisi yoktur.

Mamografi Sırasında Can Acır mı?

Yeni jenerasyon dijital mamografi ve özellikle tomosentez özelliği olan mamografi cihazlarında hastalar daha az ağrı duyduğunu ifade ediyor. Mamografi meme dokusunun iki plaka arasında birkaç saniye sıkıştırılmasıyla yapılır. Sıkıştırma düzeyi birçok sistemde otomatik olarak belirli bir seviyede gerçekleştirilir ve sıkıştırma sayesinde memeye daha az radyasyon dozu verilir. İşlem temelde ağrısız bir yöntemdir, ancak kişinin ağrı eşiğine göre ağrı hissi değişir. Öncesinde herhangi bir hazırlık gerektirmez. Sadece işlem öncesi, deodorant, pudra, vücut losyonu gibi kozmetik ürünler kullanılmamalıdır.

Memede Implant Olması Mamografi İçin Engel Değil

Implantın mamografi esnasında sıkıştırılmasının implanta zarar verici bir etkisi yoktur. Bu hastaların önceden teknisyene bilgi vermesi yeterlidir. Gerek görülürse kimi zaman ultrasonografi de yapılması önerilebilir.

30-40’lı Yaşlarda Ultrason Tercih Edilmeli

Genç yaştaki kadınlarda meme dokusu daha yoğundur. Mamografinin duyarlılığı düşük olabilir. Meme ultrasonu, bilinen ultrason cihazlarıyla memenin sonografik muayenesinin yapılması yöntemidir. 40 yaşın altındaki genç kadınların memesinde herhangi bir şikayet oluştuğunda ilk görüntüleme yöntemi olarak ultrason kullanılmaktadır. Bunun dışında 40 yaşın üzerindeki bayanlarda mamografide şüpheli bir bulgu tespit edildiğinde bulgunun özelliklerini görmek, bir takım kistik yapılı göğüslerde kistleri diğer lezyonlardan ayırmak için de meme ultrasonu mamografiye tamamlayıcı olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda iğne biyopsileri de ultrasonografi eşliğinde yapılmaktadır.

MR Görüntüleme Kime, Ne Zaman Öneriliyor?

Meme MR, meme kanserinin tarama ve tanısında kullanılan yöntemlerden biridir. Mamografi ve ultrasonla net tanı konulamayan şüpheli lezyonlarda ileri tetkik olarak meme MR tercih edilir.

Özellikle genç ve memesi yoğun kadınlarda, çok odaklı ve küçük lezyonların karakterinin saptanmasında yol göstericidir.

Meme MR’ın, özellikle birinci derece akrabalarında meme kanseri olan, yüksek risk grubundaki hastalarda tarama testi olarak kullanılmaktadır. Meme kanseri tanısı almış hastalarda, hastalığın yayılımı ve diğer memede de hastalık olup olmadığının araştırmasında da Meme MR’dan yararlanılır. Meme kanserinin tespitinde en duyarlı yöntemdir.

MR görüntüleme meme kanseri açısından yüksek risk grubunda olan kişilere tarama amaçlı uygulanabildiği gibi; biyopsi sonucu kanser tanısı almış hastalarda hastalığın vücutta herhangi bir yayılımı olup olmadığı, kaynağı bilinmeyen metastazların değerlendirilmesi, hastalığı tekrarlamış olan vakaların belirlenmesi, cerrahiden hemen sonra o bölgede herhangi bir kanserli hücrenin kalıp kalmadığının görülmesi, hastanın kemoterapi tedavisine verdiği yanıtın saptanması ve meme implantların değerlendirilmesi için kullanılmaktadır.

Tomosentez

Bu teknoloji, kısaca dijital mamografinin daha genişletilmiş halidir. Bu test için meme alttan ve üstten bastırılır ve düşük doz X ray ışını gönderilerek farklı açılardan görüntü alınır. Bu görüntüler, 3 boyutlu olabilir. Bu yöntemde standart 2 açılı görüntü alan mamografilerden daha fazla radyasyon kullanılmasına rağmen problemli bölge hakkında daha net bilgiler elde edilebilmektedir. Ancak, bu teknolojinin tarama ve tanı koyma üzerindeki rolü henüz netlik kazanmamıştır.

PET-Tomografi

Günümüzde görüntüleme yöntemleri içinde son derece gelişmiş bir teknolojidir ve tüm vücudun tümör taramasında etkin bir yöntemdir. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafınca ödemesinde belirli kuralları olan bu yöntem, yüksek riskli hastalarda başlangıçta evreleme amaçlı, meme kanserli hastaların takiplerinde ortaya çıkan lezyonların detaylı incelemesinde ve metastazları olan hastaya uygulanan tedavilerin etkinliğinin saptanmasında sıklıkla tercih edilmektedir. Yalnızca memenin değerlendirilmesi veya tarama yöntemi olarak kullanılması için henüz pratik ve uygun bir yöntem değildir. Çok yakın gelecekte sadece memenin taranması ve memede yer alan lezyonların doğru tanımlanması için tasarlanan PEM’in (Pozitron Emisyon Mamografi) geliştirilmesi tamamlanmak üzeredir.

Düz Akciğer Grafisi

Kolay ve basit bir görüntüleme yöntemidir. Akciğerde genel anlamda görülebilecek lezyonların belirlenmesine yardımcı olur.

Karaciğer Ultrasonografisi

Karaciğer dokusunu inceler. Metastaz olup olmadığına ilişkin, safra yolları ve karaciğerin damarsal yapısı gibi konularda yol göstericidir.

Tüm Vücut Kemik Sintigrafisi

Kemikleri inceleyerek metastaz olup olmadığının belirlenmesini sağlar.

Meme Kanserinde Proton Tedavisi

Meme kanseri olan birçok kişi, tedavilerinin bir parçası olarak radyasyon tedavisi görecektir . Radyasyon tedavisinin bir yararı, belirli bir bölgedeki kanser hücrelerini yok edebilmesidir. Ancak bu süreçte yakındaki sağlıklı dokuyu etkileyebilir.

Proton tedavisi, çevreleyen dokuya zarar verme riskini azaltabilen bir tür harici ışın radyasyon tedavisidir. Göğüs kanseriniz varsa, bu, kalbinize ve akciğerlerinize radyasyon hasarını önlemeye yardımcı olabilir.

Meme kanseri için proton tedavisi nedir?

Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini yok etmek için yüksek yoğunluklu enerji ışınları kullanır.

Foton tedavisi olarak da bilinen geleneksel radyasyon terapisinde, enerji X-ışınlarından gelir . Bu ışınlar tümörün içinden geçerek devam eder ve bazen yakındaki sağlıklı doku ve organlara zarar verebilir. Meme kanseri tedavisinde bu, kalp veya akciğer dokusuna zarar verebilir.

Daha hassas hedefleme, doku hasarını azaltmaya yardımcı olabilir

Proton tedavisi daha hassas hedefleme sağlar. X-ışınları yerine proton adı verilen yüklü parçacıkları kullandığı için doktorlar belirli bir durma noktası seçebilirler. Enerji ışınlarını alttaki dokuya geçmesine izin vermeden doğrudan tümör üzerinde yoğunlaştırabilirler.

Sonuç olarak, proton tedavisi kalbe ve akciğerlere zarar verme riskini azaltabilir.2018 araştırmasıGüvenilir Kaynak. Bu, özellikle sol tarafınızda, kalbinize daha yakın bir kanser varsa yardımcı olabilir.

Proton tedavisi meme kanserini tedavi etmek için kullanılabilir:

1., 2. ve 3. aşama

östrojen reseptörü pozitif veya negatif

progesteron reseptörü pozitif veya negatif

HER2 -pozitif veya negatif

üçlü pozitif

üçlü negatif

iltihaplı

duktal karsinom in situ

invaziv duktal karsinom

invaziv lobüler karsinom

Geleneksel radyasyona karşı proton tedavisi

Hem geleneksel hem de proton radyasyon tedavisi kanser hücrelerini öldürür. Fark hassasiyettedir. Geleneksel radyasyon tedavisi, ışının tümörün ötesine geçmesine izin vererek sağlıklı doku ve organlara zarar verebilir.

Proton tedavisi, tümörün durduğu yerde durur. Radyasyon tümörden çıkmadığından, kalp ve akciğerler de dahil olmak üzere sağlıklı dokuya daha az zarar verme potansiyeli vardır.
Bu tip meme kanseri tedavisi için ideal aday kimdir?

2018’den Araştırma Güvenilir Kaynak geleneksel radyasyon tedavisine kıyasla proton tedavisinden en çok fayda sağlayan meme kanseri hastalarının, kalbe daha yüksek dozlarda sahip olması beklenen hastalar olduğunu öne sürüyor.

Kalbe radyasyonu artırabilecek faktörler şunlardır:

sol tarafta tümör olması
iç kadranda tümör olması
mastektomi olmak
bölgesel lenf düğümlerine radyasyon tedavisi almak
Doktorunuz ayrıca yüksek kalp hastalığı riskiniz varsa proton tedavisini önerebilir.
Tedavi tipik olarak birden fazla terapiyi içerir

Meme kanseri tedavisi genellikle çoklu tedavileri içerir. Bunlar şunları içerebilir:

Tedavi planınızı etkileyen faktörler

Doktorunuz, aşağıdakiler gibi faktörlere dayalı olarak bir tedavi planı sunacaktır:

Meme kanseri için proton tedavisi hakkında sık sorulan sorular

Proton tedavisi geleneksel radyasyon tedavisinden daha mı etkili?

Her iki radyasyon tedavisi türü de etkilidir. 2017’de yapılan bir araştırmaya göre proton tedavisinin biraz daha etkili olabileceğini düşündürmektedir. Zamanla, araştırmacılar birinin diğerine göre uzun vadeli etkinliği hakkında daha fazla şey öğrenebilirler.

Proton tedavisi geleneksel radyasyon tedavisinden daha mı güvenli?

Proton ışınları tümör bölgesini geçmediği için sağlıklı dokulara radyasyon hasarı riskini azaltabilir. Meme kanseriniz varsa, bu kalbe ve akciğerlere zarar verme olasılığını azaltmak anlamına gelebilir. Bu, özellikle kalp hastalığı riskiniz yüksekse önemli olabilir. Proton radyasyon tedavisine karşı geleneksel daha uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır.

Proton tedavisi diğer kanser türleri için kullanılıyor mu?

Evet, proton tedavisi meme kanserinin dışında prostat kanseri, beyin kanseri, akciğer kanseri, karaciğer kanseri, yemek borusu kanseri, birçok pediatrik kanser gibi çeşitli diğer kanserleri tedavi etmek için kullanılır.

Yan Etkileri

Proton tedavisi, gelişmiş bir harici ışın radyasyon tedavisi türüdür. Yüksek doz radyasyonu doğrudan kanser hücrelerine iletir. Geleneksel radyasyon tedavisinden daha kesindir, bu nedenle yakındaki dokulara ve organlara zarar verme olasılığı daha düşüktür. Meme kanserini tedavi ederken, proton tedavisi kalp veya akciğer hasarı riskini azaltabilir. Yan etkiler arasında cilt hassasiyeti, kızarıklık ve yorgunluk sayılabilir.

Erken meme kanserini saptamada yeni bir yöntem : Duktoskopi

Günümüzde her 8 kadından birinde meme kanseri görülebiliyor. Meme kanserinin erken teşhisi ise hayati önem taşıyor. Erken teşhis için mamografi, meme ultrasonu gibi yöntemlerden faydalanılıyor.  Memedeki milimetrik lezyonların görüntülenmesi için de tanı sürecinde duktoskopi teknolojisi devreye giriyor.

Duktoskopi ile birlikte hem meme kanseri erken teşhis edilebiliyor hem de ameliyat gereken vakalarda bu yöntemle yapılan işaretleme sayesinde meme cerrahisi uzmanı büyük avantaj elde ediyor. Bunun yanında bazı kitleler duktoskopi ile çıkarılabildiği için de fazladan ameliyatların da önüne geçilebiliyor.

Duktoskopi nedir?

Meme başı akıntılarının tanısında mamografi, ultrasonografi, galaktografi, sitoloji, duktoskopi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Duktoskopi hem tanı hem de tedavi sürecinde öne çıkan bir yöntemdir. Duktoskopi ile intraduktal oluşumlar yani süt kanallarında gelişen iyi huylu tümörler direkt görüntülenebilmekte, hücreler örneklenebilmekte, bunlardan biyopsiler yapılabilmekte, örnekleme ve biyopsi yapılabilmekte, minimal lezyonlar endoskopik olarak çıkarılabilmektedir. Meme ile ilgili şikayetler için hekime giden hastaların pek çoğunda meme başı akıntısı olmaktadır.

Bu akıntıların bir kısmı fizyolojik kaynaklı olabilmektedir. Ama bazen gebelik ya da emzirme süreci dışındaki kadınların tek taraflı meme akıntısı olabilmektedir. Bu akıntıların en sık nedenlerinden biri de, meme içinde oluşan patolojilerden olabilmektedir. Bu akıntıların bazıları da meme kanserinin habercisi olabilmektedir. Kanlı akıntılı vakalarda kanser ihtimali daha yüksektir. Bu akıntıların sebebini araştırmak için mamografi, meme ultrasonu, galaktografi kullanılır. Bazen bu tanı yöntemleri yetersiz kalabilmektedir. Bu zaman duktoskopi yönteminin büyük bir katkısı vardır. Duktoskopi, mammoskop ya da mastoskop olarak da bilinmektedir. Bu sayede süt kanallarının içi direkt görüntülenebilmekte, olası epitel anormallikler ve lezyonlar değerlendirilip, yerleri belirlenebilmektedir. Bazen duktoskopi sayesinde bazı lezyonlar endoskopik olarak çıkarılmaktadır. Duktoskopi hem tanı hem de tedavi amaçlı kullanılabilmektedir. Yani bu bağlamda duktoskopi, memedeki süt kanallarının içinin net olarak görüntülenmesini sağlar. Bu sayede şüpheli noktalardan rahatlıkla biyopsi alınır, süt kanalının içi yıkanır, bu noktalarda kanser hücresi olup olmadığı anlaşılır, eğer ameliyat gerektiren bir durum olursa ameliyattan önce bu noktalar işaretlenir. Ayrıca bazı meme başı akıntıları ameliyatsız tedavi edildiği için gereksiz ameliyatlar da önlenmiş olur. Bazı lezyonlar milimetrik olduğundan fiziki bir muayenede veya mamografide görünmeyebilirler. Duktoskopi bu anlamda çok güvenilir bir yöntemdir. Duktoskopi sınırlı merkezlerde uygulanmaktadır.

Duktoskopi hangi hastalıklarda uygulanır?

Duktoskopi yöntemi, meme kanseri açısından risk taşıyan, meme kanseri belirtileri yaşayan, meme başı akıntısı olan kadınlarda kesin tanı amacıyla uygulanmaktadır. Duktoskopi meme kanserinin kesin teşhisini sağlayabilmektedir. Özel cihazlarla meme dokusuna girilerek işlem kolaylıkla uygulanabilmektedir.

Duktoskopi nasıl yapılır?

Duktoskopi cihazı FDA onaylı bir cihazdır. FDA’e göre duktoskopi vücudun doğal deliklerinden veya minimal bir kesiyle bedenin iç boşluğunun görüntülenmesi yöntemi olarak tanımlamaktadır. Cihazın dış çapı 0.9 milimetredir. Biyopsi ve insuflasyon kanalı da 0.2 milimetre çapındadır. Duktoskopi cihazı görüntüleri  60X büyütebilen bir video-monitöre sahiptir. Bu sayede meme cerrahisi uzmanları ileri derece görüntüleme imkanına sahiptir. Duktoskopi uygulamadan önce duktoskop cihazının meme dokusuna girebilmesi için süt kanalının girişi genişletilir. Uygulama, meme başı uyuşturularak yapılır. Hastanın böylece işlem sırasında acı ya da ağrı duyması engellenmiş olur. Akıntı yapan süt kanalının cilde yakın kısmındaki ağzı genişletilir ve duktoskopla girilerek süt kanalları incelenir.

Duktoskopinin avantajları nelerdir?

Duktoskopi bazı görüntüleme yöntemleriyle görülemeyen kanserli lezyonları görüp, biyopsi imkanı sunar. Çeşitli meme hastalıklarında lezyonlar bu yöntemle çıkarılabildiği için de gereksiz ameliyatlar önlenmiş olur. Ağrısız ve konforlu bir yöntemdir. Hastalar yöntemden sonra gündelik hayatlarına kolaylıkla dönebilir.  Ameliyat gerektiren bir durum varsa, ameliyat bölgesi rahatlıkla işaretlenebilir. Bu da ameliyat olunduğunda meme cerrahisi uzmanına kılavuzluk eder. Görüntüler çok büyük olarak monitöre yansıdığından en ufak bir detay bile gözden kaçmaz. Meme dokusu hasar görmez. Ayrıca fazladan ameliyatlar da önlenebilmektedir.

Duktoskopi hakkında sık sorulan sorular

Duktoskopi ne işe yarar?

Duktoskopi, meme hastalıkları ve özellikle de meme kanserinde kesin teşhis için önemlidir. Duktoskopi aynı zamanda meme süt kanalları içindeki hücreleri veya lezyonları endoskopik yöntemle çıkarır. Bazı lezyonların meme süt kanalından dışarı alınmasıyla birlikte tedavi edici bir yöntemdir. Duktoskopi sırasında genel anestezi gerektirmemesi de önemli bir zaman kazancıdır.

Duktoskopide anestezi uygulanır mı?

Duktoskopi sırasında lokal anestezi uygulanmaktadır. Meme başı uyuşturulmaktadır.

Duktoskopi ağrılı bir yöntem midir?

Duktoskopi, lokal anesteziyle yapıldığı için acı ya da ağrı hissi vermemektedir.

Duktoskopiyi kim yapar?

Duktoskopi, sadece meme cerrahisi uzmanları tarafından uygulanmaktadır. Her merkezde duktoskopi yöntemi kullanılmamaktadır.

Duktoskopinin yan etkisi var mıdır?

Duktoskopi, çok basit komplikasyonlar içeren bir yöntemdir. Bazen işlem sonrasında geçici meme ağrısı, meme cildinde hafif kızarıklıklar oluşabilir. Bunun dışında güvenilir bir yöntemdir.

Duktoskopi meme kanserini erken teşhis eder mi?

Mamografi, meme ultrasonu gibi yöntemler bazı lezyonları ya da kitleleri göremeyebilir. Duktoskopi en ufak bir oluşumu bile rahatlıkla görebilmektedir. Bu sayede meme başı akıntısına sebebiyet veren meme kanseri net bir şekilde erken teşhis edilebilmektedir.

Duktoskopi radyasyon içerir mi?

Duktoskopi yönteminde hastalar radyasyon almamaktadır.

Onko-Estetik Meme Cerrahisi Rehberi

Onkoplastik meme cerrahisi tanımı meme kanseri nedeniyle yapılacak cerrahi bir girişim ile birlikte memede daha iyi bir estetik sonuç yaratacak kozmetik girişimin beraber planlanması demektir ve şu alt grupları kapsar:

Meme rekonstrüksiyonunun kadınların operasyon sonrası psikolojik durumları üzerine olumlu etkilerinin olduğu ve ciddi bir zorluğa neden olmaksızın hastaların takiplerinin rahatlıkla yapılabildiği birçok çalışmada gösterilmiştir. Hastalığın tekrar etmesi veya kanser tedavisinin başarısı (bir diğer deyişle hayatta kalım süresi) üzerine hiçbir olumsuz etkisi yoktur.

Hastayla tedavi planı hakkında konuşurken kişinin onkolojik ve kozmetik ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Hastanın yaşı, medikal ve psikososyal durumu, kadının istek ve beklentileri dikkate alınarak dengeli bir karara varılmalıdır.

Meme rekonstrüksiyonu meme kanseri nedeniyle yapılan ameliyat ile aynı seansta (eş zamanlı rekonstrüksiyon) olabileceği gibi, adjuvan tedaviler bittikten sonra ayrı bir seansta da (geç zamanlı rekonstrüksiyon) yapılabilir. Günümüzde daha çok tercih edilen teknik, psikolojik sonuçlarının daha iyi olması nedeniyle eş zamanlı meme rekonstrüksiyonudur. Bu amaçla ikinci bir cerrahi işleme gerek kalmaz. Ancak her zaman en iyi seçim olmayabilir. Örneğin, operasyondan sonra radyoterapi yapılma ihtimali yüksekse özellikle sentetik implant ile yapılacak rekonstrüksiyonların, daha ileriki bir tarihe ertelenmesi uygun olacaktır.

Meme rekonstrüksiyonu hasta için güvenli bir işlem olmalıdır. Belirgin bir fonksiyonel bozukluk kalmamalı, komplikasyon oranları minimal olmalı ve eş zamanlı rekonstrüksiyondan sonra adjuvan tedavilerin başlanılmasında herhangi bir gecikme olmasından kaçınılmalıdır. Rekonstrüksiyon amacıyla hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın temel amaç diğer meme ile iyi bir simetri sağlamaktır.

Rekonstrüksiyon amacıyla değişik yöntemler kullanılabilir:

Hastanın kendi dokularından yararlanmak düşünüldüğünde sıklıkla latissimusdorsi kas-deri flebi (LD flep – sırt kası) ve transversusrektusabdominisflebi (TRAM flep – karın ön duvarı kas ve yağ dokusu) kullanılmaktadır.

Latissimusdorsi kas-deri flebi (LD flep – sırt kası)

Profesör IginioTansinilatissimusdorsi kas-deri flebini 1896 yılında mastektomi sonrası oluşan doku defisitini kapatmak amacıyla ilk kullanan cerrahtır. Ancak 1976-1977 yıllarından sonra bu yöntem meme rekonstrüksiyonu amacıyla kullanılmaya başlanmış ve bundan sonra popüler olmuştur. Orta büyüklükte memeleri olan hastalarda latissimusdorsi kas-deri flebirekonstrüksiyon için uygun bir tercihtir. Gerektiğinde flebin altına bir protez koyarak (diğer memede herhangi bir cerrahi işleme gerek kalmadan) uygun simetri ve görünüm sağlanabilir. Sağlam bir kas-deri flebidir, hazırlanırken damarlarına dikkat edilir ve korunurlarsa, operasyon sonrası ciddi bir problemle karşılaşılmaz; fonksiyonel defisit oluşmaz. LD flep ile rekonstrüksiyon birçok hastada sağlamlığı, potansiyel doku hacmi (± protez) ve komplikasyon oranlarının düşük olması nedeniyle günümüzde öncelikle tercih edilmesi gereken bir tekniktir.

Transversusrektusabdominisflebi (TRAM flep – karın ön duvarı kas ve yağ dokusu)

Karşı meme ile uygun bir simetri yakalamak için daha fazla dokuya ihtiyaç duyulan hastalarda tercih edilir. İki tipi vardır:
Pediküllü (damarları korunarak flebin transfer edilmesi)
Serbest (flebi besleyen damarların kesilip, doku transferi yapıldıktan sonra uygun şekilde yeniden diğer damarlarla ağızlaştırılması)

Serbest TRAM flebin kozmetik sonuçları daha iyidir ancak daha uzun ve daha çok tecrübe gerektiren bir ameliyattır. Operasyon sırasında mikrocerrahi tekniklere ihtiyaç duyulur.

TRAM-flep ile rekonstrüksiyon sonrasında karın ön duvarında defekt ve fıtık oluşmaması için karın duvarına sentetik-yama koymak gerekebilir. Daha önceden karın bölgesi operasyonu geçirmiş olan hastalar için uygun bir tercih değildir.

Sadece sentetik protezler ile yapılan rekonstrüksiyon

Bu amaçla iki tip protez kullanılır:

Doku genişleticiler kalıcı protezin yerleştirilmesinden önce meme derisine elastikiyet kazandırmak amacıyla kullanılırlar. İçerisindeki hazneye giderek artan miktarlarda tuzlu su enjekte edilerek tedrici olarak şişirilirler. Zamanı geldiğinde çıkartılarak oluşan poşa kalıcı implant yerleştirilir veya bazı özel tip doku genişleticileri kalıcı implant gibi yerinde bırakmak mümkündür.

Sabit hacimli kalıcı implantlar, genellikle silikon bazlı ürünlerdir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu amaçla silikon kullanımının güvenli olduğunu ortaya koymuştur.

Rekonstrüksiyon amacıyla sadece sentetik implant kullanımı sırtında veya karnında ameliyat yapılmasını istemeyen hastalar tarafından tercih edilir.

Göğüs duvarına radyoterapi almış veya operasyon sonrası radyoterapi yapılma olasılığı yüksek olanlarda sentetik implantlar ile rekonstrüksiyon iyi bir seçenek değildir.

Diğer memesi küçük ve orta hacimli kadınlar da daha iyi bir kozmetik sonuç sağlar.

Gerek doku genişletici gerekse de kalıcı implant ile yapılan rekonstrüksiyon işlemlerinde protez göğüs ön duvarı kaslarının altına yerleştirilir.

İmplant ve hastanın kendi dokularının beraber kullanıldığı işlemler

Bu amaçla en sık kullanılan kas-deri flebi sırttaki latissimusdorsi kasıdır. Kalıcı implant göğüs ön duvarı kaslarının üzerine ve sırttan kaydırılan latissimusdorsi kas-deri flebinin altına yerleştirilir.

Özellikle mastektomi sonrası meme deri flebinde belirgin defekt olduğu durumlarda, sadece implant kullanılarak yapılan işlem yeterli olmayacağı ve iyi bir kozmetik sonuç bırakamayacağı için kas-deri flebi ile rekonstrüksiyon gerekecektir.

Orta ve büyük çaplı memelerde iyi bir kozmetik sonuç elde edilebilir. Sırttaki kesi izinin sütyen çizgisi altında kalmasına özen gösterilir. Ancak ihtiyaç duyulan kas-deri flebi miktarına göre kesi biraz daha büyük ve oblik olabilmektedir.

Sadece hastanın kendi dokularının kullanıldığı girişimler

Rekonstrüksiyon amacıyla sentetik protezlerin kullanılmasını istemeyen hastalarda, kişinin kendi dokularını kullanarak yapılan meme rekonstrüksiyonu (otolog doku ile rekonstrüksiyon) işlemidir.

Bu amaçla sıklıkla kullanılan otolog doku flepleri, latissimusdorsi kas-deri flebi (LD flep – sırt kası ve derisi) ve transversusrektusabdominis kas-yağ-deri flebidir (TRAM – karın ön duvarı kası, yağı ve derisidir).

Meme boyutu ufaksa tek başına LD-flep yeterli olabilir ancak meme dokusunun orta veya büyük olduğu hastalarda TRAM flep daha iyi bir kozmetik sonuç sağlayabilir.

LD-flep tekniğinde kesi izi sırtta, TRAM-flep de ise alt karın bölgesindedir. TRAM-flep sonrası karın ön duvarında defekt oluşmaması ve daha sonra fıtık gelişmemesi için bazı önlemlerin alınması gerekebilir.

Meme Kanseri Cerrahisinde Onkoestetik Cerrahi

Onkoestetik meme cerrahisi, meme kanserine yönelik uygulanacak olan cerrahi işlem ile birlikte memede daha iyi bir estetik sonuç yaratacak plastik cerrahi işlemin beraber uygulanmasıdır. Onkoestetik cerrahi uygulamaları sonucunda hastaların tedavi sonrasında daha iyi bir psikolojik durumda olduğu ve takiplerinin ciddi bir zorluğa neden olmaksızın yapılabildiği ve onkolojik güvenliğinin iyi olduğu bir çok çalışmada gösterilmiştir.

Memede hastalıklı olan bölgenin çıkarılıp memenin korunduğu meme koruyucu cerrahi işlemle beraber memenin tekrar şekillendirildiği yöntemlerde onkoestetik cerrahi uygulamalarından biridir.

Makromasti ve pitotik memelerde (Büyük ve sarkık memelerde )meme kanseri oluştuğunda, memede hastalıklı olan bölge geniş olarak çıkarılıp eş zamanlı olarak memenin küçültülmesi ve simetri sağlanması amacıyla karşı memeyede küçültme yapılması işlemi olan Terapotik redüksiyon mamoplastionkoestetik meme cerrahisinde son yıllarda yaygın olarak yapılmaktadır.

Bu ameliyat tekniği ile hastaya meme kanserine yönelik cerrahi işlem güvenle yapılırken aynı zamanda büyük ve sarkık memelerin kadına getirdiği olumsuzlukların önüne geçilmektedir.Bu ameliyatta memedeki kanserli bölge çıkarılır ve ameliyat sırasında patoloji bölümü tarafından güvenli cerrahi sınır ile çıkarıldığı teyit edilir daha sonra her iki meme plastik cerrahi yöntemleri ile küçültülür.Böylece memede kanserli alanın güvenli ve geniş olarak çıkarılması,estetik anlamda güzel bir sonuç,iri memelerin getirdiği olumsuzlukların (memenin altında olabilen pişikler,sırt ve boyun ağrıları,omurga eğriliği gibi) önlenmesi, kanser tedavisi sırasında yapılacak ışın tedavisinin toksik etkisinin azaltılması mümkündür.

Meme Kanseri ile Savaşta En Büyük Destek: Meme Onarım Cerrahisi (Onkoplastik Cerrahi)

Meme kanserine yakalanan kadın, hem hastalığının getirdiği yıpratıcı durumla hem de kadın kimliğinin ve dış görünüşünün önemli bir öğesinin ameliyatla bozulacağı, hatta memesini kaybedeceği gerçeğiyle başa çıkmak zorunda kalır. Bu durum kadının psikososyal ve hatta cinsel yaşantısında önemli olumsuzluklara neden olur. Fiziksel görünümde ortaya çıkabilecek bozuklukların getirdiği kaygılar, kadının kanser olgusuyla mücadelesini de kötü yönde etkileyebilir. Bu durum, meme varlığı olgusunu koruyabilmek için “Meme Onarım Cerrahisi” alanının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Meme onarım cerrahisi, meme kanseri tedavisi sırasında plastik cerrahi ilkelerinin uygulandığı cerrahi yöntemdir. Amaç meme bütünlüğünü ve şeklini mümkün olduğunca korumak ve gerekirse yeniden benzer bir meme oluşturulmasını sağlamaktır. Meme kanseri tedavisinde eskiden uygulanan, meme dokusunun tamamen alınması yerine, günümüzde daha sınırlı, meme koruyucu cerrahi teknikler ön plana çıkmıştır.

Onkoplastik Meme Cerrahisi Ne İçin Kullanılır?

Kimlere Meme Onarımı Yapılabilir?

Kanser tedavisi ya da travma (yanık vb) nedeniyle meme bütünlüğü bozulmuş, genel sağlık durumu ameliyat için uygun olan herkese meme onarımı yapılabilir. Mastektomi yapılmış hastaların büyük çoğunluğunda meme onarımı için tıbbi bir engel yoktur. Farklı hastalara farklı yöntemler uygulanarak daha başarılı sonuçlar elde edilebilir.

Meme Onarımının Meme Kanseri Tedavisine Etkisi Nedir?

Meme onarım cerrahisinin, meme kanseri tekrarlaması üzerine bilinen bir riski yoktur. Radyoterapi/kemoterapi uygulamaları da meme onarımından etkilenmez. Meme kanseri takibinde kullanılan yöntemler, meme onarımı sonrası da uygulanabilir. Fakat; meme protezi ile onarım uygulanan hastaların takibinde, mamografi yerine MRI incelemesi daha uygundur.

Meme Rekonstrüksiyonu (Meme Onarımı)

Kanser veya başka nedenlerle alınmış meme dokusunun tekrar yapılma işlemidir. Gelişen tekniklerle diğer memeye çok benzeyen rekonstrüksiyonlar yapmak mümkündür Bu ameliyat meme dokusunun çıkarılma işlemini takiben aynı seansta yapılabildiği gibi sonradan da yapılabilir.

Yapılan çalışmalar ve kendi deneyimlerimiz meme rekonstrüksiyon ameliyatlarının kadınlara psikolojik olarak oldukça destek sağladığını göstermektedir.

Tıptaki yeni teknolojiler sayesinde rekonstrüksiyon ameliyatlarında oluşturulan meme, doğal memeye çok benzer olabilmektedir.

Meme rekonstrüksiyonu (onarımı) için uygun adaylar kimlerdir?

Neredeyse tüm mastektomi yapılan hastalar, meme rekonstrüksiyonu için uygun adaylar olabilmektedir. Bu hastalara mastektomi (meme alınma) ile aynı zamanda meme rekonstrüksiyonu (onarımı) da yapılabilmektedir. Ancak bazı hastalara cerrahları tarafından rekonstrüksiyon ameliyatı için beklemeleri tavsiye edilebilir (örneğin; hastanın kendi dokusu ile (flep transferi) meme onarılacaksa, obezite, yüksek tansiyon sigara kullanımı gibi durumlar söz konusuysa).

Meme rekonstrüksiyonunda gözlenebilecek riskler nelerdir?

Tüm cerrahi operasyonlardan sonra gözlenebilecek; kanama, ödem/sıvı toplanması ya da anestezi sorunları riskleri meme rekonstrüksiyon ameliyatlarından sonra da gözlenebilir.

Sigara içenlerde, yara iyileşmesi daha geç olabilir veya iz daha fazla ortaya çıkabilir. Eğer bir protez kullanılacaksa nadiren bir enfeksiyon gelişme riski olabilir. Bu tür durumlarda bazen, protezi çıkarıp aylar sonra tekrar koymak gerekebilmektedir.

Protez kullanımında en sık gözlenebilen sorun kapsül kontraktürüdür. Kapsül kantraktüründe; protezin etrafındaki yara dokusu protezi sıkıştırır bu da meme sertmiş hissini ortaya çıkarır. Kapsül kontraktürü tedavi edilebilmektedir.

Meme rekonstrüksiyonun (onarımının) kanserin nüksü (tekrar etmesi) üzerine bir etkisi yoktur. Ayrıca radyoterapi ya da kemoterapiye engel olan bir durum oluşturmaz.

Meme rekonstrüksiyonunda kullanılan protez tipleri nelerdir?

Tüm meme protezlerinin dış kısmı silikondandır. İç kısmında ise silikon jel ya da salin (tuzlu su karışımı) bulunur.

Bu iki tipteki protez de güvenle kullanılabilmektedir.

Meme rekonstrüksiyon (onarım) ameliyatları nasıl yapılır?

Meme rekonstrüksiyonunda farklı teknikler kullanılabilmektedir. Her hastanın durumuna, fizyolojisine özel yöntem cerrahın rehberliğinde hastalar ile karşılıklı konuşularak kararlaştırılır.

Derinin genişletilmesi: Meme rekonstrüksiyonunda en sık kullanılan teknik derinin genişletilmesi, daha sonra protezin yerleştirilmesidir.

Mastektomi: (meme alınma ameliyatı) sonrası, meme derisinin ve göğüs duvarı kasının altına bir doku genişletici yerleştirilir. Derinin altına yerleştirilen port aracılığı ile ameliyattan sonraki haftalarda veya aylarda, cerrah tuzlu su enjekte ederek doku genişleticiyi şişirir.

Deri yeterli genişliğe ulaştıktan sonra ikinci bir ameliyat ile doku genişletici çıkarılır ve yerine kalıcı protez yerleştirilir. Areola (meme başı çevresindeki kahverengi halka) ve meme ucu ise daha sonra yapılır.

Bazı hastalarda derinin genişletilmesine ihtiyaç yoktur ve mastektomi ile aynı anda kalıcı protez yerleştirilmesi mümkün olabilmektedir.

Fleprekonstrüksiyonu: Meme protezi konulması yerine, vücudun başka bir bölgesinden (karın, sırt ya da kalçadan) doku alınarak meme yapılması yöntemine flep rekonstrüksiyonu denir.

Fleprekonstrüksiyonun da farklı tipleri bulunmaktadır.

Flep rekonstrüksiyonu protez kullanımına göre daha karışık bir prosedürdür. Operasyon sonrası hem dokunun alındığı hem de memenin yapıldığı yerlerde izler kalmaktadır. Ayrıca iyileşme süreci de protez yöntemine göre daha uzun olabilmektedir. Diğer yandan da kendi dokunuzla yapılan meme rekonstrüksiyonunda sonuç daha doğal olabilmektedir. Bazen de dokunun alındığı karın kalça gibi bölgelerdeki fazla deri ve yağlardan kurtulmanız da sizin için ayrı bir kazanç olabilmektedir.

Meme rekonstrüksiyon (meme onarımı) ameliyatından sonra sizi neler bekler?
Meme rekonstrüksiyon ameliyatından sonra ağrılarınız ağrı kesicilerle kontrol altına alınabilecek seviyede olmaktadır ve hastaneden 2 ila 5 gün içinde taburcu olursunuz. Genellikle, dokular arasında biriken sıvının vücuttan uzaklaştırılması için dren takılır. Drenler ameliyattan 1-2 hafta sonra çıkarılmaktadır. Dikişler ise yaklaşık bir hafta 10 gün içinde alınmaktadır.

Normal hayatınıza geri dönmeniz 4-6 hafta sürebilmektedir.

Rekonstrüksiyon ile normal duyu kazanılmaz; ancak, zaman içinde bir miktar duyu gelebilir. Ameliyat sonrası izlerin çoğu ise zamanla belirsizleşir.

Onko-Estetik Cerrahi

Onko-Estetik meme cerrahisi; meme kanseri için yapılacak ameliyatın, memenin estetik açıdan görünümünün daha iyi olması için plastik cerrahi yöntemler ile beraber yapılması anlamına gelmektedir. Yöntem, onkolojik cerrahi ve plastik cerrahi prensiplerinin birleştirilmesinden oluşmaktadır. Hasta hem kanser ameliyatı olmakta, hem de memesi estetik olarak korunabilmektedir.

Son on yıllara kadar meme kanseri ameliyatlarında memenin tamamı alınıyordu. Beden bütünlüğü algısı ve psikolojik etkileri açısından olumsuz sonuçlar görülmekteydi. Yıllar içerisinde memeyi almadan meme kanserinin tedavi edilebileceği anlaşılınca Onko-Estetik yöntemler ön plana çıkmıştır.

Günümüzde Onko-Estetik meme cerrahisi öncelikle meme koruyucu cerrahi yapılacak kişilerde kanser cerrahisi prensiplerinden ödün vermeden güvenli cerrahi sağlanacak kadar geniş doku çıkarmayı ve kalan memedeki boşluğun estetik açıdan en uygun şekilde kapatılması yöntemlerinden oluşmaktadır. Ayrıca büyük memeli hastalarda kanser olan memeyi ve karşı memeyi aynı seansta küçülterek hem kanserden kurtulma hem de daha uygun meme hacmine ulaşmak mümkün olmaktadır.

Meme koruyucu ameliyatın mümkün olamayacağı hastalarda uygunsa memenin içinin tamamen alınıp yerine silikon protez yada kişinin kendi dokularıyla doldurulmasıyla da ameliyat yapılabilmektedir. Protezler artık güvenilir oldukları anlaşıldığından bu yana daha sık bir şekilde kullanılmaktadır.

Uygun vücut yapısı olanlarda sırt kasları, göbeği olanlarda karın kasları ve derisi kullanılarak yeniden meme yapılabilmekte ve aynı anda karın germe ameliyatı da yapılmış olmaktadır.

Ailesel kanser riski yada yüksek riskli hastalarda kanser olmadan proflaktikmastektomi denilen ameliyatla meme içi boşaltılarak protez yerleştirilmesi ameliyatı yapılabilmektedir. Böylece meme kanseri riski en aza indirilmektedir.

Onko-Estetik cerrahi uygulanacak yöntem hastaya, hastalığın tedavi şekline ve zamana göre değişmektedir. Cerrah ve hasta yöntemi birlikte tartışmalı ve seçmelidir.
Onko-Estetik cerrahinin avantajları, daha geniş cerrahiye imkân vermesi, yerel kontrolün daha iyi olması, daha iyi estetik sonuçlar görülmesi, mastektomi oranını azaltması, radyoterapiye kolaylık sağlaması, meme eşitliğinin sağlanması, tek seansta uygulanabilmesi, yüksek yaşam kalitesi, yüksek hasta memnuniyetinin sağlanması, geç dönemde yapılan onarımlardan daha ucuz ve kolay olmasıdır.

Mastektomi sonrası meme rekonstrüksiyonu

Erken rekonstrüksiyon: Meme rekonstrüksiyonu mastektomi sonrası yapılabilindiği gibi mastektomi ile aynı anda da yapılabilir. Meme kanseri tanılarında erken tanının artmasıyla ‘anında rekonstrüksiyon’ uygulamaları artmaya başlamıştır. Mastektomi ile aynı ameliyatta hemen yapılan rekonstrüksiyon seçeneği ameliyat sonrası hastanın psikososyal uyumu açısından daha başarılı olmakta ve rekonstrüksiyon için ayrı bir ameliyat uğraşısını ortadan kaldırmaktadır. Anında rekonstrüksiyon cerrah için daha kolay olabilmekte, estetik sonuçlar daha iyi olmaktadır. Dezavantajı ise meme kanseri ameliyatı ile rekonstrüksiyon ameliyatının birlikte daha uzun süre alması ve iyileşme sürecinin daha uzun olmasıdır.

Geç rekonstrüksiyon: Genel cerrah ve onkoloğun önerisiyle ya da hastanın talep etmemesi, aşırı şişman olması, sigara kullanıyor olması, yüksek tansiyonu bulunması ve uzun ameliyat süresini tolere edemeyecek olması gibi nedenlerle, meme rekonstrüksiyonu mastektomiden daha sonraki bir zamana ertelenebilir. Bu durumda bazı hastalar memeyle ilgili asıl hastalığın tedavisine yoğunlaşabilir. Meme kanseri için yapılan ameliyatla birlikte hastalığın kesin evresinin belirlenmesi ve gerekirse radyoterapi planlanması daha uygun olabilir. Bu durumda radyasyonun yan etkilerinden kaçınmak için rekonstrüksiyon ertelenir. Ülkemizde meme rekonstrüksiyonu genelde bu şekilde ‘geç’ olarak daha sonraki bir tarihte yapılmaktadır.

Meme rekonstrüksiyon seçenekleri

Meme rekonstüksiyonu,  Meme protezleri ve Otojenrekonstrüksiyon (Hastanın kendi dokusu ile) ile yapilir.

Silikon meme protezleri: Ameliyatın daha kolay olması, uzun cerrahi süresi gerektirmeyen nispeten güvenli bir rekonstrüksiyon seçeneği olması açısından tercih edilebilir. Uzun cerrahiyi tolere edemeyen ya da vücudunun başka bir bölgesinin opere edilmesini istemeyen hastalarda tercih edilir. Bu yöntemin dezavantajları, estetik olarak iyi sonuç vermeme riski, enfeksiyon riski, cilt nekrozu riski, kapsül oluşma riski, kayma ve asimetri olması olarak sıralanabilir. Radyoterapi de yapılan hastalarda bu risk daha fazladır.

Rekonstrüksiyon iki başlık altında toplanabilir;

Doku genişletici ve protez ile uygulanan yöntem en sık kullanılandır. Birinci seansta doku genişletici ile meme protezi için cep hazırlanır. İkinci seansta ise meme protezi, implant yerleştirilir ve diğer meme ile simetri sağlanır. Doku genişletici yerleştirildikten sonra yaklaşık üç ay süreyle SF ile şişirme uygulanır. Doku transferiyle olan rekonstrüksiyonlarda ise vücudun başka yerinde (karın, sırt vb) dolaşımıyla beraber doku alınarak defektif alana, mastektomi sahasına transfer edilir. Meme protezi kullanılmaz. Ameliyat sonrası diğer memeyle asimetriler olabilir; fakat bunlar revizyonlarla giderilebilir.

Doku genişleticiler: Bazı hastalarda meme protezi için yeterli ciltaltı yuva bulunmadığı takdirde, doku genişletici uygulaması yapılabilir. Bu aşamalı bir yöntemdir. Meme bölgesine yerleştirilen cilt altı doku genişletici, ameliyattan 10-15 gün sonra ve 3-5 gün aralıklarla serum fizyolojik ile şişirilir ve uygun cep sağlanınca silikon bazlı bu genişletici çıkarılır ve planlanan ebattaki silikon meme protezi yerleştirilir. Bu rekonstrüksiyon yönteminin dezavantajları 2 aşamalı bir cerrahi olması, toplam 2-3 ay sürebilen çeşitli zaman aralıklarıyla yapılan şişirme işleminde bazen hafif ağrı yaratabilmesi, kapsül oluşması, enfeksiyon riski, cilt kaybı, asimetri olarak görülebilir. Yöntemin her iki cerrahi aşaması 1 saat kadar sürer.

Çift lümenli ayarlanabilir implantlar: Meme rekonstrüksiyonu için protez uygulaması planlandığında yeterli yuva mevcut değilse ve çift ameliyattan kaçınılıyorsa, Becker protez kullanılabilir. Bu protez kalıcı bir doku genişleticidir. İç kısmında serum fizyolojik ile şişirilebilen bir boşluk ve dış lümeninde silikon jel bulunan bu çift lümenliprotez kalıcı olarak yerleştirilir. Ameliyattan sonra istenilen büyüklüğe göre iç kısım serum fizyolojik ile şişirilir ve yerinde bırakılır. İsteğe göre ayarlamalar yapılabilir, asimetri daha kolay engellenebilir.

Otojen meme rekonstrüksiyonu: Hastanın kendi vücudunun başka bir yerinden alınan cilt, yağ ve kas doku ile yapılan meme oluşturma işlemi, otojen rekonstrüksiyondur. Otojen meme rekonstrüksiyonunu, protezle meme rekonstrüksiyonundan ayıran en önemli fark kendi dokusundan olması dolayısıyla doğal görüntü olması ve proteze bağlı kabul edilmeme, enfeksiyon, kapsül oluşumu, cilt kaybı, değiştirme gereksinimi gibi risklerin olmamasıdır. Otojenrekonstrüksiyon için farklı seçenekler mevcuttur. Karın bölgesinden yapılan TRAM flep ve DİEP flep, sırt bölgesinden yapılan latissimusdorsiflep, uyluktan yapılan TUG flep, kalçadan yapılan glutealflepler, bel yan bölgeden yapılan Ruben’sfatpadflep bunların en önemlileridir. Bu yöntemlerden karın bölgesinden elde edilen dokuların kullanılması en sık kullanılan otojen meme rekonstrüksiyonu seçeneğidir.

TRAM flep: TRAM (transversrektusabdominismyokütan) flep, karında göbek altı bölgesinde cilt, ciltaltı yağ ve kas dokusunun blok halinde karın duvarından kaldırılarak meme rekonstrüksiyonunda kullanıldığı bir yöntemdir. Ameliyat sonrasında sezeryan ameliyatının daha uzunu şeklinde yatay bir yara izi karın alt bölgede kalır.

Otojen meme rekonstrüksiyonu isteyen,
İmplant ile rekonstrüksiyona iyi bir aday olmayan,
Karın alt bölgesinde yeterince dokusu bulunan,
Daha önce karın cerrahisi geçirmemiş olan (abdominoplasti gibi…),
Daha önce implant ile meme rekonstrüksiyonu başarısız olan,
Mastektomi anında ya da daha sonra rekonstrüksiyon talep eden,
Vücut kitle indeksi 30’dan fazla olmayan, alt karın bölgesinde çok büyük doks fazlalığı olmayan,
Uzun süre anesteziyi genel durumu tolere edebilecek olan,
Sigara içmeyen,
Diyabet hastalığı bulunmayan kadınlar, bu yöntemle karın dokusundan meme rekonstrüksiyonu oluşturulması için ideal adaylardır.
Karın yüzeyel dokusundan elde edilen bu flep çeşitli tekniklerle meme rekonstrüksiyonunda kullanılır:

Pediküllü TRAM flep: Karın bölgesi doku ve altındaki kas doku vücut yüzeyinden tamamen ayrılmadan, transversrektusabdominis kasının bir sap gibi kullanıldığı yöntemle ciltaltında karından memeye doğru tünel açılarak, meme dokusu oluşturulması planlanan bölgeye çevrilir ve meme şekli verilir. Dokunun alındığı karın bölgesi ise karın germe ameliyatında olduğu gibi ve göbek deliği yeniden oluşturularak (yeri değiştirilerek), uygun dikiş yöntemleriyle kapatılır. Bazı hastalarda fazla karın dokusundan kurtulmak da estetik açıdan bir avantajdır. Son derece doğal bir meme rekonstrüksiyon seçeneği olan bu yöntem obez, sigara içen ve diyabetik hastalarda dikkat edilmesi gereken bir yöntemdir. Yara iyileşme problemleri, flep beslenme problemleri, flep kaybı, yağ nekrozu, karın bölgesi fıtıklaşmaları görülebilecek komplikasyonlardır. Fıtıklaşmayı engellemek için karın bölgesi kapatılması sırasında sentetik mesh denilen materyal kas doku alınan bölgeyi kuvvetlendirmek için kullanılır.

Delay ve supercharge yöntemi: 2 adet damarsal beslenmesi olan TRAM flebinin, tek damarlı beslenmesinin kuvvetlenmesi için bazen asıl ameliyattan önce kısa bir cerrahiyle damarlardan bir tanesinin doku ile bağlantısı kesilir. Erteleme (delay) denilen bu yöntem ile çevrilmesi planlanan TRAM flebin daha sağlıklı ve yaşamsal olması planlanır. Bazen de TRAM flep dokusu, meme oluşturulacak bölgeye çevrildiğinde, dokunun besleyici damarlarından biri mikrocerrahi yöntemle alıcı alandaki damarlarla birleştirilerek onarılır. ‘Supercharge’ denilen bu yöntemde dokuya ‘fazla yükleme yapılarak’ yaşamsallığı kuvvetlendirilir.Böylece dokunun kan dolaşımın daha sağlıklı olması amaçlanır.

Serbest TRAM flep: Karın bölgesindeki TRAM dokusunun karın duvarından mikrocerrahi yöntemlerle besleyici damarları ile birlikte tamamen ayrılıp, meme dokusu oluşturulacak bölgedeki damarlarla mikrocerrahi yöntemlerle yeniden kablo şeklinde onarımı ile meme oluşturulmasıdır. Pediküllü yönteme göre daha üst düzey teknikler gerektiren bu yöntemde, doğru şekilde uygulandığında hem doku kaybı riski hem de karın duvarı problemleri daha az olmaktadır. Damarlarda tıkanma problemleri olursa dokunun hepsinin kaybedilme riski de mevcuttur.

DİEP flep: Meme dokusu oluşturmak için kullanılması planlanan karın dokusunu asıl besleyen damarlar derin inferiorepigastrik damarlardır. Bu damarlar kas dokusuna girer ve cilde doğru dik bir şekilde uzanan perforatör ismi verilen damar dalları verirler. DİEP flep tekniğinde mikrocerrahi ile bu damarlardan biri bulunur ve karın duvarı kasa en haz hasar verilerek doku alıcı alanda yine mikrocerrahi tekniklerle meme oluşturulmak için kullanılır. BU yöntemin en önemli avantajı karın bölgesinde en az sorun yaratması ve fıtık riskinin minimalize edilmesidir.

Meme rekonstrüksiyonu için kullanılan diğer dokular

Sırt bölgesinde bulunan latissimusdorsi kas tek başına ya da bir miktar cilt dokusu ile birlikte meme oluşturulması için kullanılabilir. Bu yöntem çoğu kadında yeterli örtü dokusu oluşturmasına rağmen, meme görüntüsü oluşturacak dolgunluk ve kıvrımı veremez. Bazı hastalarda mastektomi sırasında meme bölgesindeki açıklığı kapatmak için kullanılabildiği gibi, bazen de silikon meme protezi ile kullanıldığında yeterli meme büyüklüğü ve kıvrımı oluşturulmak için kullanılabilir. Yöntemin dezavantajı, sırt bölgesinde kamuflajı zor olan bir iz bırakması ve yara iyileşme problemleri olabilmesidir. Karın ve sırt bölgesi dokular kullanılamadığında kalça bölgesinden ‘glutealflepler’, yan bel bölgesinden ‘Ruben’s yağ dokusu’,uyluk iç yüzden ‘transvers üst grasilisflep’ serbest flep olarak mikrocerrahi tekniklerle meme rekonstrüksiyonu olarak kullanılabilir. Ayrıca bazı hastalarda meme dokusu yakınındaki dokular da kısmi meme rekonstrüksiyonu için kullanılabilir.

Meme onarımı sonrası iyileşme süreci nasıldır?

Genel anestezi altında yapılan meme rekonstrüksiyonları, meme protezi kullanıldığında 1-2 saat, hastanın kendi dokusu kullanıldığında tekniğe göre değişmek üzere 4-10 saat arası sürebilmektedir. Meme protezi kullanıldığında hastanede yatış süresi 1-3 gün, flep dokularıyla otojen rekonstrüksiyonda ise yatış süresi 4-7 gün olur. Oluşturulan meme dokusu içinde ve hastanın otojen dokusunun alındığı bölgede hortumlu el bombası şeklinde ‘dren’ adı verilen silikon bazlı, ameliyat alanındaki sıvı ve kan birikimini engelleyen cihazlar bulunur. Sıvı ve kan birikmesinin azalmasıyla 1-4 gün arasında çıkarırlar. Çıkarma işlemi ağrısız ayakta yapılan basit bir pansuman benzeri prosedürdür. Drenler çıkarıldıktan sonra hasta banyo yapabilir. Pansumanlar bir süre devam eder. Silikon protezlerle günlük hayata dönüş birkaç gün içinde olmasına rağmen, otojen meme rekonstrüksiyonu sonrası karın bölgesi (karın dokusu kullanıldıysa) hassasiyet ve gerginliğinin toparlaması 1 haftayı bulur. 1 hafta sonra hasta işlerinin büyük çoğunluğunu kendi yapabilmesine rağmen, 4-8 hafta ağır kaldırma, egzersiz, cinsel ilişki, araba kullanma gibi aktivitelerden kaçınmalıdır. Karın içi basıncı arttırıcı öksürük, ıkınma, kabızlık, cinsel ilişki gibi durumlardan korunmalıdır. Uzun süreçte ameliyatlarla çekilen ağrı ve sıkıntıların hepsi unutulur. Her gün yaralar dha da iyiye gider ve izler soluklaşır. Meme dokusunun varlığı, bu süreçten geçen hastaya bütünlük duygusuyla birlikte kanser hastalığı olgusunun dışına çıkma mutluluğu ve güveni verir.

Rekonstrüksiyon sonrası diğer ameliyatlar

Meme rekonstrüksiyonu ameliyatları birkaç seansta yapılan ameliyatlardır. Meme rekonstrüksiyonu sonrası çift taraflı simetriyi sağlamak için flep revizyonu, karşı taraf meme doksusuna dikleştirme, meme küçültme, silikon protez yerleştirilmesi gibi çeşitli ameliyatlar da gerçekleştirmek uygun olabilir. İster meme proteziyle, ister kendi dokusuyla yapılmış olsun, meme ucu ve areola dokusu olmayan meme dokusu tam bir meme görüntüsünde değildir. Hastanın isteği sonucu farklı yöntemlerle meme ucu ve areola oluşturulabilmesi mümkündür. Meme ucu, lokal veya genel anestezi altında çeşitli yöntemlerle oluşturulabilir. Bazı hastalar, meme ucu oluşturulması çok zaruri olmadığı için, sutyen içini dolduran yeterli büyüklük ve şekildeki sağlıklı meme dokusu varlığını yeterli bulmakta ve meme ucu oluşturulmasını talep etmemektedir.

Meme onarımının meme kanseri tedavisine etkisi nedir?

Meme onarımının, meme kanseri tekrarlaması üzerine bilinen bir riski bulunmamaktadır. Ayrıca tedavide yapılacak radyoterapi (ışın tedavisi) ya da kemoterapi (ilaç tedavisi) de meme rekonstrüksiyonundan etkilenmez. Meme kanserinin takibinde kullanılan yöntemler, meme rekonstrüksiyonu sonrası da uygulanabilir. Fakat, meme protezi (silikon) ile rekonstrüksiyon yapılan hastalarda takip için mamografi yerine MRG incelemesi daha uygun olmaktadır.

Meme Kanseri Cerrahisinde Yeni Yaklaşım: Onkoestetik Cerrahi

Onkoestetik meme cerrahisi meme kanserine yönelik uygulanacak olan cerrahi işlem ile birlikte memede daha iyi bir estetik sonuç yaratacak plastik cerrahi işlemin beraber uygulanmasıdır. Onkoestetik cerrahi uygulamaları sonucunda hastaların tedavi sonrasında daha iyi bir psikolojik durumda olduğu ve takiplerinin ciddi bir zorluğa neden olmaksızın yapılabildiği ve onkolojik güvenliğinin iyi olduğu bir çok çalışmada gösterilmiştir.

Memede hastalıklı olan bölgenin çıkarılıp memenin korunduğu meme koruyucu cerrahi işlemle beraber memenin tekrar şekillendirildiği yöntemlerde onkoestetik cerrahi uygulamalarından biridir.

Makromasti ve pitotik memelerde (Büyük ve sarkık memelerde )meme kanseri oluştuğunda,memede hastalıklı olan bölge geniş olarak çıkarılıp eş zamanlı olarak memenin küçültülmesi ve simetri sağlanması amacıyla karşı memeye de küçültme yapılması işlemi olan Terapotik redüksiyon mamoplastionkoestetik meme cerrahisinde son yıllarda yaygın olarak yapılmaktadır.

Bu ameliyat tekniği ile hastaya meme kanserine yönelik cerrahi işlem güvenle yapılırken aynı zamanda büyük ve sarkık memelerin kadına getirdiği olumsuzlukların önüne geçilmektedir.Bu ameliyatta memedeki kanserli bölge çıkarılır ve ameliyat sırasında patoloji bölümü tarafından güvenli cerrahi sınır ile çıkarıldığı teyit edilir daha sonra her iki meme plastik cerrahi yöntemleri ile küçültülür.Böylece memede kanserli alanın güvenli ve geniş olarak çıkarılması,estetik anlamda güzel bir sonuç,iri memelerin getirdiği olumsuzlukların (memenin altında olabilen pişikler,sırt ve boyun ağrıları,omurga eğriliği gibi) önlenmesi, kanser tedavisi sırasında yapılacak ışın tedavisinin toksik etkisinin azaltılması mümkündür.

Meme Kanserinde Onkoestetik Cerrahi Tedavisi

Meme kanseri artık gelişen cerrahi teknikler ile memenin tamamı alınmadan tedavi edilebilmektedir. Bu cerrahi tedavide uygulanan onkoestetik cerrahi yöntemler ile kanserli olan doku alınır ve memenin dik bir görünüme kavuşması meme estetiği ile sağlanmaktadır. Bu yöntem ile büyümüş, deforme olmuş ve hatta sarkan meme dokusunun daha iyi bir görünümü olmaktadır.

Onkoestetik cerrahi tekniği ile kanserli olan doku çıkarılmaktadır ve daha sonra geride kalan meme dokusu ile estetik ve dik bir meme yapılabilmektedir. Bazı hastalar isteğine bağlı olarak sağlıklı memesine de bu işlemi yaptırmaktadır. Bu gelişen yeni cerrahi teknikler öncülüğünde kanser tanısı koyulmuş hastalar biraz da olsa yapılacak estetik ameliyatın verdiği yenilenme duygusu ile motive olmaktadırlar. Onkoestetik cerrahi teknikler her iki memeye de uygulanabilmektedir. İsteğe bağlı olarak sadece kanserli olan memeye değil, sağlıklı memeye de yapılabilmektedir. Uygulanan bu işlem sonrasında dik, simetrik ve daha estetik olmaktadır.

Meme Kanseri Tedavisinde Onkoestetik Cerrahinin Avantajları

Eskiden meme kanseri ameliyatlarında memenin tamamı alınmaktaydı. Bu da hastanın beden bütünlüğünü bozmakta ve psikolojik yapısını olumsuz etkilemekteydi. Onkoplastik cerrahi sayesinde hastanın bedensel bütünlüğü korunurken kanser tedavi edilmekte ve kozmetik görünümü korunmakta, hatta daha bile iyi hale getirilmektedir. Böylece hem memedeki kanser tedavi edilmekte hem de hastanın yaşam kalitesi artmaktadır.

Onkplastik meme kanseri cerrahisi, memede büyük bir tümör olmasına ve bu tümörün geniş bir doku ile çıkartılmasına rağmen ameliyat sonunda memenin kozmetik açıdan düzgün bir görünüme kavuşmasıdır.

Yöntem onkolojik ve plastik cerrahi yöntemlerinin birleştirilmesi ile uygulanmaktadır. Onkoplastik cerrahi yöntemlerinde ya hastanın kendi vücut dokuları kullanılmakta ya da memeye bazı implantlar eklenmektedir.

Onkoplastik meme cerrahisi, meme kanseri riski yüksek olan kadınlarda, daha ortada kanser yokken bile uygulanabilmekte ve olası bir meme kanseri durumunun önüne geçilmektedir.

Onkoplastik meme kanseri cerrahisinin avantajları nelerdir?

Memedeki tümörün büyük olması nedeniyle geniş bir meme dokusu çıkartılmasına rağmen memenin kozmetik olarak korunmasını sağlar. Hatta meme eski görünümden daha iyi bile olabilir. Bu şekilde klasik mastektomi (memenin tamamının alınması).

Modern meme cerrahisinde amaç, meme kanserini tedavi ederken meme kaybına yol açmamaktır.

Meme kanserinin cerrahi tedavisinde son yüzyılda yaşanan değişim:

  1. Radikal mastektomi
  2. Modifiye radikal mastektomi
  3. Meme koruyucu cerrahi
  4. Onkoplastik meme cerrahisi
Meme Kanserinin İzlerini ‘Onarmak’ Mümkün

Meme kanseri tedavisinde memenin tamamı veya bir kısmı alınabilir. Meme kaybına bağlı olarak da hastalarda eksiklik duygusu, asimetri ve kadınsı davranışlarda azalma gözlemlenebilir. Rekonstrüksiyon yani onarımdaki amacımız ise kaybedilen memenin yeniden kazandırılmasıdır. Rekonstrüksiyonu kanser cerrahisi ile eş zamanlı olarak ya da kanser tedavisi sonrasında yapılabiliyor.

Kansere bağlı meme kaybının kadınlar üzerinde psikolojik tahribata neden olabilen, annelik ve emzirme duygusunun yaşandığı önemli bir organdır. Bu nedenle meme kadın bedeninin ayrılmaz bir parçasıdır. Meme kaybı eksiklik duygusu, asimetri ve kadınsı davranışlarda azalmaya yol açmaktadır. Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserlerden biridir. Memenin tamamı veya bir kısmının alınmasıyla tedavi edilmektedir. Onarımda amaç kaybedilen memenin yeniden kazandırılmasıdır. Meme kanserinde tedavi multidisipliner bir yaklaşımla uygulanır. Meme kanseri tedavisi genel cerrah, plastik cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, psikiyatrist, psikolog gibi branşların ortak yaklaşımıyla yürütülür.

Meme Onarımı 2 Zaman Diliminde Yapılabilir

Meme onarım şeklini ve zamanını belirleyen en önemli faktörün kanserin evresi ve genel cerrahın yapacağı ameliyat yöntemidir. Plastik cerrahi meme kanser cerrahisinden sonra kalan meme cildi ve dokusunun durumuna göre onarım yöntemini seçer. Meme onarımı için uygun adaylar kanser evresi geç olmayan ve kaybedeceği/kaybettiği memesini yeniden kazanmak isteyen adaylardır. Meme onarımı iki zaman diliminde yapılabilir. Birincisi kanser cerrahisi ile eş zamanlı olarak ikincisi ise kanser tedavisi sonrasında yapılabilir. Hangi dönemde yapılırsa yapılsın eğer yeterli cilt kalmışsa onarım için meme protezleri tek başına yeterli olur. Yeterli meme dokusu kalmamışsa karın, sırt bölgesi gibi kişinin başka bir yerinden doku transferi yapılarak onarım yapılabilir. Ayrıca hastaların durumuna göre her iki seçenekte kullanabiliyor.

Öncesinde İyi Bir Planlama Şart

Meme onarım ameliyatları öncesi mutlaka iyi bir planlama yapılması gerekir. Yapılacak kanser cerrahisi tekniği, kanserin evresi, tedavide kemoterapi ve radyoterapi yapılıp yapılmayacağı, hastanın yaşı ve beklentisi dikkate alınarak uygulanacak onarım tekniğine karar verilmeli. Hangi tekniğe karar verilirse verilsin ameliyat öncesi mutlak planlama ve çizimler yapılarak ameliyata girilmeli. Ameliyat sonrası bir veya iki gün hastanede tutulan hastalar taburcu edildikten sonra yakın takip edilir. Takip sürecinde ikinci seans estetik onarımlar için zamanlama ve planlama yapılarak memenin son şekli verilir. Bu aşamada meme simetrisinin sağlanması, onarılan memenin ucunun ve aerolasının yapılmasıyla rekonstrüksiyon işlemi tamamlanır.

Otolog Rekonstrüksiyon nasıl yapılır?

Otologrekonstrüksiyon, vücudun başka yerlerinden cilt, yağ ve bazen kas dokusu alınarak, ameliyat edilen meme bölgesine taşınması ve yeniden meme görünümünün verilmesidir. Meme onarımı yapılırken kullanılacak dokular genelde karın, sırt, kalça veya uyluğun iç yüzünden alınarak yeni bir meme şekillendirilmesi yapılır.

Karın Dokusuyla Meme Rekonstrüksiyonu

Sırt Dokusuyla Yapılan Meme Rekonstrüksiyonu

Meme implantı ile birlikte kullanıldığında güzel sonuç verir. Mikrocerrahi gerekmez. Dolaşımı oldukça iyidir.

Kalça Bölgesinden Yapılan Meme Rekonstrüksiyonu

Karın dokusunda iz istemeyen ya da dokusu yeterli olmayan kadınlarda kalça kasının bir kısmı üzerindeki yağ ve deri dokusu meme rekonstruksiyonu için kullanılır. Mikrocerrahi gerektirir.

Hastaların kendi dokuları ile yeniden meme şekillendirilmesi yapıldığında, bu görünüm yaşam boyu aynı kalmaktadır. Protez ile şekillendirme durumunda ise 10 ya da 20 yıl sonra protezi değiştirmek gerekebilmektedir. Otologrekonstrüksiyonda ise böyle bir durum yoktur. Karın, kalça ve uyluğun iç yüzündeki dokular meme dokusu ile benzer yapıya sahiptir. Ayrıca, bu bölgelerdeki dokular meme dokusuna iyi bir alternatiftir ve hastalara daha doğal hissettirir. Ancak, protez ile rekonstrüksiyonda da olduğu gibi, otolog doku kullanımında da meme cildinde veya meme başında his azalabilir.

Otologrekonstrüksiyon, mastektomi (memenin tamamen alınması) ameliyatı sırasında aynı seansta yapılabileceği gibi, daha geç dönemde tüm tedaviler tamamlandıktan sonra da yapılabilir. Bunun kararı hastanın isteği, hastalığın durumu ve tedavi planına göre alınmaktadır.Otolog rekonstrüksiyonda, meme yerine geçecek dokunun nereden alınacağının kararını verirken bazı faktörlere bakılmaktadır;

Kanser sonrası meme estetiği yapılabilir mi?

Geçmiş dönemlerde meme kanseri tanısı konan tüm hastalarda mastektomi adı verilen memenin tamamının alınması diye ifade edebileceğimiz bir ameliyat yapılırdı. Bu ameliyat şekli hastanın kozmetik görünümünü ciddi şekilde bozduğu gibi, bazı hastalarda ameliyat sonrası; depresyon, cinsel direnç, hastalık, günlük işlerde zorluk, giydiği kıyafetlere uyum sağlayamama gibi içe dönük sorunlar oluşabilir, uhsal açıdan bir travma yaratırdı. Ancak günümüzde bu ameliyat artık yok denecek kadar az uygulanmaktadır. Mastektomi yerine onkoplastik cerrahi ya da rekonstrüksiyon ameliyatları daha yaygın olarak yapılır hale gelmiştir.

Onkoplastik cerrahi, memedeki kanserli kitlenin onkolojik prensiplere uygun olarak çıkartılması ve boşaltılan bölgenin plastik cerrahi teknikleri kullanılarak doldurulması ve kapatılması prensibine dayanmaktadır. Bunun dışında meme cildi korunarak meme dokusunun çıkartılması ve silikon protezler ile yeniden şekillendirme ameliyatları da uygun hastalarda kullanılmaktadır. Silikon protezler dışında hastanın kendi öz dokusuyla yeniden bir meme oluşturulması da mümkündür. Bütün bu cerrahi teknikler hastayı hem kanserli dokudan kurtarmakta, hem de estetik görünümü kabul edilebilir hale getirmektedir. Bu yüzden hastalar meme estetiği açısından hiç endişe etmemelidirler.

Meme Onarımının Kanser Tedavisindeki Önemi

Meme kanseri günümüzde hala kadınlarda en sık tanı konulan kanser türüdür. Tüm kanserlerin insan üzerinde yarattığı psikolojik travma ve yaşam kalitesinde dramatik azalma bir yana, meme kanserinin kadın üzerindeki etkisi eşsiz derecede yoğundur. Bir cinsiyet kimliği olarak memenin kanser sürecinde tanı ve tedavinin kadın üzerine etkilerinin fiziksel olduğu kadar psikososyal olarak da yıkıcı olabileceğini gösteren çok sayıda çalışma vardır. Kadın, hayatını tehdit eden bir hastalıkla karşılaşmış olmakla kalmaz, kendi, çevresi ve toplum gözünde vücut imgesinde oluşacak değişiklikler ile de uğraşmak zorunda kalır. Meme onarımı, tam da bu noktada hasta odaklı bir meme kanseri tedavisinin tam ortasında kendine yer bulur. Hangi yöntemle yapılıyor olursa olsun, iyi bir meme onarımı hastanın üzerindeki psikososyal yükü hafifletebilir, tatmin edici bir öz algı oluşturur ve genel anlamda hastanın süreç ile daha rahat baş etmesini sağlar.

Estetik Cerrahi tarihçesinde meme onarımı sayfasına baktığımızda, ilk onarım tekniklerinin metoddan bağımsız olarak hemen her zaman geç dönemde, yani onkolojik tedaviler tamamlandıktan, çoğunlukla da memenin tamamı alındıktan sonra yapıldığını görüyoruz. Kanser biyolojisinin ve psikolojik etkilerinin daha iyi anlaşılması ile beraber onarım metodlarındaki gelişmeler, onarımın onkolojik tedavilerle çelişmeyeceğinin görülmesi ve görüntüleme tekniklerindeki yenilikler bugün artık meme onarımının kanser cerrahisi ile aynı anda, yani “eş zamanlı” yapılmasını mümkün kılmıştır. Bu sayede hasta kanserinin uzaklaştırılması için ameliyat olurken aynı ameliyatta eksikler giderilir, hasta ameliyat olan memeleri onarılmış ve vücut bütünlüğü bozulmamış olarak uyanır. Bugün benim de pratiğimde geç onarımların tüm onarımlar içindeki yeri %10 un altındayken, eş zamanlı onarımlar pratiğimin çoğunluğunu kapsamaktadır.

Eş zamanlı meme onarımının hastaya getirdiği büyük avantaj defalarca ortaya konmuş da olsa, onarım oldukça karmaşıktır ve tedavi seçenekleri sayısızdır. Tanı için yapılan biyopsiler, ameliyat öncesi alınan tedaviler ve kanser tanısı almanın yükü, hastanın tek başına kendi vücudu ile ilgili önemli bir karar almasını daha da zorlaştırır. Bundan dolayı sağlıklı, karar aşamalarına hastanın da dahil edildiği iyi bir hasta doktor ilişkisi meme onarımında başarının en kilit noktasıdır. Bu sebeple meme onarımı adayı hastalar ile ameliyat öncesi görüşmelerimiz olağan bir doktor görüşmesinden genellikle daha uzun sürer, hastalara tüm tedavi seçenekleri ve sonuçları anlatılır ve bu seçeneklerden hangisinin hasta için en iyi sonucu sağlayacağı beraberce tartışılarak kararlaştırılır.

Meme Kanseri Tedavisinde Onko-Estetik Cerrahi Sonuçları: Sağkalım ve Nüks

Geçtiğimiz birkaç yılda, erken evre meme kanserli kadınların lumpektomi (meme koruyucu cerrahi) yerine genellikle mastektomiyi genelde tercih etmektedir. Meme kanseri riskini artıran bilinen bir gen mutasyonu ve/veya ailede güçlü meme veya yumurtalık kanseri öyküsü olanlar için, doktorlar yeni bir meme kanseri riskini azaltmak için sıklıkla mastektomi önermektedir.

Bu risk faktörlerine sahip olmayan meme kanseri teşhisi konan birçok kadın, lumpektomi (meme koruyucu cerrahi) için uygun olduklarında da hala mastektomiyi seçmektedir. İnsanların birçoğu, gelecekteki meme kanseri riskini azaltmak ve meme kanseri taramalarının stresini ortadan kaldırmak için bu seçimi yapıyorlar. Her kadının zihinsel ve duygusal sağlığı ve yaşam durumu için en iyisini seçme hakkı vardır.

Kendiniz hakkında bilinçli bir karar verebilmeniz için en son araştırmaları dikkate almanız önemlidir. Araştırma çalışmaları, erken evre kanserler için radyasyonlu lumpektominin mastektomiye eşdeğer sonuçlara sahip olduğunu göstermiştir. 2002 yılında, Ulusal Cerrahi Adjuvan Göğüs ve Bağırsak Projesi (NSABP) B-06 denemesi, 20 yıllık takipten sonra, total mastektominin, kadınların ne kadar yaşadığı (genel sağkalım) kanserden ne kadar süre kurtuldukları (hastalıksız sağkalım) ve kanserin memenin ötesine yayılıp yayılmadığı (metastatik hastalık) açısından lumpektomiye göre bir avantaj sağlamadığını bulmuştur. .

İsveç’te erken evre meme kanseri olan yaklaşık 49.000 kadın üzerinde 2021 yılında yapılan bir araştırma, lumpektomi (meme koruyucu cerrahi) artı radyasyon uygulanan kadınların, radyasyonlu veya radyasyonsuz mastektomi geçirenlere göre daha iyi hayatta kalma oranlarına sahip olduğu bulundu.

Çalışmalar ayrıca onko-estetik lumpektominin kanser sonuçları açısından geleneksel lumpektomi ve total mastektomi kadar güvenli olduğunu bulmuştur. Örneğin, Texas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi’nde yaklaşık 10.000 kişiyle yapılan 2016 tarihli bir araştırma, genel hayatta kalmanın (insanların ne kadar yaşadığı) ve nükssüz hayatta kalmanın (nükssüz kaldıkları süre) bu gruplar arasında benzer olduğunu buldu. 3 yılda, onko-estetik lumpektomi, geleneksel lumpektomi veya rekonstrüksiyonlu mastektomi geçirenler için genel sağkalım kabaca %96 ila 98 idi. Nükssüz sağkalım da kabaca %96 ila 98 idi. Onkoplastik lumpektomi geçiren kadınlar, tek başına lumpektomi geçirenlere göre daha düşük pozitif veya yakın marj oranlarına sahipti.

Diğer çalışmalar, onko-estetik lumpektominin güvenliği hakkında benzer sonuçlara varmıştır. Örneğin:

18.000’den fazla kişiyi kapsayan 2020 tarihli bir araştırma analizi, onko-estetik lumpektomi (meme koruyucu cerrahi), geleneksel lumpektomi veya mastektomi sonrası nüks oranlarında önemli bir fark bulamadı. Ayrıca reoperasyon ihtiyacında da anlamlı bir fark yoktu.

Onkoplastik lumpektomi üzerine yapılan çalışmaların 2016 analizi, ortalama 4 yıllık takipten sonra yüksek oranda genel sağkalım (%95) ve hastalıksız sağkalım (%90) olduğunu buldu. İnsanların yaklaşık %90’ı temiz marjlara sahipti ve kanserleri için daha fazla ameliyata ihtiyaç duymadılar.

Onkoplastik lumpektomi ve geleneksel lumpektomiyi karşılaştıran daha fazla çalışma, eski gruptaki kadınların başka bir ameliyat gerektiren pozitif marjlara sahip olma ihtimalinin daha düşük olduğunu bulmuştur. Ayrıca daha düşük komplikasyon ve lokal nüks oranları vardı ve göğüslerinin görünümünden daha memnun kaldılar.

Araştırmalar devam etmektedir, ancak şimdiye kadar onko-estetik lumpektominin erken evre kanserli kadınlar için geleneksel lumpektomi ve mastektomi kadar güvenli olduğu gösterilmiştir. Diğer ameliyatlarda olduğu gibi, enfeksiyon, yara iyileşmesi ile ilgili sorunlar ve kanserin çıkarıldığı boşlukta sıvı dolumu (seroma) gibi yan etki riski vardır.

Zamanla, bazı kadınlar yağ nekrozu geliştirebilir, bu da hasarlı yağ dokusunun bir kist veya skar dokusu ile değiştirildiği anlamına gelir. Bu tehlikeli değildir, ancak ameliyattan sonra meme kanseri taramalarınıza devam ettiğinizde bir radyolog tarafından şüpheli görülebilir.

Meme koruyucu cerrahinin kadınlara sağladığı avantajlar nelerdir?

Meme kanserine yakalanma yaşının giderek düştüğü günümüzde gelişen tedavi ve cerrahi yöntemleri ise özellikle erken tanı durumunda hayat kurtarıyor. Cerrahi alanda geliştirilen yeni yöntemlerin hastaya katkısı çok daha fazla oluyor. Yalnızca kanserli dokunun çıkarılması ile yapılan meme koruyucu cerrahi sayesinde hastalar vücut bütünlüğü bozulmadığı için hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha rahat bir iyileşme süreci geçirebiliyor. Operasyondan sonraki gün günlük yaşantısına devam edebilen hastaların estetik kaygıları olmadığı için hem özgüvenleri yükseliyor hem de sosyal hayata daha çabuk dönebiliyor.

Sadece tümörün bulunduğu kısım alınıyor

Geçmişte, meme kanseri tanısı alan tüm kadınların meme dokularının tamamen alındığı ameliyatlar uygulanmaktaydı. Bu ameliyatların ardından vücut bütünlüğü bozulan kadınlar hem psikolojik hem de fizyolojik olarak sıkıntılı süreçler geçirirken, günlük yaşantıları da sekteye uğramaktaydı. Teknolojik gelişmelerle birlikte yaygınlaşan meme koruyucu cerrahi yöntemi ile geride kanserli doku kalmayacak şekilde sadece tümörün bulunduğu kısmın çıkartılmakta ve hastaların daha konforlu bir şekilde iyileşmeleri sağlanmaktadır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki meme koruyucu cerrahi uygulanan hastalara radyoterapi de uygulanmaktadır.

Tümörün boyutu ve yerleşimi cerrahi kararı belirliyor

Cerrahi uygulanabilen meme kanserlerinin yüzde 50 -75’inin meme koruyucu cerrahi yöntemi ile tedavi edilebileceği düşünülmektedir. Tümörü 4 cm altında olan, yerleşim yeri, boyutu ve çevre uzanımı uygun olan, meme hacmi yeterli olan hastalarda meme koruyucu cerrahi uygulanabilmektedir.

Meme koruyucu cerrahi deneyim gerektiriyor

Meme koruyucu cerrahi operasyonu sırasında memedeki tümör cerrahi sınırlar negatif olacak şekilde sağlıklı doku ile birlikte çıkarılır. Çıkarılan dokunun cerrahi sınırları işaretlenerek ameliyat sırasında frozen patoloji ile incelenmesi sağlanır. Patoloji sonucunda cerrahi sınır güvenliği ve tümörün tam olarak çıkarıldığından emin olunur. Ameliyattan çıktıktan 5-6 saat sonra hastalar oral alımına başlar ve genellikle hastanede bir günlük yatış sonrası taburcu edilir. Hastalar çok kısa sürede günlük yaşamına geri dönebilir.

Meme korucuyu cerrahinin sağladığı avantajlar

Meme koruyucu cerrahinin hastaya farklı açılardan birçok avantajı bulunmaktadır. Bu avantajlar şöyle sıralanabilir:

  1. Meme koruyucu cerrahi ile vücut bütünlüğü korunur ve hastalar için kabul edilebilir kozmetik sonuçlar ortaya çıkar.
  2. Meme koruyucu cerrahi yapılan hastalar ile mastektomi yapılan hastalar arasında sağ kalım, uzak organ tutulumu olmaksızın sağ kalım ve genel sağ kalım açısından belirgin bir fark bulunmaz.
  3. Meme koruyucu cerrahi sonrasında hastalar psikolojik olarak kendini daha iyi ve eksiksiz hisseder
  4. Hastanede kalma ve iyileşme süreci daha kısadır
  5. Hastalar sosyal ve iş yaşamlarına daha hızlı döner
  6. Meme yokluğu söz konusu olmadığı için hastaların özgüveni daha yüksek olur.
  7. Hastaların giyim tarz ve şekillerinde sıkıntı yaşamaz
  8. Ameliyat sonrasında hastalara protez takılması gerekmez
  9. Hastaların partnerleri ile olan cinsel hayatları olumlu etkilenir

Meme koruyucu bazı vakalarda uygulanamıyor

Meme koruyucu cerrahinin uygulanabildiği durumlar olduğu gibi, uygulanamadığı vakalar da olabilir. Memede birden çok alanda tümör bulunması, memede kötü huyu tümör görünümlü kireçlenme olması, daha önceden göğüs duvarı veya memeye radyasyon alınması, radyoterapi alınamaması, erkek cinsiyette olunması, meme koruyucu cerrahi sonrası tekrarlayan meme kanserleri varlığı, tüm çabalara rağmen pozitif cerrahi sınırın bulunması, gebelik esnasında radyoterapi almak zorunda kalınması ve inflamatuvar meme kanseri durumlarında koruyucu meme cerrahisi yapılamamaktadır.

Lenfödem (Kol ödemi)

Bazı durumlarda meme korumasına rağmen koltuk altı lenf bezleri alınabilir ya da lenf bezleri alınmadan meme alınabilir. Koltuk altındaki lenf bezlerinin alınması ya da bu bölgeye radyoterapi lenf sıvısının akışını yavaşlatır. Sıvı, kolda ve elde birikip şişme (lenfödem) yaratır. Bu sorun, ameliyattan hemen sonra, ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hastanın tedavi edilen taraftaki el ve kolunu hayatı boyunca koruması gerekir.

Kadının dikkat etmesi gereken noktalar:

  1. Etkilenen koluna dar kıyafetler giymekten ve takı takmaktan kaçınmalıdır.
  2. Çanta ya valizini diğer koluyla taşımalıdır.
  3. Kesilmesini önlemek için, koltukaltını elektrikli makineyle almalıdır.
  4. İğne kan testleri, kan basıncı ölçümlerinin diğer koluna yaptırmalıdır.
  5. Bahçeyle uğraşırken elini korumak için eldiven giymeli, güçlü deterjanlar kullanmamalıdır.
  6. Kolyukaltı lenf bezlerinin alınmış olduğu tarafta manikür yaptırmamalı, tırnak etlerini derin kesmekten kaçınmalıdır.

Hasta, kolunda ya da elinde olabilecek kesik, böcek sokması, güneş yanığı ya da başka incinmelerle nasıl baş edeceğini doktoruna sormalı; kolu ya da eli incindiğinde, şiştiğinde, kızardığında ya da ısındığında doktoruna başvurmalıdır.

Eğer lenfödem oluşursa, doktor bu tür sorunlar için egzersiz, ya da başka yollar önerebilir. Örneğin, lenfödem oluşan bazı kadınlar, lenf sıvısını arttırmak için elastik kolluk giyer. Sorunun giderilmesinde ilaç, masaj veya kola basınç uygulayan makineler gibi farklı yaklaşımlardan yararlanılabilir. Doktor, hastasının, konunun uzmanı bir hekim ya da bir fizyoterapist ile görüşmesini uygun bulabilir.

Lenfödem (Meme kanseri sonrası kol şişmesi)

Lenfödem nedir?

Lenfödem meme kanseri tedavisinde cerrahi ve/veya radyoterapi (RT) sonrası lenfatik sistemde gelişebilen hasara bağlı olarak ortaya çıkan ve hastanın kolunun şişmesi ile belli eden ciddi bir durumdur.

Ne sıklıkta görülür?

Literatürde  meme alınan cerrahiler sonrası % 24-49, meme koruyucu cerrahi sonrası ise % 4-28 oranında gelişebildiği bildirilmektedir.

Tedaviden ne kadar süre sonra gelişir?

Lenfödem kısa sürede gelişebileceği gibi yıllar sonra da gelişebilmektedir, ancak hastaların çoğunda ilk 18 ayda gelişmektedir.

Lenfödem gelişmesinde önemli faktörler nelerdir?

Özellikle aksiller disseksiyon yapılması (koltuk altı lenf nodlarının alınması) ve üstüne RT eklenmesi lenfödem gelişmesini tetiklemektedir.

Ne gibi olumsuz sonuçlara yol açmaktadır?

Kolda şişme ile kendini gösteren bu tabloda, tedavi güç olduğu için mümkünse gelişmesini önlemeye çalışmak en doğrusudur. Gelişen lenfödemin derecesine göre kol çapı artmakta, gerek kıyafet giyme, gerek günlük hayatta kolun fonksiyonlarında bozulma gerek dış görünümde olumsuzluk ve tüm bunlara bağlı olarak psikolojik problemler gelişebilmektedir.

Ne gibi önlemlerle gelişmesi önlenebilir veya zarar azaltılabilir?

Bilimsel gelişmelerin ışığı altında daha sınırlı cerrahiler uygulanması, RT gereksiniminin iyi değerlendirilmesi, hastanın ameliyat sonrası dönemde yakından izlenmesi ve oluşabilecek en erken lenfödem bulgularında derhal enerjik bir şekilde gerekli önlemleri almak, hastaların bundan en az zarar görmesini sağlayacaktır.

Lenfödem tanı ve tedavi rehberi

Lenfödem Nedir?

Lenfödem, protein içeriği yüksek sıvının dokuda birikmesidir.

Lenfatik sistem:

Lenfatik sistem bir noktada (koltuk altı lenf düğümlerinin alınması ile ya da koltuk altına radyoterapi uygulanması ile) kesintiye uğradığında:

Tedavi edilmezse:

Meme hastalıkları tedavisi sonrası cerrahi ve/veya radyoterapi ile üst ekstremite lenfatik drenajının bozulabilir:

Lenfödem gelişimini önlemede:

Meme ameliyatı öncesi ve ameliyat sonrası belirli aralarla yapılacak kol çapı ölçümleri ile lenfödemde erken tanı koyup tedaviye başlama imkanı vardır.

Lenfödem tespit edildiğinde öncelikle durumun meme kanseri nüksüne ya da venöz yetersizliğe bağlı olmadığını belirlemek için çeşitli tetkikler yapılmalıdır.

Lenfödem Tanısı ve Evreleme

Lenfödem Başlangıç Semptomları

Şikayetlere göre derecelendirme

I Yakınmasız Kolda şişlik, ağırlık ya da gerginlik hissi yok

II Hafif Ara ara kol şişer, fakat kol çapında sabit bir artış yoktur, elbiseler aynı şekilde vücuda uyar

III Orta Kol şişmesi ve ağırlaşması sabittir, elbiseler uymaz, fiziksel rahatsızlık vardır ancak fonksiyon kaybı yoktur

IV Şiddetli Kolda sabit ağırlık, yetersizlik,fonksiyonel aktivitede azalma, kolda abartılı kalınlaşma görülür Muayane bulgularına göre evreleme

0 Sessiz dönem Lenfatik kanallarda kısmi hasar mevcut, taşıma kapasitesi henüz yeterli, lenfödem yok.

I Kendiliğinden geri dönüşü olan dönem (akut faz) Kola parmakla basmakla dokuda çöküntü şeklinde parmak izi oluşur, ancak kol yukarı kaldırılıp bekletildiğinde ödem geriler. Genellikle sabah uyandığında etkilenen kol normal ya da normale yakın çaptadır.

II Kendiliğinden geri dönüşü olmayan dönem (kronik faz) Doku sünger kıvamında, bastırılan parmak kaldırılınca çöküntü hemen ortadan kalkar, kolda sertleşme ve çap artışını başlatan fibrozis (bağ dokusu artışı) var.

III Lenfostatik elefantiazis Şişlik geri dönüşümsüz, genellikle kol çok büyümüş, doku sertleşmiş (fibrotik) ve tedaviye yanıtsız. Bazı hastalarda ağırlığı yok etmeye yönelik cerrahi düşünülebilir.

IV Şiddetli Kolda sabit ağırlık, yetersizlik,fonksiyonel aktivitede azalma, kolda abartılı kalınlaşma görülür

Lenfödem tedavisi (Komplet dekonjestif tedavi ‘CDT’)

Manuel Lenfatik Drenaj (MLD) Trunkal temizlik ile başlanır. Lenfödemli koldan gelecek lenf sıvısını alabilmesi için özel bir masaj tekniği ile önce gövdenin lenfatikleri boşaltılır.

Koltuk altı lenf bezleri alındıktan sonra komplikasyon görülebilir mi?

Koltuk altı lenf bezleri çıkarıldıktan sonra, kol iç kısmında uyuşukluk, his azalması, uyuşukluk ve duyu kaybı omuzda hareket kısıtlığı ve kolda ödem (lenfödem) ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonlar, bekçi lenf bezi biyopsisi yapıldığında daha azdır.

Ameliyattan hemen sonra o taraftaki kolunuzu saç tarama, yemek yeme, su içme gibi günlük ihtiyaçlarınız için kullanabilirsiniz. Ameliyatlı taraftaki kol ve omuz hareketlerinizi koltuk altına konulan diren alındıktan sonra size önerdiğimiz şekilde yapabilirsiniz. En pratik ve kolay egzersiz, o taraftaki parmaklarınızın duvarda ulaştığı en üst noktaya çizdiğiniz bir çizginin üzerine ulaşması için merdivene tırmanır gibi hareket ettirmeniz ve elinize alacağınız bir lastik topu günde 5-6 defa ve 4-5 dakika süreyle sıkıp gevşetmenizdir. Ayrıca, omzunuzu öne veya arkaya doğru çevirerek hareket ettiriniz. Kol ve omuz hareketlerinizin eski düzeyine kavuşması için düzenli egzersiz yapınız. Yüzme bu amaçla yapılabilecek en iyi spordur. Bu konuda size hazırlamış olduğumuz kitapçık ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanımız yardımcı olacaktır.

Koltuk altındaki lenflerin alınmaması mümkün mü?

Eğer tanı konulmuş bir kişinin tetkiklerinde ve muayenesinde koltuk altı lenf bezlerinde büyüme saptanmamış ise bu hastalara deneyim gerektiren bekçi lenf bezi biyopsisi uygulanmaktadır.

Meme Kaserinde Koltuk Altı Lenf Bezlerine Niçin Müdahale Edilir?

Meme kanseri lenf yolu ile yayılır. Memelerin lenf akımının öncelikli toplandığı lenf bezleri koltuk altındaki lenf bezleridir. Günümüzde koltuk altı lenf bezlerinde tümör araştırılması hastalığın evresini ve sonraki planlanacak tedaviler bakımından vazgeçilmez değerdedir. Hasta ilk başvurduğunda el muayenesi ile, sonrasında koltuk altına yönelik yapılan ultrasonografi ile ve gerekirse ultrasonografi eşliğinde yapılan ince iğne biyosileri ile lenf bezlerinin durumu ortaya konmaya çalışılmalıdır. Bu araştırmaların tanı değeri hiçbir zaman ameliyat esnasında yapılacak bekçi lenf bezi biyopsisinin tanı değeri kadar yüksek değildir. Eğer ameliyat öncesi koltuk altında yayılım saptanmaz ise ameliyatta bekçi lenf bezi biyopsisi yapılarak koltuk altı lenf bezlerinin durumu netleştirilir. Eğer ameliyat öncesi saptandı ise hastalığın daha ileri evrelemesi yapılarak ve koltuk altı tutulumunun derecesine göre tedavi planlaması gerekir. Yoğun koltuk altı tutulumunda bir engel yoksa tedaviye kemoterapi ile başlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Kemoterapi ile koltuk altı lenf bezlerindeki tutulum klinik ve radyolojik olarak kaybolmuş olarak tespit edilirse yapılacak ameliyatta bekçi lenf bezi biyopsisi ve koltuk altını kürajdan koruma şansı elde edilebilir.

Ancak özellikli onkolojik cerrahi operasyonları olduğu için gerek memeye yapılacak cerrahi ve gerekse koltuk altına yapılacak bekçi lenf bezi biyopsisi ve aksiller küraj konusunda deneyim ve teknik donanım çok önemlidir.

Ameliyat sonrası önemli noktalardan birisi yıllar içerisinde ve belki ömür boyu ciddi sıkıntılar oluşturma potansiyeli olan koltuk altına yapılan girişimlerdir. Günümüzde koltuk altı diseksiyonu ( koltuk altındaki lenf bezlerinin temizlenmesi ) sonradan yol açabilecek problemler nedeni ile son çare olarak başvurulan bir yöntemdir.

Deneyimli bir meme cerrahı koltuk altı diseksiyonu yapmamak için ameliyat öncesi ve ameliyat esnasında tüm olanakları kullanmalı ve hastayı gereksiz yapılacak bir kürajdan korumak için elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Çünkü sonradan gelişebilecek kol ödemi en istenmeyen, hasta konforunu çok olumsuz etkileyen ve tedavisi çok zor bir durumdur.

Meme Kanseri Sonrası Lenfödemden Korunma Yöntemleri

Meme kanseri olan her 4 kadından 1’inde görülen lenfödem sıklıkla kolda şişlik, ağrı, ciltte sertlik ve hareket kısıtlılığı ile ortaya çıkıyor. Kadınların yaşam konforunu azaltan bu sorun, tedavide geç kalınması durumunda kalıcı hale gelebiliyor.

Lenfödem önlenebilir bir sorundur

Meme kanseri kadınlar arasında en sık görülen kanser türleri arasında ilk sırada yer almakta ve görülme oranı gittikçe artmaktadır. Meme kanserinde koltukaltı lenf bezlerinin tümör tarafından basıya uğraması, cerrahi tedavi sırasında ilgili lenf bezlerinin alınması ya da tümörün tedavisi sırasında uygulanan Radyoterapi nedeniyle lenfatik akışın bozulması el-önkol ve kolda lenfödeme yol açmaktadır. Meme kanseri tedavileri sonrasında her 4 kadından birinde lenf ödem görülmektedir.
Dolaşım sisteminin önemli bir parçası olan lenfatik sistem, bağışıklık fonksiyonları açısından hayati önem taşımaktadır. Lenfödem, çeşitli nedenlerle lenfatik akıştaki bozulmayla proteinden zengin sıvının hücrelerarası alanda birikerek su çekmesi ile kol ve bacaklar başta olmak üzere yüz veya boyunda lenf sıvısının birikmesiyle meydana gelmektedir. Travma, hamilelik, obezite, enfeksiyon ve aşırı yük taşımakla birlikte tetiklenebildiği gibi, çoğunlukla kanser hastalarında görülmektedir. Önlenebilir bir hastalık olan lenfödem, başladıktan sonra ilerleyici ve kronik hale gelerek yaşam kalitesini bozmaktadır.

Bu belirtilere dikkat!

Lenfödem genellikle kendini el üstünde ve kolda şişlik, ağrı ve kol hareketlerinde kısıtlılık şikayetleri ile göstermektedir. Bununla birlikte etkilenen koldaki deri sertleşmektedir. Tırnak batması, cilde travma gibi tetikleyici nedenlerle lenfödemli kolda selülit adı verilen enfeksiyon da görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda ısı artışı, sızlama, ağırlık hissi, karıncalanma, kızarıklık ve daha şiddetli ağrıya rastlanılmaktadır.

İki kol arasındaki ölçüm farkı lenfödemin derecesini belirler

Hastalığın tanısının konulması için hastanın iki kolunun belirli bölgelerinin çevre ölçümleri yapılmaktadır. Ölçümlerde iki santimden fazla fark çıkması lenfödem olarak değerlendirilmektedir. Bu farkın 6 santim ve üzerinde çıkması ise ağır derecede lenfödem olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte derinin görünümü, ısı artışı, lenfödem veya selülit oluşumu, teşhis için önemli bulgular arasında yer almaktadır. Bu şikayetleri yaşayan hastaların Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzman hekimine başvurması gerekmektedir. Ayrıca hastalara onkoloji, radyasyon onkolojisi ya da genel cerrahi kliniğinde tedaviler sırasında el veya kol bölgesinde şişlik oluşabileceği bilgisinin önceden verilmesi gerekmektedir.
Lenfödem tedavisinde kullanılan çok bileşenli bir tedavi yaklaşımı olan Kompleks Boşaltıcı Tedavi” uygulamaktadır. Kompleks boşaltıcı terapi; manuel lenfatik drenaj, bandajlama, egzersiz ve cilt bakımından oluşan hasta eğitiminin kombinasyonundan oluşmaktadır. Bu tedavi yöntemleri; Lenfödem eğitimi sertifikası olan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı ve Lenfödem Fizyoterapisti tarafından uygulanmalıdır. Kompleks boşaltıcı terapi ile koldaki şişliğin azaltılması ve kazanılan durumun korunması amaçlanmaktadır. Bu yöntem masaj salonlarında yapılan sıradan gevşeme masajlarıyla aynı anlama gelmemektedir.

Manuel Lenfatik Drenaj: Manuel Lenfatik Drenaj(MLD) hafif, yavaş, ritmik hareketlerle hafif basınç uygulayarak birikmiş olan lenfatik sıvıyı, sağlam lenfatik yolları kullanarak dolaşıma katmayı sağlamaktadır. Diyafragma solunumuyla kombine edilmektedir.

Kompresyon Terapisi: MLD sonrası lenfödemli kola kompresyon bandajı uygulanarak ödem azalmasının devamlılığı sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu işlem, parmak ucundan başlayarak, yukarıya doğru azalan basınçla çok katlı bandajlama şeklinde uygulanmaktadır. Lenfödemi azaltıcı egzersizlerin bandajlı halde yapılması önem taşımaktadır.

Egzersiz: Lenfödem egzersizleri kas aktivitesini artırarak lenfatik ve venöz dönüşü artırmaktadır. Bu işlem kompresyon bandajları veya kompresyon giysisi hastanın üzerindeyken yapılmalıdır. Hastanın egzersiz kapasitesine, önceki spor geçmişine ve var olan kas kuvvetine göre kişiye özel planlanan aerobik kuvvetlendirme ve solunum egzersizleri önerilmektedir. Diyaframatik solunum egzersizleri lenfatik dönüşü artırmaktadır.

Deri ve Tırnak Bakımı: Lenfödemde cilt kuru, çatlamış ve bölgesel bağışıklık sistemi de bozulduğu için enfeksiyonlara yatkın durumda olmaktadır. Bu nedenle deri hijyeni ve tırnak bakımının iyi olmaması selülit adı verilen enfeksiyona ve mantara sebep olabilir. Mineral yağ bazlı sabunlarla günlük temizlik, derideki pullanma ve bakterilerin giderilmesi sağlanmaktadır.

Lenfödemden korunma yöntemleri

  1. Cilt her zaman temiz tutulmalı ve iyice kurulanarak ıslak bırakılmamalıdır.
  2. Kesikler, kedi ve köpek tırmalaması, sinek ya da böcek sokmaları gibi enfeksiyona yol açacak travmalardan korunulmalıdır.
  3. Lenf bezi alınan koldan kan aldırılmamalı, enjeksiyon yapılmamalı ve tansiyon ölçülmemesine dikkat edilmelidir.
  4. İç çamaşırı, kıyafet ve takılar lenf dolaşımını engelleyecek kadar sıkı olmamalıdır.
  5. Ütü, süpürme, el işi, ağır yük kaldırma gibi uzun süreli ve yoğun aktivitelerden kaçınılmalıdır.
  6. Doktor tarafından planlanmış uygun egzersizler yapılmalı, kol uzun süre hareketsiz bırakılmamalıdır.
  7. Lenfödem riski olan kol üzerine yatılmamalıdır.
  8. Etkilenmiş elin tırnaklarını keserken deri kesilmemeli, manikür yaptırılmamalıdır.
  9. İstenmeyen tüyler tıraş makinası yardımıyla alınmalı, jilet kullanılmamalıdır.
  10. Lenfödemi olan hastalar sıcak su, hamam, sauna ve kaplıca suyuna maruz kalmamalı ve güneşlenmemeye özen göstermelidir
Koltuk altı lenf bezleri alındıktan sonra komplikasyon görülebilir mi?

Meme kanseri tedavisinden sonra lenfödem belirtileri şunları içerebilir:

Lenfödemin erken saptanması, başarılı tedavi olasılığını artırır. Ancak erken teşhis zor olabilir çünkü semptomlar başlangıçta genellikle hafiftir. Örneğin, kolunuzun çevresinin 2 santimetre (yaklaşık bir inçin dörtte üçü) büyüdüğünü fark etmeyebilirsiniz, ancak bu kadar küçük bir değişiklik, lenfödem geliştiğini gösterebilir.

Batı Virginia Üniversitesi Kanser Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan kanser rehabilitasyon uzmanı Dr. Nicole L. Stout, “Kadınların lenfödem hakkında bilmesi gereken çok önemli dört şey var” diyor. “Kademeli bir başlangıç ​​​​olma eğilimindedir. Yavaş gelişme eğilimindedir. Zamanla ilerleme eğilimindedir. Ve ilk başta, bir süreliğine ortaya çıkan ve sonra iyileşen semptomlara neden olma eğilimindedir – ki bu kendi içinde yanıltıcı olabilir, gerçekten olmadığında her şey yolundaymış gibi görünmesine neden olabilir.”

Aslında bir şey görmeden önce kolunuzda veya üst vücudunuzda bir değişiklik hissetmek de mümkündür.

Dr. Stout, “Görünür bir şişlik oluşmadan önce bile, hastalar genellikle olağandışı bir duyum, yani duyusal bir değişiklik bildirir” diyor. “Bir veya iki gün kollarında karıncalanma veya uyuşma hissedebilirler, ancak geçer. Sonra tekrar oluyor ve gidiyor. Sonra bir hafta geçer ve yüzüklerinin uymadığını fark ederler. Bu duygu, vücudun anlattığı hikayenin önemli bir parçasıdır: Bir şeyler değişiyor; bir şey farklı. Ve kadınların buna göre hareket etmesi önemlidir. Erken müdahale edersek, genellikle konservatif tedaviler kullanabilir ve lenfödemin kalıcı, sınırlayıcı bir durum haline gelmesini önleyebiliriz.”

Meme kanseri ameliyatı ve radyasyon tedavisinden sonra tedavi bölgesinin etrafındaki alanın şişmesi normaldir. Akut şişlik olarak adlandırılan bu durum bir süre devam eder ve vücut iyileştikçe belirgin şekilde iyileşir.

Akut şişmenin ne kadar süreceği konusunda belirlenmiş bir zaman sınırı yoktur. Bazı doktorlar 3 ay veriyor, ancak Dr. Stout, akut şişliğin çok daha erken iyileşmesi gerektiğini söylüyor.

“Tedaviden sonra 2 haftadan daha uzun süre [şişme] kalıcıysa, [bu] bir lenfatik aşırı yüklenme belirtisidir. Vücut bize bir hikaye anlatıyor: Sıvı yükünü kaldıramıyor ve bu sıvı yükü az miktarda da olsa devam ederse, vücudu lenfödeme ‘devrebilir’.

Kol ve el lenfödem meme kanseri ameliyatından sonra en yaygın olma eğilimindedir. Bunun nedeni, koldan ve elden gelen lenfin koltuk altı lenf düğümlerine ulaşmak için en uzağa gitmesi ve oraya ulaşmak için yerçekimine karşı daha fazla çalışması gerektiğidir. Kol ve el ayrıca ısı, gerginlik ve kesikler gibi dış dünyanın streslerine daha fazla maruz kalır.

Kendi kendine kaybolsalar bile, lenfödemi düşündüren herhangi bir semptom yaşarsanız doktorunuza görünün. Dr. Stout’un işaret ettiği gibi, “biraz şişlik diye bir şey yoktur.” Ciltte gözle görülür değişiklikler olmasa bile ateş, yorgunluk veya genel olarak iyi hissetmeme gibi belirtiler enfeksiyon belirtisi olabilir ve ayrıca kontrol edilmelidir.

Bekleyip semptomların kötüleşip kötüleşmediğini görmek asla iyi bir fikir değildir. Ne kadar zaman geçerse, dokuda lenf birikme olasılığı o kadar artar ve etkili bir şekilde tedavi edilmesi o kadar zor olur.

Aniden şiddetli şişlik yaşarsanız – yani etkilenen bölge bir veya iki gün içinde daha büyük bir boyuta ulaşacak gibi görünüyorsa – hemen doktorunuza görünün. Enfeksiyonunuz, kan pıhtılarınız (derin ven trombozu olarak da bilinir) veya lenfatik sistemi etkileyen kanserin nüksetmesi anlamına gelebilir.

Meme kanseri tiroid kanseri riskini de artırabilir!

Meme kanseri olan hastalara evreleme için PET/CT çekilmektedir. Tüm vücutta kanser olup olmadığı bu yöntemle araştırılır. Meme kanseri olan hastaların birçoğunda PET’te tesadüfi olarak tiroid nodülü saptanabilir. Bu tiroit nodülleri incelendiğinde %10-15 oranında tiroit kanseri olduğu saptanmıştır.  Meme kanseri olup tiroid nodülüne sahip olan hastaların ileriki dönemde tiroid kanserine yakalanma riski yüksektir. Meme kanseri olan hastalarda tiroid kanseri riskinin 1.5-2 kat arttığı söylenebilir. Aynı şekilde tiroid kanseri olanlarda meme kanseri olma riski 1.5-2 kat artar. Bu noktada meme kanserli ya da tiroid kanseri olanlarda karşılıklı tetkiklerin yapılması önemlidir. Bunun yanında BRCA-1 veya BRCA-2’de mutasyonlu kişilerde meme kanserinin yanında over kanseri bulunma riski de çok fazladır. Bu nedenle meme kanseri saptanan kişilerde tedaviyi takiben 2 sene içinde yumurtalıklarının da cerrahi olarak aldırılması tavsiye edilir.

Meme kanseri tiroid kanseri riskini artırabilir

Meme kanseri erken dönemde yakalandığında yüzde 95’e yakın oranda başarı ile tedavi edilebilmektedir. Günümüzde meme kanserinde tarama yöntemlerinde farkındalığın artmasıyla erken tanı şansı yükselmiştir.

15-85 yaşlarındaki her kadın meme kanseri için risk taşımaktadır. 20- 30 yaş arasında her kadının rutin ayna karşısında meme muayenesi yapması gerekir. 30 yaş üstünde de ele gelen kitle olsun ya da olmasın, ağrı, fibrokist gibi şikayetleri olanların senede bir kez genel cerrahi uzmanına gidip muayene olmasında fayda vardır. 40 yaş üstünde ise bu görüntüleme tetkiklerine mamografi eklenmelidir. Ancak ailede birinci derece akrabaların (anne, kız kardeş, erkek kardeş) birinde meme kanseri öyküsü varsa mamografi 40 yaş altında da önerilmektedir. Bunun yanında 40 yaş altındaki genç kişilerde genelde olduğu gibi meme eğer sert ve yoğunsa bu hastalarda kontrastlı meme MR’ı önerilir.

Hiç doğum yapmamak ya da geç doğum yapmak meme kanseri için risk oluştururken; tiroid ile ilgili rahatsızlığı bulunan kadınlarda meme kanseri görülme oranı daha yüksek olabiliyor.
Meme kanseri olan hastalara evreleme için PET/CT çekilmektedir. Tüm vücutta kanser olup olmadığı bu yöntemle araştırılır. Meme kanseri olan hastaların birçoğunda PET’te tesadüfi olarak tiroid nodülü saptanabilir. Bu tiroit nodülleri incelendiğinde %10-15 oranında tiroit kanseri olduğu saptanmıştır.  Meme kanseri olup tiroid nodülüne sahip olan hastaların ileriki dönemde tiroid kanserine yakalanma riski yüksektir. Meme kanseri olan hastalarda tiroid kanseri riskinin 1.5-2 kat arttığı söylenebilir. Aynı şekilde tiroid kanseri olanlarda meme kanseri olma riski 1.5-2 kat artar. Bu noktada meme kanserli ya da tiroid kanseri olanlarda karşılıklı tetkiklerin yapılması önemlidir. Bunun yanında BRCA-1 veya BRCA-2’de mutasyonlu kişilerde meme kanserinin yanında over kanseri bulunma riski de çok fazladır. Bu nedenle meme kanseri saptanan kişilerde tedaviyi takiben 2 sene içinde yumurtalıklarının da cerrahi olarak aldırılması tavsiye edilir.

Hormon Yerine Koyma Tedavisi; meme kanseri riskinin artmasına, geç teşhis konulmasına ve memedeki yoğunluğu arttırarak mamografideki görüntünün bozulmasına neden olmaktadır. Amerikan Tıp Dergisi JAMA’da yayınlanan araştırmada; 16.608 menopozdaki kadında Hormon Yerine Koyma Tedavisi yapılanlarla
placebo (içerisinde ilaç olmayan ancak hastanın ilaç sandığı tablet) karşılaştırılmıştır.
Araştırmacılar, Hormon Yerine Koyma Tedavisinin tüm meme kanserlerini (245 vakada 185) ve invaziv (yayılabilir) meme kanserini (199 vakada 150) arttırdığını gördüler. Aynı zamanda araştırmacılar 1 yıl sonra CHT grubundaki anormal mamograma sahip kadınların yüzdesinin placebo grubundakilerle karşılaştırınca daha fazla olduğunu buldular.

Araştırmacılara göre; Hormon Yerine Koyma Tedavisi grubunda meme kanseri teşhisi konulmuş kadınların aynı histoloji ve klinik karakteristiğe sahip oldukları ama placebo grubundakilere göre daha ileri safhada oldukları gözlenmiş. Bu sonuçlar, yayılabilen (invaziv) meme kanserinin östrojen ve progestin tedavisi uygulanan kadınlarda istenmeyen bir hastalık sürecine neden olabileceği fikrini vermiştir.

Sonuç olarak ” Herhangi bir süreyle östrojen ve progestin hormonunu kullanan yani Hormon Yerine Koyma Tedavisi alan menopozdaki kadınlar bu hormonların yararlarını ve yaratabileceği riskleri bilmelidirler.” Makaleye göre, bir çok çalışma Hormon Yerine Koyma Tedavisinin yüksek meme kanseri riskiyle ilişkili olduğunu gösteriyor. 51 çalışmadan oluşan analizde; Hormon Yerine Koyma Tedavisi kullanıcıları ya da yalnız progestin bileşenini 5 yıl ya da daha fazla kullananların meme kanseri riskinde %53 oranında artış görülmüş. Ancak, birkaç çalışma ile meme kanseri riskinde uzun süreli Hormon Yerine Koyma Tedavisinin devamlı ya da aralıklı progestin bileşeninin etkilerini incelenmiş.

Seattle Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’ nden Prof. Christopher I. Li ve çalışma arkadaşları, 65-79 yaş arasındaki 1.007 meme kanseri olmayan ve 975 meme kanseri teşhisi konulmuş kadın üzerinde uzun süre Hormon Yerine Koyma Tedavisi (sürekli ve aralıklı) ile sadece östrojen tedavisinin etkilerini araştırdı.
Araştırmacılar sadece östrojen hormon tedavisini 25 yıl ve daha fazla uygulayan kadınlarda belirgin bir meme kanseri risk artışı bulmamışlardır. Ancak östrojen ve progesteronu birlikte uygulamanın (Kombine Hormon Yerine Koyma Tedavisi) meme kanseri riskini 1,7 kat artırdığını saptamışlardır..

Yazarlara göre ” Östrojene progestin eklemenin meme kanseri riskinde artış yaratması, HRT’nin kanser yapacağı kanıtını güçlendirmektedir.

İlk adeti 12 yaşından küçük gören; doğum yapmamış, ya da ilk doğumunu 30 yaşından sonra yapmış; 55 yaşından sonra menopoza girmiş kadınlar, yüksek risk grubundadır.

Mamografi memeleri sıkıştırarak yapılan bit tetkiktir.Ve bazen kısa süreli bir acı verebilir. Mümkünse dijital mamografi tercih edilmelidir.

Mamografi, acil durumlar dışında, adet döneminden 1 hafta sonra, yani memelerin daha az gergin ve hassas olduğu dönemlerde çektirilmelidir.

Özellikle 1. derece akrabası olanlarda (anne, kız kardeş, kız) meme kanseri tanısı konulmuş olan bir kadında meme kanserine yakalanma riski artar. İkinci derece akrabalarda (teyze, hala, anneanne, babaanne) meme kanseri olması da riski artırır, ancak bu daha düşük bir düzeyde olur.

Yakın akrabaların meme kanseri tanı yaşından 10 yıl önce (yani annesi 40 yaşında meme kanseri olan bir kadının 30 yaşında), düzenli olarak Ultrasonografi+dijital mamografi çektirmeye başlanmalıdır. Olağandışı belirtiler (memede kitle, memebaşı kanlı akıntısı, deride veya meme başında çekilme vs.) ortaya çıktığında, doktora başvurulmalıdır.

Kendi kendini muayene, 20 yaşından itibaren yaşam boyu ayda bir kez yapılmalıdır. Meme dokusunda kitle, ya da çökme olup olmadığı ve memebaşından akıntı gelip gelmediği kontrol edilmelidir. Kitle fark edildiğinde paniğe kapılmadan bir cerrahi uzmanına müracaat edilmelidir. Unutmayınız ki muayene sırasında bulunan her 10 kitleden 8 i kanserli değildir.

35 yaşın altında ve 10 yıldan uzun süreyle doğum kontrol hapı kullanan kadınların meme kanseri riski daha yüksektir.

Günde 2 kadehten fazla alkol tüketimi, meme kanseri riskini arttırır.

Bir çok çalışmada, sigaranın doğrudan meme kanserine yol açtığına ilişkin bir sonuca ulaşılmamıştır. Meme kanseri ile sigara içenler ve pasif içiciler arasındaki ilişki halen araştırılmaktadır. .Ancak , sigara, meme kanseri tanısı konmasından sonra, tedavideki başarı oranını düşürür.

Yüksek yağ oranlı beslenme ve kırmızı et, meme kanseri riskini arttırır. Yağ, östrojen hormonunu tetikler, yani tümörün büyümesine katkıda bulunur. Mümkün olduğunca çok sebze ve meyve yemek, çok yararlıdır Özellikle menopoz döneminde kilo almanın meme kanseri riskini arttırdığı bilinmektedir.

Haftada toplam 4-8 saat egzersiz yapan bir kadının meme kanseri riski yaklaşık %30 azalır. Egzersiz, mutluluk hormonunun salgılanmasını sağlar, stresi azaltır, bağışıklık sistemini güçlendirir ve östrojen düzeyini düşürür.

Günümüzün en etkin görüntüleme tekniklerinden birisi olarak kabul edilen PET CT, başta akciğer, kolon, baş – boyun kanserleri ve lenfomalar olmak üzere pek çok kanserin tanı, evreleme, tedaviye yanıtın değerlendirilmesi ve radyoterapi planlanması süreçlerinde kullanılıyor. PET CT’nin, sara odağının belirlenmesi ve kalp krizi sonrası kalpte canlı doku varlığının araştırılmasında da rolü çok büyük. PET CT, insan vücudundaki organ ve dokuların fonksiyonlarını metabolik düzeyde gösteren, PET (Pozitron Emisyon Tomografi) ile detaylı anatomik bilgi sağlayabilen CT’nin (Bilgisayarlı Tomografi) güçlerini birleştirdiği bir görüntüleme tekniği. Özellikle onkoloji alanında tümörün saptanması, tümör derecesinin belirlenmesi, tedaviye yanıtın değerlendirilmesi ve bazı durumlarda mevcut kitlenin iyi huylu mu kötü huylu mu olduğunu belirleme amacıyla kullanılan PET CT, son 2 yıldır tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı.

PET CT inceleme yöntemi en sık olarak, bilinen kitlelerde habaset araştırılması, tümörlerin evrelendirilmesi, tedavi sonrası takip, nükslerin değerlendirilmesi ve erken tespiti, tedaviye cevabın belirlenmesi, birincil tümörün evresinin belirlenmesi ve tümörün seyrinin tayini, bilinen bir kitlede biyopsi yerinin belirlenmesi gibi onkolojik amaçlarla kullanılıyor.

Kanser ve PET CT

Kanserlerin büyük bir kısmı erken tanı konulduğunda yüksek oranda tedavi edilebiliyor. Örneğin meme kanserinde erken saptanmış hastalarda 5 yıllık yaşam oranı yüzde 80’lerin üzerinde bulunuyor. Pek çok kanserde, çevre dokulara ya da lenf nodlarına yayılım olup olmadığı, yani metastazın olup olmadığının tespiti de oldukça önemli. Çünkü kanserin tedavi şeklindeki en önemli olgulardan biri vücuttaki organlara nasıl yayıldığı. PET CT ile elde edilen görüntülerde vücudun tümünü aynı anda görmek mümkün olduğu için, hastalığın başka bir organa yayılıp yayılmadığı da değerlendirilebiliyor.

Her kanser türüne göre farklı bir teşhis yolu, farklı bir ayırıcı tanı yöntemi kullanılır. Kanserle doğru mücadelenin ilk adımında sağlıklı bir yaşam sürmek, ikinci adımda ise uygun tarama programları ile erken teşhis yer almaktadır.

Kanser hastalığının kontrol altına alınmasında erken teşhis altın değerindedir. Kalp hastalıklarından sonra ikinci ölüm nedeni olan kansere karşı düzenli taramalar büyük önem taşımaktadır.

Meme: Tüm dünyada standart olan, eğer bir kadının ailevi risk faktörü bulunmuyorsa 40 yaşından sonra yılda bir kez mamografi ve meme ultrasonografisi yaptırması öneriliyor.

Kalın bağırsak: Kadın ve erkeklerin 50 yaşından itibaren üç yılda bir kolonoskopi ya da üç kere art arda verilecek gaitada gizli kan taraması yaptırması gerekiyor.

Rahim ağzı: Viral kökenli olan rahim ağzı kanserine karşı senede bir rahim ağzından PAP Smear testi yaptırması tavsiye ediliyor.

Akciğer: Kesin bir tarama yöntemi olmasa da, henüz çok yeni olan bazı çalışmalar, ağır sigara içicilerinde senede üç defa düşük dozlu bilgisayarlı tomografi ile taramanın akciğer tümörlerini erken yakalamakta ve hastayı kurtarmakta işe yaradığını ortaya koyuyor.

Vücuttaki dokulardan birine ait bir veya birkaç hücrenin normal özelliklerinin dışında bir değişim göstermesi ve kontrolsüz çoğalması ile meydana gelen ve genellikle tümör (kitle) meydana gelmesine sebep olan, çağımızın en önemli hastalıklarından biridir.

Kanser, dokuları oluşturan hücrelerde başlar. Dokular vücutta organları oluşturur. Normalde, vücut ihtiyaç duydukça, hücreler yeni hücre oluşturmak için büyür ve bölünür. Hücreler yaşlandığında ölürler ve yerlerini yeni hücreler alır. Bazen bu sıralı işlem yanlış gider. Vücut ihtiyaç duymadığı halde yeni hücre oluşur, yaşlı hücreler de ölmesi gerekirken ölmezler. Bu hücreler, tümör dediğimiz bir doku topluluğu oluştururlar. Her tümör kanser değildir. Tümörler iyi yada kötü huylu olabilirler.

İyi huylu tümörler kanser değildir. Kötü huylu tümörler iyi huylu tümörlerden daha önemlidir. Bunlar çoğunlukla çıkarılabilir ve tedavi edilebilirler. Kötü tümörlerin hücreleri yakındaki dokulara ve organlara sıçrayıp zarar verebilir. Kanser hücreleri aynı zamanda tümörden ayrılıp kana yada lenf sistemine karışabilirler. Böylece diğer organlara yayılıp yeni tümör oluşturabilirler. Kanserin yayılmasına metastaz denir.

Meme kanseri hücreleri, lenf sistemine girdiğinde memenin yanındaki lenf bezlerine yayılabilirler. Bu yayılım kan yoluyla diğer organlara da olabilir. Kanser yayıldığında (metastaz) yeni tümör, ilk tümör gibi aynı anormal hücrelere ve aynı ada sahip olur. Örneğin, eğer meme kanseri, kemiğe sıçrarsa kemikteki kanser hücreleri meme kanserinin hücreleridir. Bu hastalık kemik kanseri değil, metastatik meme kanseridir. Kemik kanseri gibi değil, meme kanseri gibi davranılır. Doktorlar yeni tümöre “uzak” ya da “metastatik hastalık” derler.

Kanser çok eski çağlardan beri bilinmekte ise de, 20. yüzyılda dikkatleri üstüne çekmiş ve çağımız insanlarının en çok çekindiği bir hastalık olma vasfını kazanmıştır. Çağımızda kanserin en yaygın hastalıklardan biri olmasında, kesin teşhis imkanlarının artmış olmasının da rolü büyüktür. Kanser ilk geliştiği yerden vücudun diğer kesimlerine de sıçrarsa (metastaz), iyileşme ümidi hemen hemen yok gibidir.Günümüzde kesin teşhis ve tedavi imkanları oldukça arttığından, erkenden teşhis edilen birçok vak’alar şifa bulabilmektedir. Fakat teşhis, hastaların çoğu defa ihmalleri yüzünden erken yapılamamakta, dolayısıyla de kanser, ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Birçok gelişmiş ülkelerde ve yurdumuzda kanserden olan ölümler ikinci sırayı almaktadır. Gerçekte ise, bu oran daha fazladır. Çünkü kanserden olan ölümlerin birçoğu istatistik kayıtlara geçmemekte bir kısmı ise kanser ölümü olarak gösterilmemektedir. Yurdumuzda her sene 40-50 bin kişinin kanserden öldüğü tahmin edilmektedir. Modern teşhis ve tedavi metotlarının gelişmesine rağmen İngiltere’de bütün ölümlerin % 20’si kansere bağlıdır.

Kanserin bir genetik hastalık olduğu inancı, gün geçtikçe artmaktadır. Köklerinin hücrelerimizin derinliklerinde yattığı sanılmaktadır. Anarşik olarak gelişen bir hücre vücudun normal biyolojik kanunlarına uymaksızın çoğalmaktadır. Kanserin sebebi ve meydana geliş mekanizması kesin olarak bilinmemektedir. Yeni çalışmalar kanserleşmenin hemen her zaman tek bir hücrede başladığını ortaya koymuştur. Monoklonal immün globülin yapan lenfoit doku tümörleri, kromozom işaretleri ve enzim işaretleri ile yapılan çalışmalar organizmadaki bütün tümör hücrelerinin kanserleşmiş tek bir hücreden geliştiği intibaını vermektedir. Kanser olmaya potansiyel gücü olan normal genlere protoonkojen (protooncogene) gen denir. Onları bu tip bir değişime zorlayan sebepler muhit, diyet, yahut ırsi faktörlerdir. Bu demektir ki kanser, hemofili (kan pıhtılaşma yetersizliği) veya kistik fibrozisde olduğu gibi ırsi değildir. Bununla beraber kanserde ırsi faktörlerin de önemi tecrübi (deneysel) ve klinik müşahedelerle (gözlemlerle) belirlenmiştir. Mesela meme, mide, kolon (kalın barsak), prostat, akciğer kanserlerinin yakın akrabalar arasında görülme riski, normal halk topluluklarına (popülasyon) göre üç defa daha fazladır. İnsan kanserlerinde dış tesirlerin de rol oynayabileceği bilinmektedir. Kansere yol açtığı düşünülen bu faktörleri üç ana grupta toplamak mümkündür: Kimyasal ajanlar, virüsler ve radyasyon. Radyoaktivitenin kanser gelişiminde rolü olabileceğine iyi bir misal, Japonya’ya atılan atom bombasından sonra kan kanserinin o bölgede yaşayanlarda yüksek bir artış göstermesidir. Kansere sebep olduğu düşünülen maddelere kanserojen ismi verilmektedir. Bu maddeler hücre çekirdeği ile ilişkiye girerler. Asbestoz hastalığı ile akciğer zarı kanseri (mesothelioma) ve akciğer kanseri arasında sıkı bir ilişki vardır.
Yine kadmium, uranyum, arsenik, nikel ve katranın da kanserle ilişkili olduğu durumlar bildirilmiştir. Kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçların da başka tür kanserlere sebep olduğundan söz edilmektedir. Bazı hormonların kanserle ilişkisi olduğu ileri sürülmektedir. Buna misal olarak içinde sentetik östrojen (kadınlık hormonu) bulunan doğum kontrol hapları ilerahim ve meme kanserleri arasındaki ilişki ve testosteron (erkeklik hormonu) ile prostat kanseri arasındaki ilişki verilebilir. Alkol ve sigaranın da kanserin meydana gelişinde rolleri olduğu kabul edilmektedir. Mesela akciğer kanseri sigara içenlerde içmeyenlere göre 100 kat daha fazladır. Alkoliklerde mide ve karaciğer kanseri daha fazla görülmektedir.

Virüslerle yapılan incelemelerde, bozuk genlerin görünüşü genlerin kanserde rol aldığına dair ipucudur. Virüslerin, yaklaşık olarak tamamı genetik materyalden yapıldığı için, böyle bir araştırmaya çok müsaittirler. 1970’de Kaliforniya Üniversitesi’nde Berkeley ve diğer araştırıcılar tarihi bir araştırma yaptılar. Tavuklarda kansere sebep olan bir virüsle çalışırken genlerden birini çekip çıkardıklarında, kanser yapıcı özelliğinin kaybolduğu görüldü. Virüslerin de insanda kansere sebep olduklarına dair deliller gittikçe artmaktadır. Bazı alışkanlıkların da kanser meydana gelmesinde rolleri vardır. Mesela, çocuğunu emzirmeyen kadınlarda meme kanseri, emzirenlere oranla çok daha fazladır.

Kanserlerin ortaya çıkmasında sürekli mekanik, fiziki ve iltihabi tahrişler ve güneş ışığına aşırı ve devamlı maruz kalınmasının da rolü büyüktür. Bütün bu sebeplerin yanı sıra şahsın bedeni ve ruhi bünyesinin zayıflaması da kansere bir zemin teşkil edebilmektedir.

İmmünolojik teori; vücutta sürekli olarak anormal hücrelerin meydana geldiğini, ancak vücudun savunma mekanizmalarının bunları yok ettiğini, fakat bilinmeyen sebeplerle bu savunma sisteminin kırılması durumunda anormal hücrelerin çoğalarak kansere yol açtığını ileri sürmektedir. Bugün bu teori en çok taraftar bulan teoridir.

Kanser hücresi, normal hücrelere benzemez. Kanser, normal hücre çoğalmasını kontrol eden faktörlerin denetimi dışındadır. Vücud, kanser hücrelerini yabancı bir doku olarak değerlendirip reddetmeksizin benimser, halbuki normalde bütün parazitlere karşı vücut red cevabı gösterir. Araştırmacılar, insanın mesane kanseri hücrelerinden DNA’yı (kromozom içinde protein zinciri), yani genleri yapan materyeli çekip, test tüplerinde gelişen sıhhatli farelere aşıladılar. Böylece farenin hücrelerinde kanser yapmaya muvaffak oldular. Sonra, bu tip sağlam farelere; DNA’nın daha küçük parçalarını çekerek aşıladılar. Böylece, kansere sebep olan geni ortaya çıkardılar. Bu parça, protoonkojenlerin bir parça değişiği oluyor. O zamandan beri muhtelif onkojenler bulundu. Hepsi protoonkojenlere benzemektedir; fakat, bunlar, sağlam hücreleri kanser yapmaz. Onları onkojen hale çevirmek için muhakkak bir olay olmalıdır.

Bu tarihe kadar üç farklı işlem üzerinde duruldu;
1. Genler, nükleotit denen moleküllerin tesbih gibi bir araya gelmesinden DNA’yı ortaya çıkarması esasından başlar. Bu nükleotitlerin dizisi ve tabiatı, yapacakları proteinlerin kalıpları olması bakımından çok önemlidir. Nokta mütasyonu denen (genlerin kesiştiği nokta) olayda, bir nükleotit başka bir nükleotitle yer değiştirirse bozuk bir protein imaline yol açacak, bu da kansere sebep olacaktır.

2. Başka bir genetik olay, kromozom translokasyonu (yerdeğiştirmesi) dur. Bu kromozomlar genlerin içine yerleştiği serbest ünitelerdir. Bir translokasyon olayı esnasında iki kromozom, genetik materyelin bir parçasını diğeri ile değiştirir. Mesela Burkit lenfomalı çocukların % 100’ünde translokasyon olduğu bildirilmiştir. Bu değişme esnasında myc geni hücre büyüme ve çoğalması yani proliferasyonunda kontrolör görevi yapıyorsa, uygun olmayan dokunuş düğmeyi nasıl ki devamlı açık tutarsa, burada da hücrenin devamlı büyümesine yol açar.
3. Üçüncü hadise ise amplifikasyon yani büyütmedir. Hücreler garip bir şekilde çoğalmaya veya genlerin birçok kopyalarını yapmaya muktedirdirler. Böylece her hücrenin iki kopyası olması yerine yüzlerce olabilir. İncelemeler neticesinde bir kolon (kalın barsak) kanserinde myc antijeninde 30-50 misli artma olduğu belirtilmiştir.
Sonuç olarak, insan kanserlerinin oluş mekanizmalarının kesinlikle anlaşılamadığını belirtmek gerekir. Bilinen bütün karsinojenlerin de hücrenin genetik materyelini doğrudan veya dolaylı olarak etkiledikleri anlaşılmaktadır. Bu arada çevremizde çeşitli sebeplerle karsinojenlerin sürekli olarak arttığını belirtmek faydalı olur. Teşhis ve tedavi gayesiyle x ışınları ileröntgen cihazlarının ve atom reaktörleri ile bomba denemelerinin artıkları sebepiyle insanların maruz kaldıkları radyasyon dozu hergün yükselmektedir. Kanserojen kimyasal maddeler de çok büyük bir hızla artmaktadır. Yeni kimyasal ürünlerin sentezi, atmosfer, su ve besin maddelerinin kirlenmesi, değişik ilaçların klinik kullanım sahasına girmesi bu tehlikeyi artırmaktadır. Herhangi bir kimyasal maddenin kanserojen olup olmayacağını önceden kesin olarak tespit edebilecek tecrübi usuller de henüz geliştirilememiştir. Bilinen odur ki kanser hücreleri, vücudun normal hücrelerinden gelişirler ve tek bir hücreden bir tümör gelişmesi başlayabilir. Ancak normal hücreden kanser özellikleri taşıyan hücreye geçiş yavaş bir olaydır ve yıllar süren değişik safhaları ihtiva eder. Zaman ile tam bir kanser hücresi halini alır. Bu gelişim genellikle fark edilmeden olur. Ancak bazı durumlarda kanser öncesi safha tespit edilip tedavi imkanı doğabilir. Buna en güzel örnek rahim ağzı kanserlerinin daha kanser haline geçmeden erken safhalarda hücre incelemeleri ile tespit edilmesidir.

İnsanlarda en çok görülen kanser türleri, erkeklerde akciğer, mide ve barsak, kadınlarda; meme ve rahim kanserleridir. Kanser hemen her yaşta görülmesine rağmen, en çok 40 yaşın üzerinde rastlanılmaktadır. Yani yaşlandıkça, kansere yakalanma ihtimali artmaktadır. Çocuklarda ve gençlerden en sık rastlanan kanserler; kan kanserleri, sarkomlar (mesela kemik kanseri) ve böbrek kanserleridir.

En kötü gidişli kanser türleri; osteosarkom (kemik kanseri) ve malin melanom (genellikle deri üzerindeki benlerden gelişen pigment kanseri)dur. Gidişatı en az kötü olan kanser türleri ise deri kanserleri (çok yavaş yayılırlar, teşhis ve tedavileri kolaydır) ve kan kanserlerinin müzmin lenfositik tipidir.

Kanser hücrelerinin vücudun içlerine doğru yayılma kabiliyetinde olmaları, kanseri kanser yapan en mühim özelliktir. Kanser, önce yakınındaki dokulara yayılım gösterir. Bu durum lokal belirtilere ve tahribata yol açar. Daha sonra kanser hücreleri bulundukları yerden koparak vücut sıvılarına geçerler ve vücudun savunma sisteminden kurtulanları lenf sistemi vasıtasıyla veya direkt olarak kana karışarak, vücudun uzak yerlerine kadar giderler (beyin, akciğer, karaciğer, kemik vs.). Buralara giden hücrelerden de gittikleri yerde yeni yeni kanser kitleleri gelişmeye başlar ve bu organlarla ilgili bölgesel çeşitli belirtiler ve birtakım genel sistemik belirtiler ortaya çıkar.

Kanserin belirti ve bulguları menşe aldığı doku tipine, vücut bölgesine ve hastalığın safhasına göre çok çeşitli olabilmektedir. Bu belirtiler kansere has olmayıp diğer bazı tip hastalıklarda da görülebilmektedir. Kanserli hastalarda görülebilen bazı belirti ve bulgular olarak; uzun süre iyileşmeyen yaralar, memelerde ele gelen sert yuvarlak kistlerle bezelerde meydana gelen sertlik, vücudun herhangi bir yerinden sebepsiz yere kan gelmesi, uzun süren inatçı ses kısıklığı, sebebi izah edilemeyen kilo kaybı, iştahsızlık, ete karşı tiksinti duymak, karaciğerin büyümesi, vücutta herhangi bir yerde süratle büyüyen bir kitlenin mevcudiyeti, meme başından veya rahim ağzından devam eden kokulu bir akıntı, kanlı balgam ve öksürük, dışkılama alışkanlığında meydana gelen değişiklikler (ishal veya kabızlık), vücudun bulaşıcı hastalıklara karşı direncini kaybetmesi sayılabilir.

Kanserle mücadele ve tedavide neler yapılabilir: Her şeyden önce kanseri kontrol etmesini öğrenmeli ve erken safhada yakalamalıdır. Hakikaten ilim adamlarının çoğunluğu kanseri yenmek için hastalığın öldürücü safhaya gelmeden fark edilmesi ve bugünkünden daha iyi tedaviler bulunması hususunda hemfikirdirler. Kemoterapi (ilaç tedavisi) ve şua (ışın) tedavisi faydalı kabul edilmemektedir. Onlar kanser hücrelerini tahrip ederken sağlam hücreleri de öldürmektedirler. Ekseriya bulantı, saç dökülmesi gibi yan etkileri de olmaktadır.

Kanserin erken teşhisi, tedavisinden daha fazla önem arz etmektedir. Çeşitli teşhis metodları geliştirilmiştir. Kanserden şüphe edilen hastanın hastalık hikayesi etraflı ve ayrıntılı dinlenmeli, iyi bir şekilde muayene edilmelidir. Daha sonra gerekli laboratuvar metotları uygulanmalı, biopsi yani parça alınarak kesin teşhis konulmalıdır. Biopsi yapılmadan kesin teşhis konulmamalıdır. Kanser teşhisinde kullanılan metodlar arasında çeşitli tekniklerde çekilmiş röntgen filmleri, sintigrafi, ultrasonografi, anjiografi, positron emisyon tomografi (PET), bilgisayarlı tomografi (BT), nükleer manyetik rezonans tekniği (NMR) ve birçok özel testler sayılabilir. Bu metodlarla kanserin vücuttaki yayılma durumu hakkında da bilgi edinilmekte ve tedavi ona göre ayarlanmaktadır.

Halen yapılan ve çoğu defa vücuda zararlı olan kemoterapi ve şua tedavisi yerine, kansere karşı vücudun kendi müdafaa sistemi olan “İmmün sistemi” tembih etmek, uyarmak daha iyi olacağı kabul edilmektedir. İmmün sistemin kanser dokusunu seçme kabiliyeti vardır. İmmün sistem, vücudu koruyan polis hücrelerden yapılmıştır. Onlar virüsleri ve bazı bakterileri ve bunlara benzer yabancı ajanları tanır ve tahrip ederler. Bu faaliyetlerini vücutta bulunan ve adı geçen yabancı ajanlara karşı meydana getirdikleri antikorlarla yaparlar. Bu bilgiler çerçevesinde kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olduğu söylenebilir. İlim adamları antijenlere karşı antikorlardan İmmün sistem parçalarını yapabilmektedirler. Bu parça vücuda girince İmmün sistemi uyarır. Spesifik kanser tiplerine karşı gelen ve Monoclonal denen sun’i zıt cisimler (antibody), halen yapılabilmektedir. Monoclonal antibody’ler (MAB) halen tecrübe safhasındadır. Diğer yandan tümörlerden çıkarılan antijenler, tatbik edilecek aşılar için kullanılma çareleri aranmaktadır. Vücudun kansere direncini artırma metodları(BCG aşısı uygulama, interferon gibi biyolojik ajanların uygulanması) termal (ısı ile ilgili) tedavi gibi yeni metodlar da tatbik edilmeye başlanmıştır. Deri kanserleri erken dönemde şua tedavisi veya cerrahi tedavi ile tamamen iyileşebilmektedir. Nadiren de olsa, bazen kanserin tedavisiz, kendiliğinden gerileyebileceği bildirilmiştir. Son yıllarda moleküler biyoloji, moleküler genetik ve immünoloji dallarındaki gelişmeler, kanser probleminde yeni merhalelere imkan vermiştir.

Kanserin çeşidine ve kanser yapıcı tesirin özelliğine göre bilinen ve başarıyla uygulanabilen bir kısım korunma yolları vardır. Bunlardan bazıları, kanserojen etkisi bilinen ilaç, kimyasal madde, tarım ilaçları, sanayi ve yakıt artıkları, radyoaktif maddeler gibi sebepleri zararsız hale getirici, hiç değilse asgariye indirici yollar, tedbirler gerektirir. Bunlarla beraber alkol, aşırı sigara kullanımı, aşırı derecede güneşe maruz kalma, kirli havada uzun süre yaşama ile mücadele edilmelidir. Diğer yandan ileride kansere dönüşebilen bazı cilt, ağız, kalınbarsak ve kadın üreme organları hastalıklarının zamanında tedavi ettirilmeleri de ihmal edilmemesi gereken tedbirlerdir.

Erken teşhisi sağlamak için herkes veya hiç olmazsa risk grupları altı aylık aralarla periyodik kontrollerden geçirilmeli ve en ufak bir kanser şüphesi durumunda derhal ilgili hekime veya kuruluşa başvurulmalıdır.

Kanserli bir hastaya, hastalığı hakkında verilmesi gereken bilgi, toplumun yapısına, şahsın sosyal, kültürel ve ruhi yapısına, gerçekleri bilme arzusuna göre değişmelidir. Hastanın kanserli olduğunu bilmesi, bu konuda edinmiş olduğu yanlış bilgiler sebebiyle tedaviyi aksatıcı, hatta caydırıcı bir unsur olabileceği gibi, hekimi ile birlikte tedavinin başarıya ulaşmasında da önemli rolü oynayabilir.

Lenf bezi büyümesi ve meme kanseri

Lenf vücutta bulunan temiz bir sıvıdır. Atardamarlarla bütün vücuda yayılır, dokular arasında dolaşır, doku ve hücre atıklarını toplayarak bunları lenfatik damar sistemiyle toplam damara drene eder (boşaltır).

Lenf bezleri (düğümleri) ise lenfatik sistemdeki filtrelerdir. Bakteri, virüs, kanser hücreleri, istenmeyen maddeleri filtre ederek süzer ve emniyetli bir şekilde vücuttan atılmasını sağlar.

Lenfadenopati nedir?

Lenf düğümlerinin normalden büyük (1 cm’den büyük) veya kalıcı olması durumudur. Sert veya keçeleşmiş gibi hissedilen lenf düğümlerinin kanser veya enfeksiyonla (iltihap) ilgili olduğu düşünülebilir. Bunların %0,6’sının sebebi bulunamamaktadır ve sadece %1,1’i kanser ile ilgilidir.

Lenf bezi büyümesinin sebepleri neler olabilir?

Kanserler (lenfoma, lösemi, metastaz, vb.)
Enfeksiyonlar (bakteri, virüs, mantar, granülomatöz, vb.)
Bağışıklık sistemi hastalıkları (romatoid artrit, lupus, vb.)
Nadir durumlar (sarkoidoz, histiyositoz, vb.)
Çevresel etkenler (maden ve metal işleri, vb.)
Tedaviye bağlı (bazı ilaçlar, serum tedavileri)

Yaşın önemi var mı?

Lenf bezi büyümesinin değerlendirilmesinde göz önüne alınması gereken bazı faktörler vardır. Sağlıklı çocukların hemen yarısında yaşamlarının herhangi bir döneminde iyi huylu veya enfeksiyona bağlı lenf bezi büyümesi vardır. Gerek çocuklarda gerekse de erişkinde 2 hafta içinde kaybolan veya büyüklüğü değişmeden 12 aydan fazla devam eden bir lenf bezi büyümesinin kanserle bağlantılı olma olasılığı düşüktür.

Maruz kalınabilecek çevresel etkenler nelerdir?

Çevresel etkenler, seyahat, hayvan ve böcek ısırıkları sorgulanmalıdır. Sürekli kullanılan ilaçlar, geçirdiği enfeksiyonlar, bağışıklık durumu olduğu aşılar öğrenilmelidir. Tütün ve alkol kullanımı ile ultraviyole maruziyeti kanser riskini arttırır. İş öyküsü (maden, duvarcılık, metal işleri) sorgulanır. Cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü ve ailede lenf bezlerini büyüten hastalık öyküsü sorgulanır.

Lenf bezinin şekli ve büyüklüğü önemli mi?

Lenf bezinin sıcaklığı, üzerinin kızarık olması, hassasiyeti, hareketliliği, kıvamı ve yoğunluğu önemlidir. Kansere bağlı olanlar genellikle sert, düzensiz, ağrısız ve hareketsizdir. Ağrılı ve hassas olanlar sıklıkla iltihabi bir nedene bağlıdır.

Vücudun neresinde lenf bezleri vardır?

Vücudun tüm bölgelerinde lenf bezleri bulunmaktadır. Ancak sizin fark edebileceğiniz lenf bezi büyümelerinin olabileceği bölgeler; boyun bölgesi (çene altı, kulak altı ve ense dahil), koltuk altı ve köprücük kemiği bölgesi, kasık bölgesi.

Meme kanserinde koltuk altı lenf bezleri neden büyür?

Atardamarlar meme dahil organlara taze kan ile oksijen, gıda ve sıvı taşır. Kullanılan kan toplardamarlarla kalbe ve akciğerlere taşınarak temizlenmesini sağlar. Lenf damarları ise ayrı bir lenf sisteminden sıvı ve atıkları taşır.

Meme kanseri hücreleri, kan damarları veya lenf kanallarına girerek vücudun diğer bölgelerine gitme eğilimindedir. Lenfatik sisteme giren kanser hücreleri koltuk altındaki lenf bezleri tarafından süzülür ve sisteme karışması engellenmeye çalışılır. Lenf bezlerinde süzülerek biriken bu kanser hücreleri zamanla lenf bezlerinin büyümesine ve kanser tarafından işgal edilmesine neden olabilir.

Bu durum kanserin meme dışında seyahat edebilmesi veya tekrar geri gelme riski açısından önemlidir.

Koltuk altı lenf bezleri sadece meme kanserinde mi büyür?

Koltuk altı bölgesi lenf bezleri meme, kol ve göğüs duvarı lenflerini filtre eder. Meme kanseri dışında cilt kanserleri, lenfoma, lösemi ve yumuşak doku tümörlerinde de koltuk altı lenf bezleri büyüyebilir. Bu bölge lenf bezlerini büyüten kanser dışı nedenler; cilt iltihap ve travmaları, kedi tırmığı hastalığı, sarkoidoz, frengi ve diğer bazı enfeksiyon hastalıklarıdır.

Büyümüş lenf bezlerine tanı koymak için tetkik yapmak gerekir mi?

Fizik muayene ve öykü iyi huylu bir sebep düşündürüyorsa hastaya güvence verilir ve lenfadenopati devam ediyorsa sadece takip önerilir. İltihabi veya bağışıklık sistemi ile ilgili sebep düşünülüyorsa özel testler gerekebilir. Kansere bağlı olmadığı düşünülüyorsa 4 hafta gözlenir. Lenf bezleri büyümesi tüm vücuda yaygınsa rutin laboratuvar testler, iltihabi ve bağışıklık sistemi ile ilgili yapılır. Büyüyen lenf bezinin karakteristiği için ultrason (USG), bilgisayarlı tomografi (BT) veya manyetik rezonans (MR) görüntüleme yapılabilir. Boyun lenf bezi büyümelerinde 14 yaşına kadar ilk tercih olarak USG, 14 yaş sonrası için BT tercih edilmektedir. Anormal lenf bezlerinin yerine göre tercih edilen radyolojik tetkiklerin duyarlılığı değişebilmektedir. Tanıda halen tereddüt varsa biyopsi önerilir.

Hangi durumlarda kanserden şüphelenmek gerekir?

Hangi durumlarda biyopsi öneriliyor?

Sebebi bulunamayan veya kanser şüphesi olan lenf bezi büyümelerinde ilk seçenek iğne biyopsileridir. İnce iğne biyopsisi hızlı, doğru, emniyetli ve görece basit bir işlemdir. Reaktif (iltihabi, kansere bağlı olmayan) lenf bezi düşünülüyorsa ilk tercihtir. Doğruluğu %90’dır. Gerekirse kalın iğne biyopsisi de yapılabilir. İnce iğne biyopsisinde yanlış pozitiflik nadirdir. Yanlış negatiflik sebepleri; lenf bezinde hastalığın erken dönemde veya kısmi olduğu durumlar, deneyimsiz hücre patolojisi, lenfoma varlığı ve örnekleme hatalarıdır. Lenfomadan şüpheleniliyorsa hastalığın özelliğinden dolayı lenf bezinin hepsinin çıkartılması gerekir. Bunun dışında iğne biyopsileri kanser ile diğer sebepleri ayırmada kullanışlı bir yöntemdir. İlave işlemleri tercih etmeyen hastalarda açık biyopsi tanısal bir seçenektir.

Hangi yöntem tercih edilirse edilsin en büyük, en şüpheli ve en kolay ulaşılabilen lenf bezleri tercih edilmelidir. İşlem kasık lenflerinde en verimsiz, köprücük kemik üstü lenflerinde en verimlidir.

HSG (RAHİM FİLMİ) nedir?

Kısaca HSG olarak isimlendirdiğimiz Histerosalpingografi tetkiki rahim ve tüpleri görüntülemek için kullanılan yöntemidir. Çocuk sahibi olmak isteyen ama çocuk sahibi olamayan (kısırlık, infertilite) ailede yaklaşık 1/3 ünde kadın, 1/3 ünde erkek, 1/3’ünde hem kadın hem de erkekte hastalık olabilir. Rahim filmi çekiliriken, kadında hastalık olup olmadığının araştırılması, rahim ve tüplerin görüntülenmesi gerekmektedir. Bu film sayesinde rahimde doğuştan şekil bozukluğu (doğumsal anomaliler), sonradan oluşan yapışıklıklar ve tüplerde yapışıklık, darlık, tıkanıklık, genişleme gibi hastalıkları teşhis edilmektedir.

Rahim filmi ile tüplerim açılır mı?

Rahim filmi (HSG) çekimi sırasında sıvı basıncı ile tüplerde hafif ve özellikle tüp uçlarında bulunan yapışıklıklar açılabilir. Yapışıklıkların açılması film sırasında da tüplerden geçen sıvının gecikerek, eş zamanlı olmadan geçmesinden de anlaşılabilir. Yapışıklıkların açılması durumunda çekim sonunda her iki tüpten sıvının karın boşluğunda geçişi izlenir ve tüpler açık olarak değerlendirilir. Hafif olan, tüplerin yapısını ve işlevselliğini bozmayan ve çekim sırasında açılan yapışıklar tekrar oluşmaz ise HSG sonrası gebelik kendiliğinden de, tedavi gerektirmeden oluşabilir.

Ağır ve tüplerin yapısını ve işlevini bozan yapışıklıkların açılması HSG ile mümkün olmaz.

Rahim ağzı kanseri kadınlarda görülen 3. En sık kanser türü ve halen özellikle gelişmekte olan ülkelerde kanser ölümlerin önemli kısmını oluşturur. Gelişmiş ülkelerde ise düzenli pap-smear taramaları, bu taramalara son yıllarda belirli yaş gruplarda eklenen HPV virüsü taramaları ile etkin erken tanı ve kanser öncesi bozuklukların tanı ve tedavileri ile ve rahim ağzı kanserinin en sık nedeni olan HPV virüsüne karşı aşılamanın sonucunda görülme oranları gittikçe düşmektedir.

Rahim ağzı kanserinin en sık bulgusu anormal pap-smear sonucudur.

En sık semptomları ise

-düzensiz vajinal kanama, ilişki sonrası kanama

-kötü kokulu akıntı

-kasık ve karın alt bölümünde ağrı ve rahatsızlık hissi

-idrar yapma sırasında rahatsızlık ve ağrı hissi

Rahim ağzı kanserinin oluşumundan HPV virüsü sorumlu tutulmaktadır. HPV virüsü cinsel temas ile bulaşır. HPV virüsünün 100’den fazla farklı tipi vardır, ve bunlar da, temel olarak 3 farklı rahatsızlık oluştururlar

-anogenital /mukozal HPV enfeksiyonu

-genital olmayan deri yüzeylerinde HPV enfeksiyonu

-epidermodisplaziverrucoformis denen genetik yatkınlığı olan ve yaygın deri lezyonları ile kendini gösteren HPV enfeksiyonu

Mukozal HPV enfeksiyonulatent(yani kendini belli etmeyen, semptomları olmayan) şeklinde, subklinik (sadece kolposkopi sırasında veya özel kimyasallar uygulandığında görünür hale gelen bozuklukları ile ortaya çıkan) veya klinik(gözle görülür bozukluklar şeklinde) olabilir

HPV enfeksiyonu çok yaygın görülür ve oldukça farklı şekillerde bozukluklara neden olur. En çok genital siğil görülür. Genital siğiller çoğu zaman tip 6 ve tip 11 kaynaklı olup kanser yapıcı ozelliği daha zayıf. Siğiller bulaştan 3 hafta- 8 ay süre sonrası ortaya çıkar, bazen hiç rahatsızlık vermezler, bazen ise şiddetli kaşıntı ve kanamalara neden olur.

HPV çoğu zaman iyi huylu olsa da, bazı tipleri oldukça tehlikelidir. Bunlar kalıcı enfeksiyon oluşturarak yavaş ilerleyen doku tahribatı ve sonuçta da kansere neden olur. HPV virüsü, servikal (yani rahim ağzı) kanseri dışında aynı zamanda vajen ve vulva kanserlerin çoğunun, ayrıca ağız ve yutak örtücü dokuların, bazı akciğer kanserlerinin ve anüs kanserlerinin ve erkeklerde penis kanserlerin çoğunun da etkenidir.

Özellikle tip 16 ve tip 18 yüksek oranda kanser yapıcı, yani onkojenik tiplerdir. Tip 16 ve 18 dışında tipler de farklı alanlarında kanser yapıcıdır.

HPV nin kanser yapma riski bağışıklık sistemi zayıf olduğu durumlarda, sigara içen kişilerde, folik asit yetersizliğinde, gebelikte, ultraviole ışınlara maruziyetteve cinsel partner sayısının artışı ile artar.

Cinsel aktif insanların %50’si virüs ile karşılaşır. Çoğu zaman bu karşılaşma cinsel hayatın daha aktif olduğu genç yaşlarda olur. Genital siğiller %1 oranında görülürken, HPV enfeksiyonu %10-20 görülür. Rahim ağzı kanseri ise %95 HPV ile birlikte olur.

HPV aşısı, özellikle rahim ağzı kanserinde etkili tiplere karşı geliştirilmiştir. Halihazırda bivalent –2 tip (tip 16ve 18), kuadrivalent-4 tip (6,11,16,18) ve 2014 te pyasayasunulan nanovalent-9 tip (6,11,16,18,31,33,45,52,58 ) aşı mevcuttur. Gelişmiş ülkelerde hem kız, hem de erkek çocuklarına önerilen ve çocukluk yaşı aşı takvimine alınan bu aşılar ile öneriler :

-Kızlarda 2-li, 4-lü veya 9-lu aşı 9-12 3 doz, daha önce aşılanmamış kadınlarda 26 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır.

-Erkekerde 11-12 yaş 4-lü veya 9-lu aşı 3 doz, daha önce aşılanmamış erkeklerde 21 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır, 26 yaşına kadar yapılabilir.

-Gebelik öncesi aşılanma önerilir, gebe kalınırsa, dozlar gebelik sonrası tamamlanır

-HIV veya diğer bağışıklığın zayıf olduğu durumlarda 26 yaşına kadar aşılanmalıdır

HPV aşısı, daha önce cinsel hayatı olmayan ve virüsle karşılaşmayan yaşta uygulandığında daha çok etkili olur.

Aşı kas içine 3 defa (0-2-6. Aylarda) uygulanır. Uygulama yerinde hafif ağrı ve kızarıklık olabilir. Aşi ile ilgili herhangi bir ciddi yan etkileri (hastalık, ölüm) saptanmadı.

Aşı siğil tedavisinde kullanılmıyor.

HPV, kalıcı bir enfeksiyon olarak deri tabakasında bulunduğundan, enfeksiyonu saptanan kişiler jinekoloğu düzenli aralıklarla ziyaret etmeliler. Takipte HPV nin deri dokularını tahribatı yapıp yapmadığı, kanser öncesi bozuklukları olup olmadığı gözlenir.

Siğil tedavisi uygulananlarda tekrar sıklıkla ilk 3-6 ay arasında olur. 6 ay sonra kontrole gelmesi önerilir.

Histerosalpingografi (HSG) veya diğer adı ile rahim filmi anestezi ile veya anestezi uygulamadan yapılabilir. Film çekimi sırasında rahim içine özel ve çekim sırasında görüntüyü alma imkanı veren sıvı verilir. Sıvı, rahim boşluğu doldurur ve daha sonra tüplerden geçerek karın boşluğunda dökülür. Hem rahim, hem tüpler kas yapılı organlardır ve çekim sırasında gerilmesinden kaynaklanan kasılmalar ve duyarlılık oluşabilir. Sıvı karın boşluğunda geçtiğinde de, periton denen ve karın boşluğunda iç organları örten oldukça duyarlı zarda da bir miktar rahatsızlık hissi oluşturabilir.

Rahim filmi ve ağrıAğrı eşiği kişiden kişiye değişmekle birlikte yapışıklıkların olmadığı durumlarda işlem daha rahat ve hızlı geçer. Eğer rahim içerisinde veya tüplerde yapışıklıklar varsa geçiş sırasında sıvı basınç miktarı artar, tam görünüm sağlamak amacı ile sıvı bir miktar daha faza kullanılması gerekebilir. Böylece yapışıklık durumunda hem basınç artışı hem de gerilme şiddetinin artışı ve karın boşluğunda daha fazla sıvı geçmesi sonucunda ağrı ve duyarlılık daha fazla olabilir. Aynı zamanda duyarlılık ve gelişen kasılmalar nedeni ile çekim kalitesi de etkilenerek tüplerin sıvı geçişine izin vermeyecek şeklinde kasılma durumunda yanlış sonuçlar alınabilir, tüpler açık olduğu halde sıvı geçmez ve tüpler kapalı olarak değerlendirilebilir.

Anestezi uygulandığında kasılmalar ve gerginlikten doğan yanlış sonuçlardan kaçınma mümkün olur, film kalitesi ve doğruluğu artar.

Gebe kalamama nedenlerinden biri tüplerin kapalı olması veya rahim içerisinde yapışıklıkların olmasıdır. Çocuğu olmayan çiftler doktora başvurduğunda alınan hikayesinde kadının geçirdiği hastalıkları ve ameliyatları ve gebe kalamama süresi göz önüne alınarak rahim iç yapısını değerlendirmek ve tüplerin geçişi olup olmadığını görmek istenebilir.

Genelde genç çiftler için gebe kalamama süresi bir yıl iken, daha ileri yaşta süre 6 ay veya daha kısa iken doğru tedavi yöntemini belirlemek için HSG yapılır. Hikayesinde ameliyat olan veya rahim ve tüpleri veya bağırsağı ve iç organları örten periton zarını ilgilendiren hastalıkları ve enfeksiyonları olan kadınlarda HSG değerlendirilmesi araştırmanın başında yapılmalıdır.

Gebelik süresi bir kadının doğal yaşam süresidir ve cinsel hayat kısıtlanması yapılmaz. Sağlıklı gebelikte ilerleyen haftalarda dikkat edilmesi gereken nokta cinsel ilişki sırasında karın bölgesine basınç uygulanmaması, ilişki pozisyonu nedeni ile bebeğin basınç veya sarsılmalara maruz kalmamasıdır.

Gebelikte vajinal flora hormonların etkisi ile değişir, bir miktar kuruluk ve hassasiyet artışı görülebilir. Uygun ve alerjik içeriği olmayan kayganlaştırıcı jellerin kullanılması hassasiyeti azaltabilir.

Değişen flora vajinal akıntıların de daha sık olmasına, bazen enfeksiyonların gelişmesine de neden olabilir. Gebelikte akıntılar sık oluyor ve enfeksiyon tekrarlıyor ise, ilişki sırasında prezervatif kullanılabilir.

Cinsel ilişkiden kaçınılması gereken durumlar ise:

Vajinal kanama, düşük tehdidi
Plasentanın rahim alt bölgesine yerleşmesi, plasenta kanamaların olması
Su gelişi şüphesinin olması
Erken rahim kasılmaların olması
Rahim ağzı kısalığı ve erken doğum tehdidi durumudur.
Cinsel ilişki durumu gebelik başlangıcında doktor ile konuşulmalı. Özellikle şüpheli durumlarda (kanama, su gelişi şüphesi gibi) doktora bilgi vermek ve doğru tavsiye almak güvenli davranmanızı sağlar.

GENİTAL DOLGU G NOKTASI, O-SHOT, İNTROİTAL VAJİNA GİRİŞ DOLGUSU

Sevgili @bursamomla (@mugeile) gerçekleştirdiğimiz yayınlardan üçüncüsü olan “Genital Dolgular ve G noktası” ile ilgili merak edilen konuları konuştuğumuz yayınımız.

09.10.2020

Kadın hastalıkları alanında birçok yeni uygulama var, dolgu uygulamaları, mesela. Dolgu aslında çok duyduk, ancak Jinekoloji alanında kullanımı yeni diye düşünüyorum. Merak ediyorum, nedir, ne işe yarar?

Dolgu estetik uygulamalarda yüz ve vücutta uzun süre kullanılıyor, farklı miktarda ve farklı alanlarda. Jinekolojide uygulamalar da var.

Belirli alanın hacmini arttırmak, dolgunlaştırılmak amacı ile yapılıyor ve farklı sorunları çözebiliyor.

Estetik uygulamalar burada fonksiyon, yani işlevsellik düzeltme uygulamaları ile iç içe. Aslında Kozmetik ve Estetik Jinekoloji’de tüm uygulamar böyle, sadece estetik değil, fonksiyonu da düzeltiyor veya iyileştiriyor.

Örnek olarak, neler var? Herkesin artık duyduğu ‘G noktası’ ile mi başlasak diyorum?

Evet, ‘G ile başlayalımJ). Öncelikle nedir bu ‘Gnoktası’ diye konuşalım isterseniz. Kadın vücudunda cinsel hazzın algılanması ve orgazmından sorumlu en önemli organ klitoristir. Aslında tüm vulva yapıları, yanisadece klitoris değil, klitorisi çevreleyen deri katlantıları, küçük ve büyük genitaldıdakçıklar, vajina ve vajina girişindeki alanlar ile perine dediğimiz vajina ile anüs arasındaki bölge de duyarlı, ancak klitoris en önemlisi. Klitoris küçük , dışarıdan görebildiğimiz hafif kabarık alandan ibaret değil, geniş dalları var ve tüm genital yapılarına uzanır, vajinanın ön duvarında da oluşturduğu bir duyarlılık alanı var, bu vajinanın haz algılamasına en duyarlı olan bölgeye işte G alanı veya G noktası denir. Yapısal olarak veya zamanla dokuların gevşemesi ile bu alanın dolgunluğu azalabilir ve dolayısı ile uyarılması ve duyarlılığı da azalabilir. Bu hyalüronik asit dolguları ile çözülebilen bir sorun, G alanına dolgu uygulanarak duyarlılık arttırılır.

G noktası dışında da duyarlılığı arttıran işlemler, dolgular var mı?

Evet, yaptığımız diğer uygulamalar da O-Shot, yani orgazmik alan dolgusu veya Orgazm aşısı ve İntroital giriş, yani vajina girişi dolguları da var.

Bunları hiç duymadım, nedir bunlar?

Estetik uygulamalarda dolgular var, yüz ve vücut bölgesi için çok yaygın kullanılıyor, sizin de dolgu uygulamalarınız var. Bunlar ne tür dolgular? Nerde kullanılıyor?
Orgazm aşısı klitoris yakınına ve orgazmda bir miktar sıvının atıldığı üretra, yani idrar çıkış noktası çevresinde skene bezleri alanına uygulanan PRP işlemi de var. Bu işlem içerdiği yenileyici hücreler ile alanın adeta gençleşmesini ve yenilemesini sağlarken, aynı zamanda duyarlılığı da arttırır, hyalüronik asit uygulamaları ile birlikte hacim de arttırılabilir.

Vajina girişinin dolgunlaştırılması, vajina arka duvarına, giriş noktasının ilerisinde yapılan hyalüronik asit dolgusu ile olur. İntroital dolgu girişi daraltır ve her iki partnerde duyarlılığı arttırır.

Bu işlemler nasıl uygulanır? Hastane ortamı gerektirir mi?

Hayır, bunlar oldukça basit, lokal anestezi kremleri ve ilaçları ile uygulanabilen, muayenehane şartlarında yapılabilen işlemlerdir, hasta hemen normal hayata dönebiliyor.

GENİTAL YAĞ DOLGULARI

Dolgu uygulamaları genel olarak hyalüronik asit ve yağ dolgularıdır.

Hyalüronik asit daha küçük hacimli ve G noktası, Orgazmik alan dolgusu ve vajina girişi daraltan, vajinal girişi yükselten dolgulardır.

Yağ dolguları ise kişinin kendi vücudundan, bu genelde göbek altı karın kısmından veya bacak iç tarafından alınan küçük miktarlarda yağ dokusu oluyor, elde edilen dolgulardır. Yağ dolguları daha ucuz ve daha büyük hacimde oluyor, ve hyalüronik asitten daha kalıcıdır. Yağ dokusu canlı bir dokudur ve aynı zamanda kök hücre de içeriyor, konulduğu alanın canlanmasını ve gençleşmesini de sağlar

Yağ dolgusu nerde kullanılıyor?

Yağ dolgusu daha çok büyük genital dudaklarda kullanıyoruz. Büyük genital dudaklar bazen doğuştan, bazen ise kilo alınıp verilmesinden veya doğum gibi şekil bozukluklarına sebep olan durumlardan sonra sarkmalar ve kırışıklıkların oluşması ile görüntü bozukluğu oluşabiliyor. Bazen ise kişi zayıf ise, spor ile uğraşan, diyet yapan kadınlarda büyük dudakçıklar çok zayıf, nerdeyse yok gibi olabiliyor. Bu durumda küçük dudakçıkların çamaşıra sürtünmesi, ağrı, ağrılı ilişki olabiliyor, veya kişi bu görüntüden rahatsız olabiliyor, mayo, bikinide estetik veya istediği gibi bir görüntü olmuyor. Bunu yağ dolgusu ile düzeltebiliyoruz.

Genital organın yapı bozuklukları vajinismusa neden olmaz.

Genital organın yapı bozukluklarından kaynaklanan cinsel ilişkiye girememe veya cinsel ilişkinin ağrılı olması durumu olabilir. Bunlar gerçek vajinismus değil ve muayenede kolayca ayırt edilirler.

Kızlık zarının özel yapısı, vajina içindeki septum dediğimiz normalde olmayan ara perdelerin olması, vajenin ve dış cinsel organların tam gelişmemiş olması, vajen girişinde apse veya kistlerin olması normal cinsel birleşmeye engel olabilir.

Vajinal enfeksiyonlar da vajinal kuruluğa ve ağrılı ilişkiye sebep olabilir.

Vulvodini ve vestibüler sendrom denen dış cinsel organın ve vajen girişinin ağrı sendromları da cinsel organda sızı ve ağrı, dokunma ile ve ilişkide ağrı olarak ortaya çıkar ve sıklıkla vajinismus ile karışabilir.

Rahim ve yumurtalık hastalıkları, miyomlar, kistler ve karın alt kısmında olan diğer organların problemleri de ( barsak veya idrar yolları rahatsızlıkları gibi) ilişkide ağrıya neden olabilir.

Vajinismusta ilişkiye engel olan hiçbir yapısal bozukluk veya hastalık durumu yoktur.

Vajinal daraltma ve gençleştirme – İdrar kaçırma tedavileri – Renk açma

Lazeri uzun süre tanıyoruz. Cilt güzelleşme ve gençleştirme, cilt problemlerin tedavileri, epilasyon…

Peki, lazerin kadın doğumda da kullanıldığını biliyor musunuz?

Cilt ve yumuşak dokularını yenileme ve şekli bozulmuş dokuları adeta yeniden yapılandırma özelliğine sahip lazer bunu nasıl yapar?

Lazer, genital organları için özel geliştirilmiş uygulama başlıkları ile kullanılır.

Vajina ve dış genital organların cilt ve cilt altı dokulara etki ederek kan dolaşımını arttırır ve bağ dokusunu güçlendirir.

Cildin sıkılaşmasını, yeniden elastikiyet kazanıp gençleşmesini, rengin düzelmesini sağlar.

Vajinanın ve dış genital organlarının gevşemiş ve sarkmış dokuları toparlayarak yeniden genç görünümüne kavuşmasına yardım eder.

Vajina sıkılaştırma ve gençleştirme
Vajinal kuruluk ve tekrarlayan vajinit tedavisi
Destek dokuların gevşemesinden kaynaklanan idrar kaçırma tedavisi
Vulva (dış genital organın) toparlanması ve gençleştirmesi
Vulva ve çevre cildinin beyazlatması
Gebelik ve doğumda oluşan çatlak ve izlerin düzeltilmesi
Genital siğil tedavisi
Lazer ile dokuların gevşeme, yaşlanma ve sarkmasından oluşan problemler, ameliyat olmadan, ağrısız ve kısa süren tedavi ile çözülür

G NOKTASI veya G BÖLGESİ kadının vajinasında yaklaşık olarak 3-4 cm içeride yer alan, dokunulduğunda süngerimsi bir his veren ortalama 1-2 cm çapında, vajina içerisinde yer alan diğer bölgelerden daha sert bir yapıda hissedilebilen bir bölgedir. ⠀
✅G bölgesi, kadınların büyük bir çoğunluğunda mevcut olup, bölgeye birkaç dakika boyunca aralıksız şekilde masaj yapılması cinsel hazzın ve orgazmın ortaya çıkmasına neden olur. ⠀

G bölgesi neden cinsel haz algılamasında önemli?⠀

 Cinsel ilişki esnasında, penis pozisyon gereği G noktasının bulunduğu vajina üst duvarını diğer bölgelerden daha faza uyarır
 Zaman içerisinde vajinanın bollaşması veya doğum sonrası yapı bozuklukları ile G bölgesinin bulundu bölgenin çökmesi veya doğal kabarıklığının silinmesi gelişebilir. Bu durumda G bölgesi etkinliğini kaybeder ve bu bölgeye bağlı cinsel uyarı oluşumu da azalabilir
 Bazı kadınlarda ise doğuştan olan anatomik özelliğinden dolayı G bölgesinin belirgin olmaması bu bölgenin yeterli uyarılamamasına ve vajinal orgazmın oluşamamasına veya cinsel hazzın yeterli algılamamasına/ olmamasına sebep olur⠀

G noktası büyütme işlemi nedir, nasıl etki eder ?⠀


 G noktası büyütme işlemi G bölgesinin yeniden vajina içerisinde daha dolgun, daha kabarık, daha çıkıntılı hale getirilmesini hedeflemektedir. Bu sayede cinsel ilişki sırasında bu noktanın penisle olan sürtünmesi kuvvetleneceği için, uyarılması da kolaylaşacak ve böylece cinsel ilişkiden alınan haz duyumu artacaktır.
 G bölgesi hyalüronik asit dolguları ile veya daha kalıcı olarak kök hücre içeren yağ dolgusu ile yapılabilir.

Dünya sağlık örgütünün yayınladığı rapora göre Coronavirus ve gebeliğe dair en güncel bilgi şu şekilde,

▶Gebelikte solunum yolu enfeksiyonları gebeliğin fizyolojisi gereği (artan solunum ve dolaşım sistemi yükü) daha şiddetli ve ilerleyici seyreder. Coronavirus tespit edilen gebelerde ise durum böyle olmadı.

▶Şu ana kadar tüm dünyada Coronavirus teşhisi konan 147 gebenin sadece 8 inde hastalık şiddetli seyretti ve bir gebede durum kritik.

▶Henüz vaka sayısı az olduğu için Coronavirus teşhisi konan gebelerin bebeklerinin nasıl etkileneceği bilinmese de şu ana kadar doğan  bebeklerin hiçbirinde virus saptanmadı.

▶Bu yenidoğanların boğaz, göbek kordonunda virus olmadığı  gibi, amniyotik sıvıda (bebeğin anne karnında içinde bulunduğu sıvı) ve anne sütünde de rastlanmadı.

▶Yani vertical (anneden bebeğe geçiş) şu an için saptanmadı.  Yalnız bu sonuç sadece gebeliğin geç haftalarında Coronavirus tespit edilen  gebeleri kapsıyor ve vaka sayısı bir sonuç çıkarmak için yeterli değil.

Asıl merak edilen gebeliğin erken aylarında Coronavirus tespit edilen annelerden doğan bebeklerin etkilenip etkilenmeyeceğini gebelik ilerlediğinde ve bu bebekler doğduğunda görebileceğiz.

▶İlk aşı çalışmaları başlamış olsa da henüz deneme aşamasında olacağından gebelere uygulanabilirliği biraz daha zaman gerektirecek.

▶Gebelerin Coronavirus den korunması için yapması gerekenler mi?

✅Herkesle aynı…

▶Coronavirus tespit edilen yeni doğanlar incelendiğinde de doğum sonrası anneyle temasla virüsün bulaştığı saptanınca (anneye de bu şekilde tanı konuldu) şimdilik yaklaşım, virus tespit edilen gebelerin doğum sonrası virus temizleninceye kadar bebekle ayrı tutulup izole edilmesi şeklinde.

✅Bu arada Coronavirus yokken de el yıkama kış aylarında enfeksiyonlardan korunmanın en önemli yolu ve yapılması gerekendi.

✅Ve şunu da unutmamak lazım ki tüm virusler dikkate  alındığında dünya genelinde mevsimsel gribe bağlı ölümlerin Corona virus’den çok  daha fazla olduğunu da unutmayalım, sağlıcakla…

GENİTAL DOLGU G NOKTASI, O-SHOT, İNTROİTAL VAJİNA GİRİŞ DOLGUSU

Kadın hastalıkları alanında birçok yeni uygulama var, dolgu uygulamaları, mesela. Dolgu aslında çok duyduk, ancak Jinekoloji alanında kullanımı yeni diye düşünüyorum. Merak ediyorum, nedir, ne işe yarar?

Dolgu estetik uygulamalarda yüz ve vücutta uzun süre kullanılıyor, farklı miktarda ve farklı alanlarda. Jinekolojide uygulamalar da var.

Belirli alanın hacmini arttırmak, dolgunlaştırılmak amacı ile yapılıyor ve farklı sorunları çözebiliyor.

Estetik uygulamalar burada fonksiyon, yani işlevsellik düzeltme uygulamaları ile iç içe. Aslında Kozmetik ve Estetik Jinekoloji’de tüm uygulamar böyle, sadece estetik değil, fonksiyonu da düzeltiyor veya iyileştiriyor.

Örnek olarak, neler var? Herkesin artık duyduğu ‘G noktası’ ile mi başlasak diyorum?

Evet, ‘G ile başlayalımJ). Öncelikle nedir bu ‘Gnoktası’ diye konuşalım isterseniz. Kadın vücudunda cinsel hazzın algılanması ve orgazmından sorumlu en önemli organ klitoristir. Aslında tüm vulva yapıları, yanisadece klitoris değil, klitorisi çevreleyen deri katlantıları, küçük ve büyük genitaldıdakçıklar, vajina ve vajina girişindeki alanlar ile perine dediğimiz vajina ile anüs arasındaki bölge de duyarlı, ancak klitoris en önemlisi. Klitoris küçük , dışarıdan görebildiğimiz hafif kabarık alandan ibaret değil, geniş dalları var ve tüm genital yapılarına uzanır, vajinanın ön duvarında da oluşturduğu bir duyarlılık alanı var, bu vajinanın haz algılamasına en duyarlı olan bölgeye işte G alanı veya G noktası denir. Yapısal olarak veya zamanla dokuların gevşemesi ile bu alanın dolgunluğu azalabilir ve dolayısı ile uyarılması ve duyarlılığı da azalabilir. Bu hyalüronik asit dolguları ile çözülebilen bir sorun, G alanına dolgu uygulanarak duyarlılık arttırılır.

G noktası dışında da duyarlılığı arttıran işlemler, dolgular var mı?

Evet, yaptığımız diğer uygulamalar da O-Shot, yani orgazmik alan dolgusu veya Orgazm aşısı ve İntroital giriş, yani vajina girişi dolguları da var.

Bunları hiç duymadım, nedir bunlar?https://www.youtube.com/embed/hfMC2XWceHYEstetik uygulamalarda dolgular var, yüz ve vücut bölgesi için çok yaygın kullanılıyor, sizin de dolgu uygulamalarınız var. Bunlar ne tür dolgular? Nerde kullanılıyor?

Orgazm aşısı klitoris yakınına ve orgazmda bir miktar sıvının atıldığı üretra, yani idrar çıkış noktası çevresinde skene bezleri alanına uygulanan PRP işlemi de var. Bu işlem içerdiği yenileyici hücreler ile alanın adeta gençleşmesini ve yenilemesini sağlarken, aynı zamanda duyarlılığı da arttırır, hyalüronik asit uygulamaları ile birlikte hacim de arttırılabilir.

Vajina girişinin dolgunlaştırılması, vajina arka duvarına, giriş noktasının ilerisinde yapılan hyalüronik asit dolgusu ile olur. İntroital dolgu girişi daraltır ve her iki partnerde duyarlılığı arttırır.

Bu işlemler nasıl uygulanır? Hastane ortamı gerektirir mi?

Hayır, bunlar oldukça basit, lokal anestezi kremleri ve ilaçları ile uygulanabilen, muayenehane şartlarında yapılabilen işlemlerdir, hasta hemen normal hayata dönebiliyor.

GENİTAL YAĞ DOLGULARI

Dolgu uygulamaları genel olarak hyalüronik asit ve yağ dolgularıdır.

Hyalüronik asit daha küçük hacimli ve G noktası, Orgazmik alan dolgusu ve vajina girişi daraltan, vajinal girişi yükselten dolgulardır.

Yağ dolguları ise kişinin kendi vücudundan, bu genelde göbek altı karın kısmından veya bacak iç tarafından alınan küçük miktarlarda yağ dokusu oluyor, elde edilen dolgulardır. Yağ dolguları daha ucuz ve daha büyük hacimde oluyor, ve hyalüronik asitten daha kalıcıdır. Yağ dokusu canlı bir dokudur ve aynı zamanda kök hücre de içeriyor, konulduğu alanın canlanmasını ve gençleşmesini de sağlar

Yağ dolgusu nerde kullanılıyor?

Yağ dolgusu daha çok büyük genital dudaklarda kullanıyoruz. Büyük genital dudaklar bazen doğuştan, bazen ise kilo alınıp verilmesinden veya doğum gibi şekil bozukluklarına sebep olan durumlardan sonra sarkmalar ve kırışıklıkların oluşması ile görüntü bozukluğu oluşabiliyor. Bazen ise kişi zayıf ise, spor ile uğraşan, diyet yapan kadınlarda büyük dudakçıklar çok zayıf, nerdeyse yok gibi olabiliyor. Bu durumda küçük dudakçıkların çamaşıra sürtünmesi, ağrı, ağrılı ilişki olabiliyor, veya kişi bu görüntüden rahatsız olabiliyor, mayo, bikinide estetik veya istediği gibi bir görüntü olmuyor. Bunu yağ dolgusu ile düzeltebiliyoruz.

Rahim ağzı kanseri kadınlarda görülen 3. En sık kanser türü ve halen özellikle gelişmekte olan ülkelerde kanser ölümlerin önemli kısmını oluşturur. Gelişmiş ülkelerde ise düzenli pap-smear taramaları, bu taramalara son yıllarda belirli yaş gruplarda eklenen HPV virüsü taramaları ile etkin erken tanı ve kanser öncesi bozuklukların tanı ve tedavileri ile ve rahim ağzı kanserinin en sık nedeni olan HPV virüsüne karşı aşılamanın sonucunda görülme oranları gittikçe düşmektedir.

Rahim ağzı kanserinin en sık bulgusu anormal pap-smear sonucudur.

En sık semptomları ise

-düzensiz vajinal kanama, ilişki sonrası kanama

-kötü kokulu akıntı

-kasık ve karın alt bölümünde ağrı ve rahatsızlık hissi

-idrar yapma sırasında rahatsızlık ve ağrı hissi

Rahim ağzı kanserinin oluşumundan HPV virüsü sorumlu tutulmaktadır. HPV virüsü cinsel temas ile bulaşır. HPV virüsünün 100’den fazla farklı tipi vardır, ve bunlar da, temel olarak 3 farklı rahatsızlık oluştururlar

-anogenital /mukozal HPV enfeksiyonu

-genital olmayan deri yüzeylerinde HPV enfeksiyonu

-epidermodisplaziverrucoformis denen genetik yatkınlığı olan ve yaygın deri lezyonları ile kendini gösteren HPV enfeksiyonu

Mukozal HPV enfeksiyonulatent(yani kendini belli etmeyen, semptomları olmayan) şeklinde, subklinik (sadece kolposkopi sırasında veya özel kimyasallar uygulandığında görünür hale gelen bozuklukları ile ortaya çıkan) veya klinik(gözle görülür bozukluklar şeklinde) olabilir

HPV enfeksiyonu çok yaygın görülür ve oldukça farklı şekillerde bozukluklara neden olur. En çok  genital siğil görülür. Genital siğiller çoğu zaman tip 6 ve tip 11 kaynaklı olup kanser yapıcı ozelliği daha zayıf. Siğiller bulaştan 3 hafta- 8 ay süre sonrası ortaya çıkar, bazen hiç rahatsızlık vermezler, bazen ise şiddetli kaşıntı ve kanamalara neden olur.

HPV çoğu zaman iyi huylu olsa da, bazı tipleri oldukça tehlikelidir.  Bunlar kalıcı enfeksiyon oluşturarak yavaş ilerleyen doku tahribatı ve sonuçta da kansere neden olur. HPV virüsü, servikal (yani rahim ağzı) kanseri dışında aynı zamanda vajen ve vulva kanserlerin çoğunun, ayrıca ağız ve yutak örtücü dokuların, bazı akciğer kanserlerinin  ve anüs kanserlerinin ve erkeklerde penis kanserlerin çoğunun da etkenidir.

Özellikle tip 16 ve tip 18 yüksek oranda kanser yapıcı, yani onkojenik tiplerdir. Tip 16 ve 18 dışında tipler de farklı alanlarında kanser yapıcıdır.

HPV nin kanser yapma riski bağışıklık sistemi zayıf olduğu durumlarda, sigara içen kişilerde, folik asit yetersizliğinde, gebelikte, ultraviole ışınlara maruziyetteve  cinsel partner sayısının artışı ile artar.

Cinsel aktif insanların %50’si virüs ile karşılaşır. Çoğu zaman bu karşılaşma cinsel hayatın daha aktif olduğu genç yaşlarda olur. Genital siğiller %1 oranında görülürken, HPV enfeksiyonu %10-20 görülür. Rahim ağzı kanseri ise %95 HPV ile birlikte olur.

HPV aşısı, özellikle rahim ağzı kanserinde etkili tiplere karşı geliştirilmiştir. Halihazırda bivalent –2 tip (tip 16ve 18), kuadrivalent-4 tip  (6,11,16,18) ve 2014 te pyasayasunulan  nanovalent-9 tip (6,11,16,18,31,33,45,52,58 ) aşı mevcuttur. Gelişmiş ülkelerde hem kız, hem de erkek çocuklarına önerilen ve çocukluk yaşı aşı takvimine alınan bu aşılar ile öneriler :

-Kızlarda 2-li, 4-lü veya 9-lu aşı 9-12 3 doz, daha önce aşılanmamış kadınlarda 26 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır.

-Erkekerde 11-12 yaş  4-lü veya 9-lu  aşı 3 doz, daha önce aşılanmamış erkeklerde 21 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır, 26 yaşına kadar yapılabilir.

-Gebelik öncesi aşılanma önerilir, gebe kalınırsa, dozlar gebelik sonrası tamamlanır

-HIV veya diğer bağışıklığın zayıf olduğu durumlarda 26 yaşına kadar aşılanmalıdır

HPV aşısı, daha önce cinsel hayatı olmayan ve virüsle karşılaşmayan yaşta uygulandığında daha çok etkili olur.

Aşı kas içine 3 defa (0-2-6. Aylarda) uygulanır. Uygulama yerinde hafif ağrı ve kızarıklık olabilir. Aşi ile ilgili herhangi bir ciddi yan etkileri (hastalık, ölüm) saptanmadı.

Aşı siğil tedavisinde kullanılmıyor.

HPV, kalıcı bir enfeksiyon olarak deri tabakasında bulunduğundan,  enfeksiyonu saptanan kişiler jinekoloğu düzenli aralıklarla ziyaret etmeliler. Takipte HPV nin deri dokularını tahribatı yapıp yapmadığı, kanser öncesi bozuklukları olup olmadığı gözlenir.

Siğil tedavisi uygulananlarda tekrar sıklıkla ilk 3-6 ay arasında olur. 6 ay sonra kontrole gelmesi önerilir.

Op. Dr. Yuliya Doster

Labia minora, küçük genital dudak ve labia majora, büyük genital dudaka meliyatları içerir.

Labioplasti daha çok küçük dudak için uygulanır ve en sık yapılan genital kozmetik ameliyattır. Genel de dudakların küçültmesi, bazen ise iki dudak arasında boyut farkının düzeltmesi şeklinde uygulanır.  Aslında küçük dudak boyutları kişiden kişiye değişir ve çoğu zaman estetik kaygı dışında bir problem yoktur. Ancak ciddi büyümelerde (hipertrofidurumunda), genital kuruluğa, çamaşıra sürtünme ile oluşan tahriş ve infeksiyonların meydana gelmesine, ilişkide ağrıya neden olabilir.

L minora plasti doku özelliğine göre cerrahi olarak veya lazer yöntemi ile yapılabilir.

Cerrahitekniklerfarklıolabilirvelabianınşekliveboyutunavekişininistediğigörünümünegöre, kişiye özel seçilir.

Labiaminoraplasti bütüncül bir estetik iyileştirme sağlamak amacı ile gerekirse klitoroplasti ile (klitoris üzerindeki fazla sarkmış veya asimetrk olan dokuların çıkarılması işemi) ile birlikte yapılabilir.

Klitoris düzeltmeleri (klitoroplasti) ve küçük dudakçık düzeltmeleri (labiaminoraplasti) cerrahi işlemlerde 2-3 hafta sonrası dikişler tamına yakın iyileşir, doku son görünümü ise 3-4 haftada alır. Lazer labioplasti 7-10 gün içinde tamamına yakın iyileşir.

Labiamajoraplasti büyük genital dudakçıkların şekil ve boyutlarının düzeltilmesini içerir. Cerrahi doku çıkarılmaları veya yağ dokularının çıkarılması ile otolog yağ dokusu nakli ile dolgunluk arttırılması olarak yapılır. Büyük dudakçıkların düzeltilmesi ile birlikte gerekirse pubis estetiği de yapılabilir.

Büyük dudakçıkların (labiamajora) küçültülmesini ve sarkmaların ortadan kaldırılmasını içeren ameliyatlarda dokuların iyileşmesi 3-4 hafta sürer, dikişlerin görünmez hale gelmesi ise 5-6 haftaya uzar.

Büyük dudakçıkların dolgunluk azaltılması veya dolgunluk arttırılması işlemleri ise deri altında yağ dokusunun miktarını değiştirerek yapılan ve genelde dikişsiz olan uygulamalardır. Bu uygulamalarda kanül denen kalın iğne benzeri giriş yerlerin kapanması 2-3 hafta alır, deri alttaki dokuların iyileşmesi ve şişliklerin ve bazen oluşan morlukların tamamen iyileşmesi de 4-5 haftaya uzar.

Op. Dr. Yuliya Doster

Klitoroplasti nedir , Klitoris Estetiği  – Klitoral hudoplasti – Clitoral hood reduction

Klitorisi örten deri katlantıların ‘’soyularak’’ klitorisin başının belirginleştirilmesi ve estetik görünümünün iyileştirilmesi ameliyatı. Klitoroplasti çoğu zaman diğer estetik uygulamaları ile birlikte, özellikle labia minora plasti ile birlikte yapılır.

İyi estetik uygulamalarda hem fonksiyon bozukluğun giderilmesi hem de istenilen görünümün elde edilmesi amaçlandığından klitoroplasti yapılmadan uygulanan labioplasti ameliyatları çoğu zaman eksik kalır. Doku fazlalığı sadece küçük dudakçıklarda düzeltildiğinde klitoris üzerindeki deri daha da orantısız ve estetiği bozan bir görüntü oluşturabilir.

klitoroplasti nedir?

Doğru yapılmış klitoroplasti sonrası kesinlikle his kaybı veya uyarılma bozukluğu görünmez, aksine klitoris üzerindeki deri katmanların çıkarılması ile duyarlılığı artar.

Klitoris düzeltmeleri (hudoplasti) ve küçük dudakçık düzeltmeleri (labia minora plasti) cerrahi işlemlerde 2-3 hafta sonrası dikişler tamına yakın iyileşir, doku son görünümü ise 3-4 haftada alır.

Kadınlar 20-40 yaş arası 3 yılda bir defa, 40 yaşından sonra yılda bir defa tercihan genel cerrahi uzmanına muayene olmalıdır.