Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Ayrıca kadınlarda kansere bağlı ölümlerin en başında da meme kanseri gelmektedir. Bu nedenlerle memesinde şüpheli bir durumla karşılaşan kadınların vakit kaybetmeden bir meme cerrahına müracaat etmeleri büyük önem taşır. Memede sıradışı bir durumla karşılaşan hekim, biyopsi yapılmasını isteyebilir. Biyopsi, cerrahi biyopsi (ameliyat) veya iğne biyopsisi şeklinde yapılabilir.
Cerrahi biyopsi, insizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun bir kısmı çıkarılır) veya eksizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun tamamı çıkarılır) biyopsi şeklinde yapılabilir. Bu biyopsi türleri genellikle ameliyathane veya biyopsi odası denilen ve cerrahi girişim imkanı veren birimlerde yapılabilir. İşlem yaklaşık 30-60 dakika sürer. Hasta aynı gün evine gönderilebilir. Düşük olasılıkla kanama, infeksiyon gibi problemlerle karşılaşılabilir. Çıkan sonuca göre doktorunuz izlenecek yol ile ilgili sizi bilgilendirir. Günümüzde tanı amacıyla cerrahi biyopsi yapılması (insizyonel veya eksizyonel) tercih edilmemektedir.
İğne biyopsileri kolay, ağrısız, pratik, komplikasyon oranı düşük, tanı koyma oranları %95 ve üzerinde olan ve günümüzde tercih edilen ve önerilen tanı koyma yöntemidir. İşlem 5-10 dakika kadar sürmektedir. Biyopsi sonucuna göre memede bulunan kitlenin iyi huylu ya da kötü huylu olduğuna karar verilmektedir. Böylece nasıl bir tedavi yöntemi izleneceğine karar verilebilmektedir.
Yapılacak biyopsi işlemi kadınlarda bir gerginliğe ve tedirginliğe neden olabilmektedir. Kadınlar bu nedenle korkuya kapılmakta ve işlemi yaptırmak istememektedir. Böyle durumlarda aile fertleri ve doktor hastayı anlamaya çalışmalı ve işlemin gerekliliği konusunda hastayı bilgilendirmeli ve cesaretlendirmelidir. İşlem konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilen hastanın kaygısı azalmakta ve daha rahat olmaktadır. Cerrahi biyopsilerde hastanın işlem için hastaneye aç karna gelmesi gerekirken, iğne biyopsilerinde böyle bir zorunluluk yoktur. Hastanın kullandığı ilaçlarla ilgili doktorunu bilgilendirmesi büyük önem taşır. Özellikle kan sulandırıcı ilaçlar (aspirin, kumadin gibi) hakkında ve ek hastalıkları konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi veya alternatif başka ilaçlara geçilmesi gerekebilmektedir.
Meme kanseri saptanan hastalarda, en sık doktora müracaat nedeni, ele gelen kitledir. Tanı amacıyla doktora müracaat eden hastada ilk yapılan ayrıntılı sorgulama sonrasında elle muayenedir.
Muayene ve radyolojik incelemeler ışığında şüpheli bir durumun tespitinde ilk tercih edilecek biyopsi yöntemi iğne biyopsisidir. Biyopsi ile kitlenin iyi veya kötü huylu olduğu aydınlatılır. Biyopsi ile tümörün / kanserin yayılması söz konusu değildir. Doğru tanı ve tedavi için mutlaka yapılmalıdır.
Biyopsi işlemi yapılmadan önce hastanın memesinde biyopsi yapılacak yer lokal anestezi ile uyuşturulur.
Yapılan biyopsi sonucunda eğer kitle kötü huylu ise hastanın tedavisi planlanır. Tedavi planında ilk basamak tedavi cerrahi (ameliyat) olabileceği gibi, kemoterapi, hormonoterapi gibi diğer yöntemlerle de tedavi başlayabilir ve cerrahi tedavi (ameliyat) daha sonraya bırakılabilir. Memede ele gelen ve biyopsi yapılan her kitle kanser değildir. Biyopsi yapılan hastaların ancak %10-
40’nda meme kanseri mevcuttur. Biyopsi kararı verilince hemen korkmayınız ve doktorunuzun direktiflerini izleyiniz.
Yapılan iğne biyopsisinde bulguların iyi huylu gelmesiyle hastalar genellikle pek çok gereksiz işlemden kurtulurlar. Hastanın ameliyat olmasına, anestezi almasına veya daha başka tetkiklerin ve girişimlerin yapılmasına gerek kalmaz.
İğne biyopsileri doktorunuzun ofisinde doktorunuz tarafından yapılabileceği gibi, radyoloji doktoru tarafından da yapılabilir. Bu durumda biyopsi, ultrasonografi, mamografi veya MR altında yapılabilir.
İğne biyopsisi radyoloji rehberliğinde yapılabilir. Radyoloji rehberliğinde yapılan iğne biyopsileri, ultrasonografi, mamografi veya MR /manyetik rezonans görüntüleme) altında yapılabilir. Bu yöntemlerden en çok ultrasonografi rehberliğinde biyopsi uygulanır. Ultrasonografi rehberliğinde meme biyopsisi, hızlı, kolay, pratik bir yöntemdir. Ultrasonografi kullanıldığından hasta radyasyon almaz. İşlemi yapan hekim, işlemin tüm aşamalarını görerek yaptığından, doğruluk oranları radyoloji rehberliğinde yapılmayan biyopsilere göre yükselir.
Memede şüpheli lezyonu bulunan hastalarda, iğne biyopsisi kesin tanının konması için en güvenilir, pratik ve komplikasyon oranı düşük işlemdir. Biyopsi kararı sizi korkutmamalıdır.
Ultrasonografide ve mamografide görülmeyip MR da görülen lezyonlarda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. Bu işlem daha az merkezde yapılabilen ve özel bir donanım varlığında gerçekleştirilebilecek biyopsi türüdür.
Vakum biyopsi, kalın iğne biyopsisine göre daha fazla dokunun alındığı biyopsi yöntemidir. Daha çok radyolojik incelemelere göre şüpheli olduğu bildirilen lezyonlarda tercih edilir. Ayrıca ultrasonografi ile görülemeyen ve mamografide kendini riskli kireçlenme ile gösteren, ameliyat olmadan iğne biyopsisi ile tanı olasılığının mümkün olmadığı durumlarda vakum biyopsi ile tanı konulabilir. Biyopsi sonucunun iyi huylu bulunduğu durumlarda, şüpheli lezyon memeden çıkarılmış hem tanı konulmuş hem de hastanın tedavisi tamamlanmış olur. Vakum biyopsi sonucunun malign (kötü huylu) geldiği durumlarda hastanın tanısı konulmuş olur, hastada tümör tedavisi için gerekli planlamalar yapılabilir.
Memede saptanan tümör, kitleden örnek alınması, içi sıvı dolu birkistin boşaltılması veya koltuk altında ortaya çıkan lenf bezlerinden örnek alınması amacıyla kullanılabilir.
Hızlı, pratik, ucuz bir yöntemdir. Hastanın derisini kesmeye, dikiş atılmasına gerek kalmaz.
Bir enjektör yardımıyla uygulanır. Örnek alınacak yer içine enjektör batırılarak hücre örneği alınır. Alınan hücre miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etmek amacıyla bir patoloji uzmanı işleme eşlik edebilir.
İşlemin avantajları, sadece bir enjektör kullanıldığından, hastaya sıkıntı verecek kesme, dikiş atma gibi girişimler gerekmemektedir. Biyopsi yöntemleri içinde en ucuz yöntemdir. Sonuçlar çok hızlı olarak (1-2 gün) öğrenilebilir. Hastanın vücudunda ağrı, kanama, morarma, enfeksiyon gibi komplikasyonların oluşma olasılığı yok denecek kadar azdır.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinin dezavantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre doğruluk oranı daha düşüktür, %75 ila %80 arasında değişmektedir. İşlemin başarısı, yeterli tecrübeye sahip patolog ile doğru orantılıdır ve sitoloji konusunda tecrübeli sitopatolog ile doğruluk ve kesinlik oranları artmaktadır. Bu konuda yetişmiş sitopatolog sayısının hem ülkemizde hem dünyada çok fazla olmadığı söylenebilir.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinde kullanılan iğnelere oranla kalınlık olarak 2 ila 4 mm. kalınlığındaki iğneler kullanılmaktadır. Ayrıca diğerinden bir farkı da biyopsi tabancası kullanılması gerekliliğidir.
Uygulanma şekli olarak, iğne kitlenin ucuna yerleştirilmektedir. Tabancaya basınca iğne kitlenin içerisine gitmekte ve bir parça alıp geri gelmektedir. İğne meme içerisinden çıkarılmakta, alınan parça formol denilen bir çözelti içine konmaktadır. İşlem birkaç kez tekrarlanmaktadır, böylece biyopsi yapılan lezyonun farhklı noktalarından örnek alınabilmekte ve işlemin doğruluk oranları yükseltilmektedir. Patoloji laboratuarına gönderilen örneklerin inceleme sonuçları birkaç gün içinde bildirilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin avantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre daha kesin sonuç elde edilebilmektedir ve doğruluk oranları %95’lere ulaşmaktadır. Meme kanseri tanısında en çok kullanılan biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trucut – kalın iğne). Normal iğneye göre daha kalın olduğundan ciltte 1-2 mmlik bir kesi yapılması gerekmektedir. Ancak yapılan kesi birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. İşlem sonrasında hastalara az da olsa hafif ama geçici ağrı çekmektedir. Biyopsiye bağlı küçük morarmalar görülebilse de ciddi sıkıntıya yol açmamakta, çabuk iyileşmekte ve rahatsızlık hissi kabul edilebilir ve sıkıntı yaratmayacak düzeyde olabilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin dezavantajları, kullanılan iğnelerin, ince iğne biyopsisinde kullanılan iğnelere göre daha işlevsel olduğundan daha pahalı olmasıdır. Maliyet, daha az tercih edilmesindeki en önemli etkendir. Son yıllarda alternatif firmaların varlığı ve rekabet ile iğnenin ucuzlaması ile daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır.
Meme kanseri düşünülen bir hastada ilk tercih edilecek biyopsi yönteminin kesici iğne (=kalın iğne = trucut) biyopsisi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri genel olarak kadınlarda görülse de, her 100 kadın meme kanserine karşılık, 1 erkekte meme kanseri görülmektedir. Meme kanseri, memede yer alan süt bezleri ya da süt kanallarından kaynaklanır. Tıbbın ve teknolojinin ilerlemesine rağmen meme kanserinin kesin nedeninin tam olarak bilinmediği söylenebilir. Bununla birlikte genetik geçiş ve gen mutasyonlarının suçlandığı bir grup bulunmaktadır. Bu noktada, genetik geçişli meme kanseri sıklığının tüm meme kanseri içindeki oranının sadece % 5-10 dolaylarında olduğunun altını çizmek gerekir. Memenin süt bezlerinde ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerde tam bilinmeyen çeşitli nedenler sonucunda hücrelerin beklenmedik bir şekilde çoğalmasından meme kanserinin kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu arada kontrolsüz hücre büyümesi olarak adlandırılabilecek durum, yeni damar oluşumu ile devam etmekte ve meme kanseri başka organlara da sıçrayabilmektedir. Bu yüzden erken tanı hem kadınların memelerini koruyabilmek, hem de başka organlara sıçramasını engellemek açısından son derece önemli bir noktadır. Kadınlar herhangi bir belirti ve şikayete mahal vermeden, düzenli aralıklarla kontrollerini yaptırmalıdırlar.
Hangi etkenlerden olduğunun bilinmemesinin yanı sıra meme kanseri riski, özellikle gen mutasyonlarına bağlı olan hastalarda ebeveynlerin çocuklarına taşınabilmektedir. Meme kanserinin oluşmasında en bilinen neden, genlerde oluşan kansere eğilimli mutasyonlardır.
Meme kanseri tanısında ve tedavinin planlanmasında kullanılan yöntemlerden biri de MR (manyetik rezonans) görüntülemesidir. Ultrasonografi ve mamografi ile birlikte değerlendirildiğinde daha kesin sonuçlar ve hangi tedavi şeklinin izleneceğine karar verilmektedir. MR görüntüleme, genellikle tek başına tercih edilecek veya mamografi / ultrasonografi yerine kullanılacak bir yöntem değildir. İndikasyonu bulunmayan durumlarda yapılması, gereksiz biyopsilere neden olabilmektedir. Diğer incelemelere göre daha pahalı bir görüntüleme yöntemidir.
MR görüntülemenin en önemli indikasyonu, kanser tanısı konulan kadınlarda, hastalığın memedeki yaygınlığını belirlemek, ek odakların varlığını saptamak ve karşı memede bir başka odağın olup olmadığını kontrol etmektir. Ayrıca yüksek riskli kadınlarda tarama amacı ile de MR görüntüleme yapılmaktadır. Diğer görüntüleme yöntemlerine ek olarak çekilen MR ile, ek odakların ortaya konabilmesi mümkün olabilmektedir. MR ile yeni odakların bulunması durumunda, second look ultrasonografi denilen, MR’da izlenen odakların yeniden yapılan US ile görüntülenmesine çalışılır ve bu noktalardan biyopsi yapılabilir. MR da saptanan ek odakların, second look US ile görülememesi durumunda MR altında biyopsi yapılması gereklidir. Son yıllarda artan sayıda merkezde MR altında biyopsi yapılabilir olmuştur. MR altında biyopsi için, deneyimli bir radyoloji uzmanı ve uygun teknik altyapının bulunması gereklidir. MR altında biyopsinin mümkün olmadığı durumlarda, bulunan lezyonun natürüne bağlı olarak, kısa aralıklarla takip yapılabileceği gibi, ek odaklar nedeniyle cerrahi kararında değişiklikler oluşabilmektedir. MR’da saptanan ek odaklar meme koruyucu cerrahi planlanan hastaların tedavi planını, memenin alınması olarak değiştirilebilmektedir. MR görüntülemenin ilk kullanılmaya başlandığı zamanlara göre, böylesi durumlarla çok daha az sıklıkta karşılaşılmaktadır. Zamanın ilerlemesi ile artık bu durumlar yaşanmamakta ve işlemlerin hepsi sırası ile yapılmaktadır.
MR görüntüleme yöntemi radyasyon içermez, yumuşak dokuların görüntülenmesinde diğer yöntemlere oranla daha başarılı sonuçlar elde edildiği söylenebilir. Bunlara rağmen MR ne kadar güçlü sonuçlar elde etse de, meme kanserinde kesin sonuçlara ulaşılabilmek için diğer görüntüleme yöntemleriyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, ek odak varlığının araştırılması,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, karşı memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda hastalığın göğüs duvarına yayılım derecesinin belirlenmesinde,
Mamografi ve ultrasonografi değerlendirmelerine ek olarak yüksek klinik şüphe varlığında,
Lokal ileri evre meme kanserinde kemoterapi yanıtının değerlendirilmesinde
Genetik olarak meme kanseri açısından yüksek riskli kadınlarda tarama amacıyla,
Meme protezi olan kadınlarda memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri nedeniyle eş zamanlı rekonstrüksiyon yapılan hastalarda göğüs duvarı nükslerinin saptanmasında meme MR görüntülemesi yapılabilmektedir.
Yüksek riskli hastalara çeşitli istatistiksel metotlarla meme kanserine yakalanma ihtimali hesaplanmaktadır. Gail, Klaus, BRCAPRO ve bunlar gibi metotlarla hesaplanan ömür boyu meme kanserine yakalanma riskinin yüzde yirmiyi (normal kadında ömür boyu risk % 12-13 dür) geçmesi halinde o kadına mamografinin yanında meme MR ile tarama da önerilmektedir. Bunun için hastanın riskinin doğru bir şekilde hesaplanması gereklidir.
Yüksek riskli hasta grubunda riskin belli bir değeri aşması halinde mamografi ve meme MR taramaları birlikte yapılır. Mamografi ve meme MR taramaları birbirlerini bütünleyici taramalar olup, birinin düzenli yapılması diğerinin yapılmamasını gerektirmez.
Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaçlar uzun süreler (üç-beş yıl) ağız yolu ile alınırlar.
Meme kanseri nin oluşmasında kadınlık hormonları östrojen ve progesteronun rolü biliniyor. Bu hastalara yeniden hormon tedavisi uygulanması, bu konuyu bilmeyenlere çelişkili gelmektedir. Aslında bu tedavi bir anti – hormon tedavisidir. Bazı hastalarda kanser hücreleri üzerinde östrojen ve progesteron hormonlarının alıcıları vardır. Bu alıcılar kan dolaşımındaki hormonlarla uyarılarak yeniden meme kanser oluşmasına neden olur. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir.
Adet gören hastalarda vücudun en önemli östrojen kaynağı yumurtalardır. Meme kanserli ve hormon reseptörü pozitif olup, adet gören bu kadınların bazılarında 3 yıl geçici olarak ayda bir veya 3 ayda bir yapılan iğne ile adetler geçici olarak kesilir. Ayrıca ağızdan beş yıl süreyle verilen ilaçla hastalığın aynı meme ve diğer memede tekrarı önlenmeye çalışılır.
Genelde kemoterapi bittikten sonra başlar ve 5 yıl süre ile devam eder. Anti hormon tedavisi sırasında özellikle adet gören kadınlarda sıcak basması, terleme, vücutta yağlanma gibi yakınmalar olabilir.
Meme kanseri olup menopoza giren kadınlara hormon replasman tedavisi verilir mi?
Bizler bu dönemde hastalığın tekrarlanma olasığını arttıracağından menopoz tedavisini tavsiye etmiyoruz.
Hayır. Memede bulunan bir kitle fark edildiğinde muayene ve gerekli görülen tetkiklerle değerlendirilmesi yapılıyor. Eğer kitle içerisine sıvı bulunan basit bir kist ise bunun çıkarılmasına gerek yoktur.
Çok büyük ve ağrılı kistlerin, nadiren enjektörle boşaltılması gerekebilir. Memedeki ödem, gerginlik ve ağrıyı azaltmak için bazı bitkisel ilaçlar önerilebilir.
Memedeki basit kistler menopozdan sonra kendiliğinden kaybolabilir. Genç kadınlarda sık görülebilen iyi huylu meme tümörler fibroadenom adını alır. Bunlar genellikle 2 cm altında ve düzgün sınırlı ise 6 ayda bir yapılan ultrason ile takip edilebilirler. Hızlı büyümeleri ve şekil düzensizlikleri varsa iğne biyopsisi yapılır. Sonuca göre çıkarılabilir. Şüpheli tümörlerin çıkartılmaları ve incelemelerinin yapılması gerekir.
Kemoterapi ilaç tedavisi, kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir.
Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir.
Kemoterapinin hangi durumlarda, hangi ilaçlarla ne süre ile yapılacağı genellikle medikal onkologlarca düzenlenir.
Radyoterapi (ışın tedavisi) kanser hücrelerini tahrip etmek veya yok etmek için x-ışınları, gama ışınları, elektron veya protonlar gibi yüksek enerji partikküllerini veya dalgaların akımını kullanarak uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Meme koruyucu cerrahiler sonrası memeye tekrarlamaları azaltmak amacı ile mutlaka ışın tedavisi uygulanır. Radyoterapide (ışın tedavisinde) amaç, kanser kitlesinin çevresindeki normal dokulara zarar vermeden kanser kitlesini yok etmektir. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Genellikle kanserin tedavisinde kullanılmakla birlikte nadiren kanser dışı hastalıkların tedavisinde de kullanılabilir.
Radyoterapinin en çok uygulandığı kanserler
Radyoterapi ile sadece hastanın etkin bir şekilde tedavi edilmesi değil aynı zamanda tedavi sonrası kaliteli bir yaşam sürmesi de hedeflenmektedir. Bu nedenle radyoterapi uygulamalarında geçmişte kanserli dokuyu tamamen yok etmek için çok geniş bir alanı kapsayan ışınlama tekniklerinin yerini artık tümörün çevresinin tamamen saran ve yalnızca kanserli bölgeyi hedef alan tedaviler almıştır. Böylece sağlıklı dokular daha çok korunabilmekte, çok yüksek ışın kullanılabildiği için de tümör daha yüksek oranda kontrol altına alınabilmektedir. Normal dokuyu tamamen radyasyondan korumak gibi bir durum söz konusu olmasa da dokuların tolerans dozlarını aşmayacak şekilde bir ışınlama ile konfor sağlanmaktadır.
Meme kanseri kadın sağlığı için çok önemli bir konu. Gerek elle yapılan değerlendirmeler, gerek yıllık doktor kontrolleri, gerekse ultrasonografik incelemelerle yaygın kullanılan mamografiler ise son derece önemli tarama araçlarıdır.
Özellikle mamografiler erken teşhiste altın standart olarak kabul ediliyor. Bütün mesele mamografi incelemelerinin kime, ne zaman ve ne sıklıkta yapılacağına doğru karar vermekte. Faydalarını abartıp zararlarını asgarileştirmek ise yanlış bir düşünce.
Anne veya baba tarafında meme kanseri hikayesi bulunan, özellikle birinci derece akrabalarında (anne, kız kardeş, teyze, hala) meme kanseri teşhis edilenlerin hastalık yönünden risk grubunda oldukları kabul edilip erken yaşlarda nasıl bir tarama programı oluşturulacağı konusunda doğru karar verilmelidir. Bunu yapabilecek en yetkin kişiler meme konusunda uzmanlaşmış meme cerrahisi uzmanları ve taramalarda deneyim kazanmış radyologlar. Böyle bir durum söz konusu olduğunda bu kişilerin en geç 40’lı yaşlardan hemen sonra bir şekilde tarama programlarının başlatılması zaruridir.
Tümör hücrelerinin büyümesini durdurmak veya yok etmek amacıyla yapılan ilaç tedavisine kemoterapi adı verilir.
Cerrahi ve radyoterapi meme kanserinin lokal tedavisini sağlarken, kemoterapi ve hormonoterapi sistemik tedaviyi amaçlamaktadır.
Kemoterapi birçok hastada cerrahi tedaviyi destekleyen (adjuvan) bir yaklaşımdır ancak bazı durumlarda (örneğin yaygın hastalıkta – meme kanserinin en sık yayılım gösterdiği bölgeler kemik, karaciğer, akciğer ve beyindir) primer tedavi rolü üstlenir. Meme kanserinin kemoterapisi halen dünya üzerinde en fazla üzerinde araştırma yapılan konulardan biridir. Meme kanserinin cerrahi tedavisinden (mastektomi-memenin alınması veya kitlenin çıkartılması-lumpektomi) sonra yapılan adjuvan kemoterapi meme kanserinin yeniden oluşma riskini azaltmakta ve hayatta kalım süresini artırmaktadır.
Meme kanseri kemoterapisi sıklıkla birkaç ajanın beraber ve damar yoluyla verildiği tedavi şemalarını içerir. Tek başına verilmelerine oranla kombinasyon kemoterapilerinin başarısının çok daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Kemoterapi yapılmasına nasıl karar verilir?Kemoterapi yapılıp yapılmayacağına operasyonda çıkarılan tümör kitlesinin patolojik incelenmesinden sonra karar verilir. Tümör çapı, lenf bezi tutulumunun olup olmadığı ve varsa adedi, tümör hücresine ait bazı özellikler ve hormon reseptörleri değerlendirilir.
Meme kanseri tedavisinde uygulanan kemoterapiye sıklıkla operasyondan sonraki 2.-3. haftada başlanır. Yara iyileşmesinde problem olması kemoterapiyi geciktirebilir, bu tercih edilen bir durum değildir.
Radyoterapi de planlanıyorsa kemoterapi bittikten sonra veya kemoterapiye ara verilerek (tedavi şemasının yarısı bittiğinde) yapılabilir.
Tercih edilen kemoterapi şemasına göre 4 , 6 veya 8 kür olabilir. Genellikle iki tedavi dönemi arasında 3 hafta beklenir. Kemoterapi kemik iliğini baskılayabileceği ve vücudun savunma sistemini olumsuz etkileyebileceği için her tedavi öncesinde bazı kan testleri yapılır.
Meme kanserinde uygulanan kemoterapinin yararları, bu tedavinin getireceği risklerden veya yan etkilerinden daha fazladır. Uygulanan ilaçlara, dozlarına ve kemoterapi şemalarına göre yan etkileri değişebilir.Hemen tüm yan etkiler, geçicidir.
“Meme kanserini X-ışınları ile tedavi etmeye çalışan ilk kişi” George Chicitot (1908) Radyoterapi (Işın tedavisi) X-ışınları kullanılarak yapılan bir tedavi şeklidir ve aynı cerrahi gibi tümörün lokal kontrolunu sağlamak amacıyla uygulanır.
Meme koruyucu cerrahi tercih edildiyse mutlaka kalan meme dokusuna radyoterapi yapılmasına gerek vardır. Meme koruyucu cerrahiden sonra radyoterapi yapılmasının tümörün tekrar etmesini anlamlı oranda azalttığı gösterilmiştir.
Eğer cerrahi tercih mastektomi (memenin tümünün alınması) yönünde ise radyoterapi yapılması bazı kurallara bağlıdır (Örneğin tümörün göğüs duvarına veya meme cildine yapışık olması, koltuk altında 4’den fazla pozitif lenf nodu olması, vb.)
Radyoterapi meme cerrahisini takiben 6 ay içerisinde yapılmalıdır. Daha fazla gecikme olması işlemin başarı şansını düşürür.
Bu sırada kemoterapi yapılıyorsa ya bitmesi beklenir ya da kemoterapiye ara verilerek radyoterapi yapılır ve daha sonra kemoterapi devam eder.
Radyoterapi süresi uygulamaya göre değişir. Hafta içi hergün sıklıkla hastanede yatmaya gerek kalmadan ayaktan yapılır ve hafta sonları ara verilir.
Radyoterapiye başlamadan önce çeşitli ölçümler yapılarak radyoterapi yapılacak olan alan işaretlenir.
Koltuk altı lenf bezleri temizlenmiş olan hastalarda, bu bölgeye radyoterapi yapılması gerekirse kolda şişme (lenf ödem) riski artar.
Hamile kadınlarda anne karnındaki bebeğe zarar verme riski nedeniyle radyoterapi almamaları önerilmektedir.
Günümüzde çok iyi seçilmesi gereken kısıtlı bir hasta grubunda, tüm meme yerine sadece tümör çevresine radyoterapi uygulanabilmektedir. Bu uygulama ameliyat sonrasında, veya ameliyat sırasında (intraoperatif radyoterapi) yapılabilir.
Meme biopsileri görüntüleme yöntemleri ile tespit edilen şüpheli bölgelerdem mikroskopik inceleme için parça alınmasıdır.
Radyolojik yöntemlerin (ultrasonografi, mamografi veya magnetik rezonans) rehberliğinde, hastaya en az zarar verilecek şekilde, yeterli miktarda doku, radyolog tarafından uygun biçimde seçilmiş iğnelerle alınır.
Histopatolojik tanı gerektiren bir durumda radyoloğun görevi ; Hasta için en az zararlı patolog için en fazla bilgi veren biyopsi yolunu seçip uygulamaktır.
Meme hastalıklarında biyopsi uygulamaları sıklıkla aşağıdaki durumlarda yapılmaktadır;
Kitle dışardan el ile anlaşılabilse bile daha güvenli olması içim biyopsinin mutlaka ultrasonografi eşliğinde yapılması önerilmektedir.
Meme biyopsisi kadınlarda tedirginlik yaratan bir durumdur, ancak işlem öncesi işlemi yapacak Radyoloji Uzmanından bilgi alınması gerginliği azaltacaktır.
Günümüze kadar farklı mamografi cihazları denenmiştir. Özellikle yaygın kullanılan cihazlarda memenin iki boyutlu ultrason grafiklerinde görüntüler üst üste geldiği için netlik sağlamak daha zordur. Daha karışık görüntüler içinden kitleleri tespit etmek çoğu zaman yanlış sonuçlar ortaya çıkarabilir. Üç boyutlu olarak görüntüler sunan meme tomosentez sayesinde alınan kayıtlar son derece açık ve nettir. Üstelik görüntüleri analiz etmek uzmanlar tarafından daha kolaydır.
Meme tomosentez kullanmanın meme kanserini teşhis aşamasında kullanmanın avantajlarını şöyle sıralayabiliriz:
Meme kanseri olan hastalara evreleme için PET/CT çekilmektedir. Tüm vücutta kanser olup olmadığı bu yöntemle araştırılır. Meme kanseri olan hastaların birçoğunda PET’te tesadüfi olarak tiroid nodülü saptanabilir. Bu tiroit nodülleri incelendiğinde %10-15 oranında tiroit kanseri olduğu saptanmıştır. Meme kanseri olup tiroid nodülüne sahip olan hastaların ileriki dönemde tiroid kanserine yakalanma riski yüksektir. Meme kanseri olan hastalarda tiroid kanseri riskinin 1.5-2 kat arttığı söylenebilir. Aynı şekilde tiroid kanseri olanlarda meme kanseri olma riski 1.5-2 kat artar. Bu noktada meme kanserli ya da tiroid kanseri olanlarda karşılıklı tetkiklerin yapılması önemlidir. Bunun yanında BRCA-1 veya BRCA-2’de mutasyonlu kişilerde meme kanserinin yanında over kanseri bulunma riski de çok fazladır. Bu nedenle meme kanseri saptanan kişilerde tedaviyi takiben 2 sene içinde yumurtalıklarının da cerrahi olarak aldırılması tavsiye edilir.
Meme kanseri erken dönemde yakalandığında yüzde 95’e yakın oranda başarı ile tedavi edilebilmektedir. Günümüzde meme kanserinde tarama yöntemlerinde farkındalığın artmasıyla erken tanı şansı yükselmiştir.
15-85 yaşlarındaki her kadın meme kanseri için risk taşımaktadır. 20- 30 yaş arasında her kadının rutin ayna karşısında meme muayenesi yapması gerekir. 30 yaş üstünde de ele gelen kitle olsun ya da olmasın, ağrı, fibrokist gibi şikayetleri olanların senede bir kez genel cerrahi uzmanına gidip muayene olmasında fayda vardır. 40 yaş üstünde ise bu görüntüleme tetkiklerine mamografi eklenmelidir. Ancak ailede birinci derece akrabaların (anne, kız kardeş, erkek kardeş) birinde meme kanseri öyküsü varsa mamografi 40 yaş altında da önerilmektedir. Bunun yanında 40 yaş altındaki genç kişilerde genelde olduğu gibi meme eğer sert ve yoğunsa bu hastalarda kontrastlı meme MR’ı önerilir.
Hiç doğum yapmamak ya da geç doğum yapmak meme kanseri için risk oluştururken; tiroid ile ilgili rahatsızlığı bulunan kadınlarda meme kanseri görülme oranı daha yüksek olabiliyor.
Meme kanseri olan hastalara evreleme için PET/CT çekilmektedir. Tüm vücutta kanser olup olmadığı bu yöntemle araştırılır. Meme kanseri olan hastaların birçoğunda PET’te tesadüfi olarak tiroid nodülü saptanabilir. Bu tiroit nodülleri incelendiğinde %10-15 oranında tiroit kanseri olduğu saptanmıştır. Meme kanseri olup tiroid nodülüne sahip olan hastaların ileriki dönemde tiroid kanserine yakalanma riski yüksektir. Meme kanseri olan hastalarda tiroid kanseri riskinin 1.5-2 kat arttığı söylenebilir. Aynı şekilde tiroid kanseri olanlarda meme kanseri olma riski 1.5-2 kat artar. Bu noktada meme kanserli ya da tiroid kanseri olanlarda karşılıklı tetkiklerin yapılması önemlidir. Bunun yanında BRCA-1 veya BRCA-2’de mutasyonlu kişilerde meme kanserinin yanında over kanseri bulunma riski de çok fazladır. Bu nedenle meme kanseri saptanan kişilerde tedaviyi takiben 2 sene içinde yumurtalıklarının da cerrahi olarak aldırılması tavsiye edilir.
Rahim ağzı kanseri kadınlarda görülen 3. En sık kanser türü ve halen özellikle gelişmekte olan ülkelerde kanser ölümlerin önemli kısmını oluşturur. Gelişmiş ülkelerde ise düzenli pap-smear taramaları, bu taramalara son yıllarda belirli yaş gruplarda eklenen HPV virüsü taramaları ile etkin erken tanı ve kanser öncesi bozuklukların tanı ve tedavileri ile ve rahim ağzı kanserinin en sık nedeni olan HPV virüsüne karşı aşılamanın sonucunda görülme oranları gittikçe düşmektedir.
Rahim ağzı kanserinin en sık bulgusu anormal pap-smear sonucudur.
En sık semptomları ise
-düzensiz vajinal kanama, ilişki sonrası kanama
-kötü kokulu akıntı
-kasık ve karın alt bölümünde ağrı ve rahatsızlık hissi
-idrar yapma sırasında rahatsızlık ve ağrı hissi
Rahim ağzı kanserinin oluşumundan HPV virüsü sorumlu tutulmaktadır. HPV virüsü cinsel temas ile bulaşır. HPV virüsünün 100’den fazla farklı tipi vardır, ve bunlar da, temel olarak 3 farklı rahatsızlık oluştururlar
-anogenital /mukozal HPV enfeksiyonu
-genital olmayan deri yüzeylerinde HPV enfeksiyonu
-epidermodisplaziverrucoformis denen genetik yatkınlığı olan ve yaygın deri lezyonları ile kendini gösteren HPV enfeksiyonu
Mukozal HPV enfeksiyonulatent(yani kendini belli etmeyen, semptomları olmayan) şeklinde, subklinik (sadece kolposkopi sırasında veya özel kimyasallar uygulandığında görünür hale gelen bozuklukları ile ortaya çıkan) veya klinik(gözle görülür bozukluklar şeklinde) olabilir
HPV enfeksiyonu çok yaygın görülür ve oldukça farklı şekillerde bozukluklara neden olur. En çok genital siğil görülür. Genital siğiller çoğu zaman tip 6 ve tip 11 kaynaklı olup kanser yapıcı ozelliği daha zayıf. Siğiller bulaştan 3 hafta- 8 ay süre sonrası ortaya çıkar, bazen hiç rahatsızlık vermezler, bazen ise şiddetli kaşıntı ve kanamalara neden olur.
HPV çoğu zaman iyi huylu olsa da, bazı tipleri oldukça tehlikelidir. Bunlar kalıcı enfeksiyon oluşturarak yavaş ilerleyen doku tahribatı ve sonuçta da kansere neden olur. HPV virüsü, servikal (yani rahim ağzı) kanseri dışında aynı zamanda vajen ve vulva kanserlerin çoğunun, ayrıca ağız ve yutak örtücü dokuların, bazı akciğer kanserlerinin ve anüs kanserlerinin ve erkeklerde penis kanserlerin çoğunun da etkenidir.
Özellikle tip 16 ve tip 18 yüksek oranda kanser yapıcı, yani onkojenik tiplerdir. Tip 16 ve 18 dışında tipler de farklı alanlarında kanser yapıcıdır.
HPV nin kanser yapma riski bağışıklık sistemi zayıf olduğu durumlarda, sigara içen kişilerde, folik asit yetersizliğinde, gebelikte, ultraviole ışınlara maruziyetteve cinsel partner sayısının artışı ile artar.
Cinsel aktif insanların %50’si virüs ile karşılaşır. Çoğu zaman bu karşılaşma cinsel hayatın daha aktif olduğu genç yaşlarda olur. Genital siğiller %1 oranında görülürken, HPV enfeksiyonu %10-20 görülür. Rahim ağzı kanseri ise %95 HPV ile birlikte olur.
HPV aşısı, özellikle rahim ağzı kanserinde etkili tiplere karşı geliştirilmiştir. Halihazırda bivalent –2 tip (tip 16ve 18), kuadrivalent-4 tip (6,11,16,18) ve 2014 te pyasayasunulan nanovalent-9 tip (6,11,16,18,31,33,45,52,58 ) aşı mevcuttur. Gelişmiş ülkelerde hem kız, hem de erkek çocuklarına önerilen ve çocukluk yaşı aşı takvimine alınan bu aşılar ile öneriler :
-Kızlarda 2-li, 4-lü veya 9-lu aşı 9-12 3 doz, daha önce aşılanmamış kadınlarda 26 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır.
-Erkekerde 11-12 yaş 4-lü veya 9-lu aşı 3 doz, daha önce aşılanmamış erkeklerde 21 yaşına kadar 3 doz yapılmalıdır, 26 yaşına kadar yapılabilir.
-Gebelik öncesi aşılanma önerilir, gebe kalınırsa, dozlar gebelik sonrası tamamlanır
-HIV veya diğer bağışıklığın zayıf olduğu durumlarda 26 yaşına kadar aşılanmalıdır
HPV aşısı, daha önce cinsel hayatı olmayan ve virüsle karşılaşmayan yaşta uygulandığında daha çok etkili olur.
Aşı kas içine 3 defa (0-2-6. Aylarda) uygulanır. Uygulama yerinde hafif ağrı ve kızarıklık olabilir. Aşi ile ilgili herhangi bir ciddi yan etkileri (hastalık, ölüm) saptanmadı.
Aşı siğil tedavisinde kullanılmıyor.
HPV, kalıcı bir enfeksiyon olarak deri tabakasında bulunduğundan, enfeksiyonu saptanan kişiler jinekoloğu düzenli aralıklarla ziyaret etmeliler. Takipte HPV nin deri dokularını tahribatı yapıp yapmadığı, kanser öncesi bozuklukları olup olmadığı gözlenir.
Siğil tedavisi uygulananlarda tekrar sıklıkla ilk 3-6 ay arasında olur. 6 ay sonra kontrole gelmesi önerilir.