Tomosentez dijital mamografiler ile normal mamografilerde görüntülenemeyen lezyonlar izlenebilmektedir. Tomosentez mamografide görüntülenen şüpheli bulguların normal mamografi, sonografi ve MR gibi diğer görüntüleme yöntemlerinde bulunamaması veya net görüntülenememesi durumunda, bu bölgenin biyopsisinin tomosentez rehberliğinde yapılması gerekmektedir. 3D Tomosentez Özellikli Dijital Mamografi, meme dokusunu üç boyutlu olarak tarar. Bu yöntemle, değişik açılarla çok sayıda görüntü alınabilir ve meme dokusunun 1 mm’lik kesitler şeklinde üç boyutlu görüntüsü elde edilebilir.
Meme kanserinin erken teşhisinde kullanılır. Meme, cihazdaki özel bir mekanizma ile sıkıştırılarak değişik açılardan, çok sayıda, ince tabakalar halinde dijital görüntü alınır ve bu tabakalardan memenin 1 mm’lik kesitler halinde üç boyutlu görüntüsü sentezlenerek uzman tarafından yorumlanır.
Diğer mamografi cihazlarına göre hastanın aldığı radyasyon dozu yüzde 30 oranında düşüktür ve yüksek kalitede çekim yapar. Tek görüntü üzerinden değil, memenin ince tabakalar halindeki dijital imajları üzerinden inceleme yapılır. Bu sayede meme kanserlerinde sorunlu bölgeler daha ayrıntılı bir taramadan geçmiş olur. Ayrıca kanser taklidi görüntü oluşturan durumların ayırt edilebilmesine de olanak tanır.
Işın tedavisi, radyoterapi, x ışını tedavisi gibi kavramların hepsi aynı anlamı taşıyor. Radyasyon ışınları, çoğalmakta olan hücrelerin DNA yapılarını bozarak ölümüne neden oluyor. Bu tedaviyle amaç, radyasyon ışınlarıyla çoğalan kanser hücrelerini öldürerek kanseri yok etmeye çalışmak. Ancak tedavi sırasında bir grup sağlıklı hücre de zarar görüyor; tedavinin bazı zararlı yan etkileri de buna bağlı olarak ortaya çıkıyor. Radyoterapi de, cerrahi tedavi gibi sadece uygulandığı bölgedeki kanser hücrelerini yok etmek amacıyla yapılıyor.
Radyoterapi, radyasyon onkologları tarafından düzenleniyor ve uygulanıyor.
Tedavi için kullanılan radyasyon ışınları bazı makinelerden veya radyoaktif maddelerden sağlanıyor. Daha önce saptanan miktarda ışın, ufak dozlara bölünerek planlanan bölgeye veriliyor. Böylece tüm dozun birden verilmesiyle ortaya çıkacak olan yan etkiler azaltılmaya çalışılıyor.
Radyoterapi için kullanılan ışınlar iki şekilde elde ediliyor. Bazı radyoterapi cihazlarında radyoaktif bir madde bulunuyor. Kobalt-60 bu radyoaktif maddelerden birisi. Bu maddeden yayılan radyoaktif ışınlar kanserli bölgeye yönlendiriliyor.
Bir diğer yöntemde ise, lineer akseleratör denilen cihazla radyoaktif ışınlar elde ediliyor.
Işın tedavisi iki amaçla yapılıyor. Kanser cerrahi olarak çıkartıldıktan sonra, bölgede kanser hücreleri kalması olasılığı göz önüne alınarak uygulanan tedaviye adjuvant radyoterapi diyoruz. Bu tedavinin her hastaya uygulanması gerekmiyor. Bazı kriterler göz önüne alınarak karar veriliyor. Buna daha sonra değineceğiz.
Işın tedavisi bir de, kanserin cerrahi olarak çıkartılması mümkün olmuyorsa, veya kanser vücudun başka bir organına atlamışsa, tedavi amacı için kullanılabiliyor. Bazen kanser kitlesi çok büyükse, ameliyattan önce bir miktar radyoterapi uygulanarak tümörün küçülmesi sağlanabiliyor. Bu sayede daha küçük bir cerrahi girişimle tümörü çıkartmak mümkün oluyor.
Adjuvant radyoterapi yaklaşık 5 hafta kadar sürüyor. Her gün 2-4 dakika süren tedavi, haftada 5 gün yapılıyor. 2 gün tedaviye ara verilerek vücut dinlendiriliyor, zarar gören sağlıklı hücrelerin kendilerini toparlamasına olanak sağlanıyor.
Eğer kozmetik amaçla meme koruyucu ameliyat yapılmışsa, yani memenin tümü alınmamışsa, bu hastalara ameliyat sonrası dönemde (kanserin alındığı memeye) radyoterapi yapılması gerekiyor. Bu hastalarda kanserin tekrar etmesini önlemek için bu tedavi uygulanıyor.
Işın tedavisi, memenin tümünün alındığı (mastektomi) durumlarda bazı hastalar için gerekiyor, bazıları için ise gerekmiyor. Memenin tamamının alınmasına rağmen radyoterapi gerektiren durumlar;
Ameliyattan sonra yara iyileşmesini takiben 1-2 hafta sonra radyoterapiye başlanabilir. Eğer kemoterapinin önce uygulanması düşünülüyor ise, radyoterapiye daha sonra başlanabilir; ama bu çok gecikmemeli. Işın tedavisinin ameliyat sonrası ilk 16 hafta içinde uygulamasının daha etkili olduğu bildiriliyor. Bazen kemoterapi ile ışın tedavisi birlikte uygulanabiliyor. Bu hastayı biraz sarsıyor. Böyle durumlarda ışın tedavisinin kemoterapi bittikten 2 hafta sonra başlaması daha uygun görülüyor.
Kanser hücrelerinin vücuda dağılması olasılığının daha fazla olduğu durumlarda önce kemoterapi uygulanıyor. Birlikte veya daha sonra radyoterapi uygulanıyor. Ama ameliyat edilen bölgede kanserli hücre kalma olasılığı daha fazlaysa, önce radyoterapi sonra veya birlikte kemoterapi uygulanıyor. Bu duruma, hekiminiz kanserin özelliklerine göre karar veriyor.
Bazen tümör tedavi edilemeyecek kadar ilerlemişse, radyoterapi yapılarak küçültülüyor. Bu sayede baskı ve ağrı gibi bulgular azalıyor, hastaya daha iyi bir yaşam kalitesi sağlanıyor. Buna palyatif radyoterapi diyoruz.
Radyoterapinin uygulanmasından sorumlu olan hekimlere “radyasyon onkoloğu“ diyoruz. Hangi tip radyoterapi uygulanacak, ne kadar süreyle uygulanacak gibi sorulara radyasyon onkoloğunuz karar veriyor. Hekiminizin çizdiği tedavi programını radyasyon terapistiniz uyguluyor.
Radyoterapi uygulanan bölgeye daha ileride ikinci bir radyoterapi uygulanamıyor. Ama vücudun farklı bir bölgesine kanser atlamışsa o bölgeye tekrar radyoterapi uygulanabiliyor. Bu nedenle daha önce başka bir hastalık nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi yapılmışsa, meme kanseri nedeniyle bu bölgeye radyoterapi uygulanamıyor.
Günümüzde gelişmiş yöntemler kullanılarak radyoterapinin yan etkileri en aza indirilmeye çalışılıyor. Buna rağmen tedavi sırasında sağlıklı doku ve hücrelerin zarar görmesiyle bazı istenmeyen yan etkiler olabiliyor.
Meme kanseri nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi uygulandığında, bazen kalp zarar görebilir. Yine bu bölgede yer alan akciğerler zarar görebiliyor. Radyasyon pnömonisi dediğimiz bu tabloda, öksürük, ateş ve solunum güçlüğü ortaya çıkıyor.
Koltuk altı bölgesine uygulandığı zaman kolda lenfödem dediğimiz kol şişmesi riski artıyor. Bu durum, erken dönemde fark edilip gerekli önlemler alınmazsa, önemli fiziksel sorunlara yol açabiliyor.
Yine zaman zaman bölgedeki sinirler hasara uğrayarak nadiren de olsa kolda felce kadar giden ciddi sorunlara yol açabiliyor. Fakat yeni teknolojiyle üretilmiş cihazlar ve deneyimli ekiplerce uygulandığı zaman bu riskler en aza iniyor.
Radyoterapi sırasında ışınların uygulandığı deride de bazı sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorun, hafif bir kızarıklıktan derin yara oluşumuna kadar değişebiliyor. Yan etkileri en aza indirebilmek için bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor.
Tedaviye başlamadan önce kullandığınız tüm ilaçları hekiminize bildirin. Tedavi sırasında bir ilaç kullanacaksanız, mutlaka hekiminize danışarak alın.
Radyoterapi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi halsizlik ve yorgunluktur. Tedavi bitiminden itibaren 4-6 hafta kadar devam edebilir. Vücudunuz, tedaviniz sırasında fazladan enerji sarf eder. Gününüzü sık uyku ve dinlenme aralıklarıyla programlayın. Eğer yapabiliyorsanız, yarım saatlik yürüyüş egzersizleri, sizi psikolojik açıdan daha güçlü kılacak, hayata bağlayacaktır. Unutmayın moral ve psikolojik açıdan güçlü olmanız, tedavinizin en önemli anahtarlarından birisi.
İyi bir beslenme rejimi, kaybettiğiniz enerjiyi toplamanıza yardım edecek. Dengeli beslenerek kilo kaybını önlemeniz gerekiyor. Eğer iştahınız azalmışsa, kısa aralıklarla sık sık yiyin. Hekiminize danışarak, gerekiyorsa ek vitamin de kullanabilirsiniz. Tedaviniz sırasında E vitamini almanız önerilmiyor.
Özellikle tedavi gören bölgeyi sıkı ve sert kumaştan yapılmış giyeceklerden uzak tutun. Yumuşak pamuklu giyecekleri tercih edin.
Eğer omuz bölgesinde sertleşme ve hareket kısıtlılığı varsa, hekiminize danışarak omuz egzersizlerine başlayın. Buna ne kadar erken başlarsanız tedavisi o kadar kolay olur.
Eğer rahat ediyorsanız bir süre sütyen kullanmamanız öneriliyor. Fakat bu sizi rahatsız ediyorsa, pamuklu yumuşak kumaştan yapılmış, geniş askılı sütyenleri tercih edin (bunlar daha çok spor mağazalarında satılıyor). Işın gören bölgedeki hassas derinin sürtünmeden korunmasını sağlayın. Altı telli veya balenli sütyenleri kesinlikle kullanmayın.
Radyoterapi sırasında deride sulanma şeklinde yüzeysel veya derin yaralar açılabilir. Bu yaralar için, çinko oksit içeren kremler kullanabilirsiniz.
Kesinlikle unutulmamalıdır ki,
Meme muayenesi yapılmadan çekilen ve değerlendirilen mamografi ve meme ultrasonografisinin güvenilirliği azdır. Bu incelemelerde olağandışı bir olguya rastlanmaması, memelerde hastalık olmadığı anlamına gelmez.
Meme dokusundan bir örnek alınarak, bu örneğin mikroskop altında incelenmesi ve böylece meme kanseri olup olmadığının araştırılması meme biyopsisi sayesinde gerçekleştirilebilmektedir. Genellikle meme muayenesi sonucunda bir yumru bulunmasıyla ya da mamografi, ultrasonografi ve MR gibi görüntüleme yöntemleriyle şüpheli bir alanın tespit edilmesiyle meme biyopsisi yapılması gerekli olmaktadır. Meme biyopsisi ile alınan meme dokusu örneği patolog tarafından incelenmektedir ve böylece meme kanserinin olup olmadığı kesinleştirilebilmektedir. Meme biyopsisini yapmanın birçok farklı yöntemi vardır. MR rehberliğinde biyopsiyapılması da bu yöntemlerden bir tanesidir.
Memenin MR ile incelenmesi, meme kanseri tespit edilen kadınlarda ameliyat yapılmadan önce memede başka bir odak olup olmadığının tespit edilmesi ya da yüksek risk faktörlerine sahip olan kadınlarda tarama yapılması amacıyla kullanılmaktadır. Başka görüntüleme yöntemleri ile saptanamayan şüpheli bulgular, MR yöntemi ile kolayca saptanabilmektedir. Yakın bir zamana kadar ülkemizde sadece MR’da görülebilen bulgulara biyopsi yapılamamaktaydı. Bu hastalar hekim tarafından yakından gözetim altında tutuluyor ve belirli bir süre endişe içerisinde beklemek zorunda kalıyorlar ya da gereksiz bir yere ameliyat olmak, anestezi almak zorunda kalıyorlardı. Hatta kimi zaman memede ne olduğu tam olarak bilinemeyen bulgular saptandığı için meme kanserli kadınlara koruyucu tedavi uygulanamıyor ve bu kadınların memesinin tamamen alınması tercih ediliyordu. Artık kolayca uygulanabilen MR rehberliğinde biyopsi sayesinde MR ile tespit edilmiş olan kitlelere biyopsi yapılabiliyor ve kesin olarak konulan teşhis ile kadınlar endişe içerisinde beklemeden, gereksiz tedavi ve ameliyatlara maruz kalmıyorlar.
Ülkemizde sınırlı sayıda olan merkezlerde yapılabilen MR rehberliğinde biyopsi hastalar meme MR çekimlerinde olduğu gibi yüz üstü yatar. Bilgisayar yardımıyla şüpheli alanın koordinatları üç boyutlu bir şekilde belirlenmektedir. Koordinatları belirlenen bölgeye iğne biyopsisi veya ameliyat öncesinde işaretleme yapılabilmektedir.
MR rehberliğinde biyopsi uygulaması ülkemizde yeni yeni uygulanmaya başlayan bir yöntem olduğu için sadece belirli sayıda merkezlerde gerçekleştirilebilmektedir. Bu biyopsi tekniği diğer biyopsi tekniklerinden pek farklı olmasa da, işlem yapılırken özel MR cihazı ve biyopsi aparatları gerekli olmaktadır. Bu faktörler de sistemin dezavantajları arasında sayılmaktadır. MR rehberliğinde biyopsi uygulaması meme kanseri teşhisinde arada kalmış olan hastalara umut sağlayan yeni imkanlar içerisinde sayılmaktadır.
Tüm biyopsilerde olduğu gibi MR rehberliğinde biyopsi uygulaması sonrasında da hastalar ağrı hissetmemektedir. Eğer hafif derecede bir ağrı hissedilirse de kan sulandırıcı etkisi olmayan ağrı kesiciler kullanılabilmektedir. Genellikle biyopsi sonrasında hastalar günlük yaşamlarına kolaylıkla devam edebilmektedirler. Çok özel durumlar haricinde, çalışan kadınlar işlerine geri dönebilmekte, biyopsi sebebiyle herhangi bir sıkıntı hissetmemektedirler. MR rehberliğinde biyopsi uygulamasında uygun teknikler kullanılması sebebiyle, herhangi bir komplikasyon oluşması riski oldukça düşüktür. En sık görülmekte olan komplikasyon ise biyopsinin yapıldığı bölgede kanama oluşmasıdır. Bu durum özellikle kan sulandırıcı etkisi olan ilaç kullanan kişilerde daha sık görülmektedir. Bu nedenle hastaların MR rehberliğinde biyopsi uygulaması yapılmadan önce hekimlerine kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi vermeleri gerekmektedir. Biyopsi sonrasında meydana gelen kanama ise herhangi bir müdahaleye gerek olmadan kendiliğinden iyileşmektedir.
MR eşliğinde biyopsi ya da diğer biyopsi türleri ile elde edilen doku örneklerinin incelenmesi birkaç gün sürebilmektedir. Yani sonuçlar hemen elde edilememektedir. Biyopsi sonrasında elde edilen dokular, vücut dokularının analizi konusunda uzman olan patologlar tarafından incelenir. Bu inceleme sırasında mikroskop ve diğer özel cihazlar kullanılmaktadır. Doku örneklerini inceledikten sonra patolog elde ettiği sonuçları bir rapor hazırlayarak açıklar ve ilgili hekime gönderir. Patoloji raporunda MR eşliğinde biyopsi veya biyopsi türleri ile hastadan alınmış olan doku örneklerinin boyutu, rengi ve kıvamı ile birlikte biyopsi yapılan alanda kanser hücrelerinin yer alıp almadığı ve tespit edilen hastalığın özellikleri detaylı bir şekilde açıklanmaktadır.
Yapılmış olan meme biyopsisinde sonuçların kanser çıkmadığı durumlarda, memede bulunan kitlenin gerçekten iyi huylu olduğu konusunda radyoloji ve patoloji uzmanı ile meme cerrahının fikir birliğine varıp varmadıkları önemlidir. Kimi zaman hastanın tedavisinde rol alan bu uzmanlar farklı görüşlere sahip olabilmektedirler. Böyle bir durum söz konusu ise daha kesin sonuçlar elde edilebilmesi için detaylı tetkikler ya da ameliyat yapılması gerekebilmektedir.
Patoloji raporunda meme kanseri teşhisi yapıldıysa, ne tür bir kanser olduğu, hormon reseptörlerinin pozitif ya da negatif olup olmadığı gibi detaylı bilgiler de yer alacaktır. Patoloji raporunda kanserin evresi ve türüne göre hekimler hastalarına ve tümöre özel bir tedavi planı oluşturmaktadırlar. Bu nedenle MR eşliğinde biyopsi ya da diğer biyopsi türleri ile elde edilen doku örneklerinin detaylı ve özenli bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. İnceleme sonucunda elde edilen bilgilere göre hastanın sağlık durumu değerlendirilecek ve gerekli tedaviye hemen başlanacaktır.
Meme kanserinde belirli risk faktörlerine sahip olan kadınların hastaya özgü risk analizi sonrasında, uygun takip ve tarama programına alınması erken teşhis için hayati önem arzeder. Mutasyonu bulunan (BRCA 1 ve BRCA 2 gibi) ve ameliyat ile risk azaltıcı cerrahi kararı verilen ancak böylesi bir girişim yapılmayan hastalarda MR takibi yapılabilmektedir. Ayrıca, yüksek aile öyküsü, memede prekanseröz lezyonların saptanması gibi nedenlerden dolayı MR çekilen ve şüpheli bir lezyon bulunan hastalarda tüm bulgular topluca değerlendirilir. MR da görülen lezyonun, ultrasonografi veya mamografi ile bulunması durumunda, göreceli olarak daha kolay olan ultrasonografi veya mamografi altında biyopsi yapılması ile tanı konulabilir. Ancak, şüpheli lezyonun,
MR dışında görüntülenememesi durumunda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. MR altında biyopsi ile, mamografi ve ultrasonografide görünemeyen tümörlerin tanısı konabilir. Bunun dışında, meme kanseri tanısı konulan hastalarda, aynı memede veya karşı memede MR ile bulunan şüpheli ek odakların, ameliyat önvcesinde tanısının kesinleştirilmesinde MR altında biyopsi yapılabilmesi oldukça önemlidir. MR altında biyopsi imkanı olmadığı ve ek odakların tümör olup olmadığının kesinleştirilemediği durumlarda olası sonuçlar da hasta ile tartışılmalıdır. Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, MR ile saptanan ek odaklar, kanser olmayabilir, bu durumda biyopsi yapılmadan yapılacak daha radikal bir girişim, gereğinden fazla bir girişim olarak nitelendirilebilir. Aksi durum da söz konusu olabilir. MR çekilen ve MR da şüpheli olarak nitelendirilen odakların dikkate alınmadığı, biyopsi ile sonucun kesinleştirilmediği ve takip yapılan hastalarda, bu oluşumların tümör olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Ayrıca kadınlarda kansere bağlı ölümlerin en başında da meme kanseri gelmektedir. Bu nedenlerle memesinde şüpheli bir durumla karşılaşan kadınların vakit kaybetmeden bir meme cerrahına müracaat etmeleri büyük önem taşır. Memede sıradışı bir durumla karşılaşan hekim, biyopsi yapılmasını isteyebilir. Biyopsi, cerrahi biyopsi (ameliyat) veya iğne biyopsisi şeklinde yapılabilir.
Cerrahi biyopsi, insizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun bir kısmı çıkarılır) veya eksizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun tamamı çıkarılır) biyopsi şeklinde yapılabilir. Bu biyopsi türleri genellikle ameliyathane veya biyopsi odası denilen ve cerrahi girişim imkanı veren birimlerde yapılabilir. İşlem yaklaşık 30-60 dakika sürer. Hasta aynı gün evine gönderilebilir, düşük olasılıkla kanama, infeksiyon gibi problemlerle karşılaşılabilir. Çıkan sonuca göre doktorunuz izlenecek yol ile ilgili sizi bilgilendirir. Günümüzde tanı amacıyla cerrahi biyopsi yapılması (insizyonel veya eksizyonel) tercih edilmemektedir.
İğne biyopsileri, kolay, ağrısız, pratik, komplikasyon oranı düşük, tanı koyma oranları %95 ve üzerinde olan ve günümüzde tercih edilen ve önerilen tanı koyma yöntemidir. İşlem 5-10 dakika kadar sürmektedir. Biyopsi sonucuna göre memede bulunan kitlenin iyi huylu ya da kötü huylu olduğuna karar verilmektedir. Böylece nasıl bir tedavi yöntemi izleneceğine karar verilebilmektedir.
Yapılacak biyopsi işlemi kadınlarda bir gerginliğe ve tedirginliğe neden olabilmektedir. Kadınlar bu nedenle korkuya kapılmakta ve işlemi yaptırmak istememektedir. Böyle durumlarda aile fertleri ve doktor hastayı anlamaya çalışmalı ve işlemin gerekliliği konusunda hastayı bilgilendirmeli ve cesaretlendirmelidir. İşlem konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilen hastanın kaygısı azalmakta ve daha rahat olmaktadır. Cerrahi biyopsilerde hastanın işlem için hastaneye aç karna gelmesi gerekirken, iğne biyopsilerinde böyle bir zorunluluk yoktur. Hastanın kullandığı ilaçlarla ilgili doktorunu bilgilendirmesi büyük önem taşır. Özellikle kan sulandırıcı ilaçlar (aspirin, kumadin gibi) hakkında ve ek hastalıkları konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi veya alternatif başka ilaçlara geçilmesi gerekebilmektedir.
Meme kanseri tanısı için iğne biyopsisi şart mı?
Meme kanseri saptanan hastalarda, en sık doktora müracaat nedeni, ele gelen kitledir. Tanı amacıyla doktora müracaat eden hastada ilk yapılan ayrıntılı sorgulama sonrasında elle muayenedir. Muayene ve radyolojik incelemeler ışığında şüpheli bir durumun tespitinde ilk tercih edilecek biyopsi yöntemi iğne biyopsisidir. Biyopsi ile kitlenin iyi veya kötü huylu olduğu aydınlatılır. Biyopsi ile tümörün / kanserin yayılması söz konusu değildir. Doğru tanı ve tedavi için mutlaka yapılmalıdır.
Biyopsi işlemi yapılmadan önce hastanın memesinde biyopsi yapılacak yer lokal anestezi ile uyuşturulur.
Yapılan biyopsi sonucunda eğer kitle kötü huylu ise hastanın tedavisi planlanır. Tedavi planında ilk basamak tedavi cerrahi (ameliyat) olabileceği gibi, kemoterapi, hormonoterapi gibi diğer yöntemlerle de tedavi başlayabilir ve cerrahi tedavi (ameliyat) daha sonraya bırakılabilir. Memede ele gelen ve biyopsi yapılan her kitle kanser değildir. Biyopsi yapılan hastaların ancak %10-40’nda meme kanseri mevcuttur. Biyopsi kararı verilince hemen korkmayınız ve doktorunuzun direktiflerini izleyiniz.
Yapılan iğne biyopsisinde bulguların iyi huylu gelmesiyle hastalar genellikle pek çok gereksiz işlemden kurtulurlar. Hastanın ameliyat olmasına, anestezi almasına veya daha başka tetkiklerin ve girişimlerin yapılmasına gerek kalmaz.
İğne biyopsileri doktorunuzun ofisinde doktorunuz tarafından yapılabileceği gibi, radyoloji doktoru tarafından da yapılabilir. Bu durumda biyopsi, ultrasonografi, mamografi veya MR altında yapılabilir.
İğne biyopsisi radyoloji rehberliğinde yapılabilir. Radyoloji rehberliğinde yapılan iğne biyopsileri, ultrasonografi, mamografi veya MR /manyetik rezonans görüntüleme) altında yapılabilir. Bu yöntemlerden en çok ultrasonografi rehberliğinde biyopsi uygulanır. Ultrasonografi rehberliğinde meme biyopsisi, hızlı, kolay, pratik bir yöntemdir. Ultrasonografi kullanıldığundan hasta radyasyon almaz. İşlemi yapan hekim, işlemin tüm aşamalarını görerek yaptığından, doğruluk oranları radyoloji rehberliğinde yapılmayan biyopsilere göre yükselir.
Memede şüpheli lezyonu bulunan hastalarda, iğne biyopsisi kesin tanının konması için en güvenilir, pratik ve komplikasyon oranı düşük işlemdir. Biyopsi kararı sizi korkutmamalıdır.
Ultrasonografide ve mamografide görülmeyip MR da görülen lezyonlarda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. Bu işlem daha az merkezde yapılabilen ve özel bir donanım varlığında gerçekleştirilebilecek biyopsi türüdür.
Vakum biyopsi, kalın iğne biyopsisine göre daha fazla dokunun alındığı biyopsi yöntemidir. Daha çok radyolojik incelemelere göre şüpheli olduğu bildirilen lezyonlarda tercih edilir. Ayrıca ultrasonografi ile görülemeyen ve mamografide kendini riskli kireçlenme ile gösteren, ameliyat olmadan iğne biyopsisi ile tanı olasılığının mümkün olmadığı durumlarda vakum biyopsi ile tanı konulabilir. Biyopsi sonucunun iyi huylu bulunduğu durumlarda, şüpheli lezyon memeden çıkarılmış hem tanı konulmuş hem de hastanın tedavisi tamamlanmış olur. Vakum biyopsi sonucunun malign (kötü huylu) geldiği durumlarda hastanın tanısı konulmuş olur, hastada tümör tedavisi için gerekli planlamalar yapılabilir.
Biyopsi Türleri
İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)
Memede saptanan bmöir kitleden örnek alınması, içi sıvı dolu birkistin boşaltılması veya koltuk altında ortaya çıkan lenf bezelerinden örnbek alınması amacıyla kullanılşabilir.
Hızlı, pratik, ucuz bir yöntemdir. Hastanın derisini kesmeye, dikiş atılmasına gerek kalmaz.
Bir enjektör yardımıyla uygulanır. Örnek alınacak yer içine enjektör batırılarak hücre örneği alınır. Alınan hücre miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etmek amacıyla bir patoloji uzmanı işleme eşlik edebilir.
İşlemin avantajları, sadece bir enjektör kullanıldığından, hastaya sıkıntı verecek kesme, dikiş atma gibi girişimler gerekmemektedir. Biyopsi yöntemleri içinde en ucuz yöntemdir. Sonuçlar çok hızlı olarak (1-2 gün) öğrenilebilir. Hastanın vücudunda ağrı, kanama, morarma, enfeksiyon gibi komplikasyonların oluşma olasılığı yok denecek kadar azdır.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinin dezavantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre doğruluk oranı daha düşüktür, %75 ila %80 arasında değişmektedir. İşlemin başarısı, yeterli tecrübeye sahip patolog ile doğru orantılıdır ve sitoloji konusunda tecrübeli sitopatolog ile doğruluk ve kesinlik oranları artmaktadır. Bu konuda yetişmiş sitopatolog sayısının hem ülkemizde hem dünyada çok fazla olmadığı söylenebilir.
Kesici İğne Biyopsisi (Kalın iğne biyopsisi – Tru-cut Biyopsi)
İnce iğne aspirasyon biyopsisinde kullanılan iğnelere oranla kalınlık olarak 2 ila 4 mm. kalınlığındaki iğneler kullanılmaktadır. Ayrıca diğerinden bir farkı da biyopsi tabancası kullanılması gerekliliğidir.
Uygulanma şekli olarak, iğne kitlenin ucuna yerleştirilmektedir. Tabancaya basınca iğne kitlenin içerisine gitmekte ve bir parça alıp geri gelmektedir. İğne meme içerisinden çıkarılmakta, alınan parça formol denilen bir çözelti içine konmaktadır. İşlem birkaç kez tekrarlanmaktadır, böylece biyopsi yapılan lezyonun farhklı noktalarından örnek alınabilmekte ve işlemin doğruluk oranları yükseltilmektedir. Patoloji laboratuarına gönderilen örneklerin inceleme sonuçları birkaç gün içinde bildirilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin avantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre daha kesin sonuç elde edilebilmektedir ve doğruluk oranları %95’lere ulaşmaktadır. Meme kanseri tanısında en çok kullanılan biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trucut – kalın iğne). Normal iğneye göre daha kalın olduğundan ciltte 1-2 mmlik bir kesi yapılması gerekmektedir. Ancak yapılan kesi birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. İşlem sonrasında hastalara az da olsa hafif ama geçici ağrı çekmektedir. Biyopsiye bağlı küçük morarmalar görülebilse de ciddi sıkıntıya yol açmamakta, çabuk iyileşmekte ve rahatsızlık hissi kabul edilebilir ve sıkıntı yaratmayacak düzeyde olabilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin dezavantajları, kullanılan iğnelerin, ince iğne biyopsisinde kullanılan iğnelere göre daha işlevsel olduğundan daha pahalı olmasıdır. Maliyet, daha az tercih edilmesindeki en önemli etkendir. Son yıllarda alternatif firmaların varlığı ve rekabet ile iğnenin ucuzlaması ile daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır.
Meme kanseri düşünülen bir hastada ilk tercih edilecek biyopsi yönteminin kesici iğne (=kalın iğne = trucut) biyopsisi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Ayrıca kadınlarda kansere bağlı ölümlerin en başında da meme kanseri gelmektedir. Bu nedenlerle memesinde şüpheli bir durumla karşılaşan kadınların vakit kaybetmeden bir meme cerrahına müracaat etmeleri büyük önem taşır. Memede sıradışı bir durumla karşılaşan hekim, biyopsi yapılmasını isteyebilir. Biyopsi, cerrahi biyopsi (ameliyat) veya iğne biyopsisi şeklinde yapılabilir.
Cerrahi biyopsi, insizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun bir kısmı çıkarılır) veya eksizyonel (ameliyatla şüpheli oluşumun tamamı çıkarılır) biyopsi şeklinde yapılabilir. Bu biyopsi türleri genellikle ameliyathane veya biyopsi odası denilen ve cerrahi girişim imkanı veren birimlerde yapılabilir. İşlem yaklaşık 30-60 dakika sürer. Hasta aynı gün evine gönderilebilir. Düşük olasılıkla kanama, infeksiyon gibi problemlerle karşılaşılabilir. Çıkan sonuca göre doktorunuz izlenecek yol ile ilgili sizi bilgilendirir. Günümüzde tanı amacıyla cerrahi biyopsi yapılması (insizyonel veya eksizyonel) tercih edilmemektedir.
İğne biyopsileri kolay, ağrısız, pratik, komplikasyon oranı düşük, tanı koyma oranları %95 ve üzerinde olan ve günümüzde tercih edilen ve önerilen tanı koyma yöntemidir. İşlem 5-10 dakika kadar sürmektedir. Biyopsi sonucuna göre memede bulunan kitlenin iyi huylu ya da kötü huylu olduğuna karar verilmektedir. Böylece nasıl bir tedavi yöntemi izleneceğine karar verilebilmektedir.
Yapılacak biyopsi işlemi kadınlarda bir gerginliğe ve tedirginliğe neden olabilmektedir. Kadınlar bu nedenle korkuya kapılmakta ve işlemi yaptırmak istememektedir. Böyle durumlarda aile fertleri ve doktor hastayı anlamaya çalışmalı ve işlemin gerekliliği konusunda hastayı bilgilendirmeli ve cesaretlendirmelidir. İşlem konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilen hastanın kaygısı azalmakta ve daha rahat olmaktadır. Cerrahi biyopsilerde hastanın işlem için hastaneye aç karna gelmesi gerekirken, iğne biyopsilerinde böyle bir zorunluluk yoktur. Hastanın kullandığı ilaçlarla ilgili doktorunu bilgilendirmesi büyük önem taşır. Özellikle kan sulandırıcı ilaçlar (aspirin, kumadin gibi) hakkında ve ek hastalıkları konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi veya alternatif başka ilaçlara geçilmesi gerekebilmektedir.
Meme kanseri saptanan hastalarda, en sık doktora müracaat nedeni, ele gelen kitledir. Tanı amacıyla doktora müracaat eden hastada ilk yapılan ayrıntılı sorgulama sonrasında elle muayenedir.
Muayene ve radyolojik incelemeler ışığında şüpheli bir durumun tespitinde ilk tercih edilecek biyopsi yöntemi iğne biyopsisidir. Biyopsi ile kitlenin iyi veya kötü huylu olduğu aydınlatılır. Biyopsi ile tümörün / kanserin yayılması söz konusu değildir. Doğru tanı ve tedavi için mutlaka yapılmalıdır.
Biyopsi işlemi yapılmadan önce hastanın memesinde biyopsi yapılacak yer lokal anestezi ile uyuşturulur.
Yapılan biyopsi sonucunda eğer kitle kötü huylu ise hastanın tedavisi planlanır. Tedavi planında ilk basamak tedavi cerrahi (ameliyat) olabileceği gibi, kemoterapi, hormonoterapi gibi diğer yöntemlerle de tedavi başlayabilir ve cerrahi tedavi (ameliyat) daha sonraya bırakılabilir. Memede ele gelen ve biyopsi yapılan her kitle kanser değildir. Biyopsi yapılan hastaların ancak %10-
40’nda meme kanseri mevcuttur. Biyopsi kararı verilince hemen korkmayınız ve doktorunuzun direktiflerini izleyiniz.
Yapılan iğne biyopsisinde bulguların iyi huylu gelmesiyle hastalar genellikle pek çok gereksiz işlemden kurtulurlar. Hastanın ameliyat olmasına, anestezi almasına veya daha başka tetkiklerin ve girişimlerin yapılmasına gerek kalmaz.
İğne biyopsileri doktorunuzun ofisinde doktorunuz tarafından yapılabileceği gibi, radyoloji doktoru tarafından da yapılabilir. Bu durumda biyopsi, ultrasonografi, mamografi veya MR altında yapılabilir.
İğne biyopsisi radyoloji rehberliğinde yapılabilir. Radyoloji rehberliğinde yapılan iğne biyopsileri, ultrasonografi, mamografi veya MR /manyetik rezonans görüntüleme) altında yapılabilir. Bu yöntemlerden en çok ultrasonografi rehberliğinde biyopsi uygulanır. Ultrasonografi rehberliğinde meme biyopsisi, hızlı, kolay, pratik bir yöntemdir. Ultrasonografi kullanıldığından hasta radyasyon almaz. İşlemi yapan hekim, işlemin tüm aşamalarını görerek yaptığından, doğruluk oranları radyoloji rehberliğinde yapılmayan biyopsilere göre yükselir.
Memede şüpheli lezyonu bulunan hastalarda, iğne biyopsisi kesin tanının konması için en güvenilir, pratik ve komplikasyon oranı düşük işlemdir. Biyopsi kararı sizi korkutmamalıdır.
Ultrasonografide ve mamografide görülmeyip MR da görülen lezyonlarda MR altında biyopsi yapılması gerekebilir. Bu işlem daha az merkezde yapılabilen ve özel bir donanım varlığında gerçekleştirilebilecek biyopsi türüdür.
Vakum biyopsi, kalın iğne biyopsisine göre daha fazla dokunun alındığı biyopsi yöntemidir. Daha çok radyolojik incelemelere göre şüpheli olduğu bildirilen lezyonlarda tercih edilir. Ayrıca ultrasonografi ile görülemeyen ve mamografide kendini riskli kireçlenme ile gösteren, ameliyat olmadan iğne biyopsisi ile tanı olasılığının mümkün olmadığı durumlarda vakum biyopsi ile tanı konulabilir. Biyopsi sonucunun iyi huylu bulunduğu durumlarda, şüpheli lezyon memeden çıkarılmış hem tanı konulmuş hem de hastanın tedavisi tamamlanmış olur. Vakum biyopsi sonucunun malign (kötü huylu) geldiği durumlarda hastanın tanısı konulmuş olur, hastada tümör tedavisi için gerekli planlamalar yapılabilir.
Memede saptanan tümör, kitleden örnek alınması, içi sıvı dolu birkistin boşaltılması veya koltuk altında ortaya çıkan lenf bezlerinden örnek alınması amacıyla kullanılabilir.
Hızlı, pratik, ucuz bir yöntemdir. Hastanın derisini kesmeye, dikiş atılmasına gerek kalmaz.
Bir enjektör yardımıyla uygulanır. Örnek alınacak yer içine enjektör batırılarak hücre örneği alınır. Alınan hücre miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etmek amacıyla bir patoloji uzmanı işleme eşlik edebilir.
İşlemin avantajları, sadece bir enjektör kullanıldığından, hastaya sıkıntı verecek kesme, dikiş atma gibi girişimler gerekmemektedir. Biyopsi yöntemleri içinde en ucuz yöntemdir. Sonuçlar çok hızlı olarak (1-2 gün) öğrenilebilir. Hastanın vücudunda ağrı, kanama, morarma, enfeksiyon gibi komplikasyonların oluşma olasılığı yok denecek kadar azdır.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinin dezavantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre doğruluk oranı daha düşüktür, %75 ila %80 arasında değişmektedir. İşlemin başarısı, yeterli tecrübeye sahip patolog ile doğru orantılıdır ve sitoloji konusunda tecrübeli sitopatolog ile doğruluk ve kesinlik oranları artmaktadır. Bu konuda yetişmiş sitopatolog sayısının hem ülkemizde hem dünyada çok fazla olmadığı söylenebilir.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinde kullanılan iğnelere oranla kalınlık olarak 2 ila 4 mm. kalınlığındaki iğneler kullanılmaktadır. Ayrıca diğerinden bir farkı da biyopsi tabancası kullanılması gerekliliğidir.
Uygulanma şekli olarak, iğne kitlenin ucuna yerleştirilmektedir. Tabancaya basınca iğne kitlenin içerisine gitmekte ve bir parça alıp geri gelmektedir. İğne meme içerisinden çıkarılmakta, alınan parça formol denilen bir çözelti içine konmaktadır. İşlem birkaç kez tekrarlanmaktadır, böylece biyopsi yapılan lezyonun farhklı noktalarından örnek alınabilmekte ve işlemin doğruluk oranları yükseltilmektedir. Patoloji laboratuarına gönderilen örneklerin inceleme sonuçları birkaç gün içinde bildirilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin avantajları, diğer biyopsi yöntemlerine göre daha kesin sonuç elde edilebilmektedir ve doğruluk oranları %95’lere ulaşmaktadır. Meme kanseri tanısında en çok kullanılan biyopsi yöntemi kesici iğne biyopsisidir (trucut – kalın iğne). Normal iğneye göre daha kalın olduğundan ciltte 1-2 mmlik bir kesi yapılması gerekmektedir. Ancak yapılan kesi birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. İşlem sonrasında hastalara az da olsa hafif ama geçici ağrı çekmektedir. Biyopsiye bağlı küçük morarmalar görülebilse de ciddi sıkıntıya yol açmamakta, çabuk iyileşmekte ve rahatsızlık hissi kabul edilebilir ve sıkıntı yaratmayacak düzeyde olabilmektedir.
Kesici iğne biyopsisinin dezavantajları, kullanılan iğnelerin, ince iğne biyopsisinde kullanılan iğnelere göre daha işlevsel olduğundan daha pahalı olmasıdır. Maliyet, daha az tercih edilmesindeki en önemli etkendir. Son yıllarda alternatif firmaların varlığı ve rekabet ile iğnenin ucuzlaması ile daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır.
Meme kanseri düşünülen bir hastada ilk tercih edilecek biyopsi yönteminin kesici iğne (=kalın iğne = trucut) biyopsisi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri genel olarak kadınlarda görülse de, her 100 kadın meme kanserine karşılık, 1 erkekte meme kanseri görülmektedir. Meme kanseri, memede yer alan süt bezleri ya da süt kanallarından kaynaklanır. Tıbbın ve teknolojinin ilerlemesine rağmen meme kanserinin kesin nedeninin tam olarak bilinmediği söylenebilir. Bununla birlikte genetik geçiş ve gen mutasyonlarının suçlandığı bir grup bulunmaktadır. Bu noktada, genetik geçişli meme kanseri sıklığının tüm meme kanseri içindeki oranının sadece % 5-10 dolaylarında olduğunun altını çizmek gerekir. Memenin süt bezlerinde ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerde tam bilinmeyen çeşitli nedenler sonucunda hücrelerin beklenmedik bir şekilde çoğalmasından meme kanserinin kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu arada kontrolsüz hücre büyümesi olarak adlandırılabilecek durum, yeni damar oluşumu ile devam etmekte ve meme kanseri başka organlara da sıçrayabilmektedir. Bu yüzden erken tanı hem kadınların memelerini koruyabilmek, hem de başka organlara sıçramasını engellemek açısından son derece önemli bir noktadır. Kadınlar herhangi bir belirti ve şikayete mahal vermeden, düzenli aralıklarla kontrollerini yaptırmalıdırlar.
Hangi etkenlerden olduğunun bilinmemesinin yanı sıra meme kanseri riski, özellikle gen mutasyonlarına bağlı olan hastalarda ebeveynlerin çocuklarına taşınabilmektedir. Meme kanserinin oluşmasında en bilinen neden, genlerde oluşan kansere eğilimli mutasyonlardır.
Meme kanseri tanısında ve tedavinin planlanmasında kullanılan yöntemlerden biri de MR (manyetik rezonans) görüntülemesidir. Ultrasonografi ve mamografi ile birlikte değerlendirildiğinde daha kesin sonuçlar ve hangi tedavi şeklinin izleneceğine karar verilmektedir. MR görüntüleme, genellikle tek başına tercih edilecek veya mamografi / ultrasonografi yerine kullanılacak bir yöntem değildir. İndikasyonu bulunmayan durumlarda yapılması, gereksiz biyopsilere neden olabilmektedir. Diğer incelemelere göre daha pahalı bir görüntüleme yöntemidir.
MR görüntülemenin en önemli indikasyonu, kanser tanısı konulan kadınlarda, hastalığın memedeki yaygınlığını belirlemek, ek odakların varlığını saptamak ve karşı memede bir başka odağın olup olmadığını kontrol etmektir. Ayrıca yüksek riskli kadınlarda tarama amacı ile de MR görüntüleme yapılmaktadır. Diğer görüntüleme yöntemlerine ek olarak çekilen MR ile, ek odakların ortaya konabilmesi mümkün olabilmektedir. MR ile yeni odakların bulunması durumunda, second look ultrasonografi denilen, MR’da izlenen odakların yeniden yapılan US ile görüntülenmesine çalışılır ve bu noktalardan biyopsi yapılabilir. MR da saptanan ek odakların, second look US ile görülememesi durumunda MR altında biyopsi yapılması gereklidir. Son yıllarda artan sayıda merkezde MR altında biyopsi yapılabilir olmuştur. MR altında biyopsi için, deneyimli bir radyoloji uzmanı ve uygun teknik altyapının bulunması gereklidir. MR altında biyopsinin mümkün olmadığı durumlarda, bulunan lezyonun natürüne bağlı olarak, kısa aralıklarla takip yapılabileceği gibi, ek odaklar nedeniyle cerrahi kararında değişiklikler oluşabilmektedir. MR’da saptanan ek odaklar meme koruyucu cerrahi planlanan hastaların tedavi planını, memenin alınması olarak değiştirilebilmektedir. MR görüntülemenin ilk kullanılmaya başlandığı zamanlara göre, böylesi durumlarla çok daha az sıklıkta karşılaşılmaktadır. Zamanın ilerlemesi ile artık bu durumlar yaşanmamakta ve işlemlerin hepsi sırası ile yapılmaktadır.
MR görüntüleme yöntemi radyasyon içermez, yumuşak dokuların görüntülenmesinde diğer yöntemlere oranla daha başarılı sonuçlar elde edildiği söylenebilir. Bunlara rağmen MR ne kadar güçlü sonuçlar elde etse de, meme kanserinde kesin sonuçlara ulaşılabilmek için diğer görüntüleme yöntemleriyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, ek odak varlığının araştırılması,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda, karşı memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri tanısı konulan hastalarda hastalığın göğüs duvarına yayılım derecesinin belirlenmesinde,
Mamografi ve ultrasonografi değerlendirmelerine ek olarak yüksek klinik şüphe varlığında,
Lokal ileri evre meme kanserinde kemoterapi yanıtının değerlendirilmesinde
Genetik olarak meme kanseri açısından yüksek riskli kadınlarda tarama amacıyla,
Meme protezi olan kadınlarda memenin değerlendirilmesinde,
Meme kanseri nedeniyle eş zamanlı rekonstrüksiyon yapılan hastalarda göğüs duvarı nükslerinin saptanmasında meme MR görüntülemesi yapılabilmektedir.
Yüksek riskli hastalara çeşitli istatistiksel metotlarla meme kanserine yakalanma ihtimali hesaplanmaktadır. Gail, Klaus, BRCAPRO ve bunlar gibi metotlarla hesaplanan ömür boyu meme kanserine yakalanma riskinin yüzde yirmiyi (normal kadında ömür boyu risk % 12-13 dür) geçmesi halinde o kadına mamografinin yanında meme MR ile tarama da önerilmektedir. Bunun için hastanın riskinin doğru bir şekilde hesaplanması gereklidir.
Yüksek riskli hasta grubunda riskin belli bir değeri aşması halinde mamografi ve meme MR taramaları birlikte yapılır. Mamografi ve meme MR taramaları birbirlerini bütünleyici taramalar olup, birinin düzenli yapılması diğerinin yapılmamasını gerektirmez.
Sağlıklı beslenme kansere karşı koruyucu etki yaparken kanser tanısı almış hastalarda da tedavinin en büyük yardımcılarından biri olarak öne çıkıyor. Kemoterapi sürecinde enerjileri en aza inen ve iştahı azalan hastalar doğru bir beslenme planlaması ile zinde kalabiliyor.
Uygun miktarda tüketilecek doğru besinler yaşam kalitesini artırıyor
Kanser tedavisinde kemoterapi sürecinde, hastalığın seyrine olumlu etki yapacak bir beslenme tarzının belirlenmesi çok önemlidir. Bunun için onkololoji uzmanının yanı sıra beslenme ve diyet uzmanından destek alınmalıdır. Hastanın kan değerleri, kemoterapi sonrası yaşadığı süreç ve bağışıklık sisteminin durumuna göre uygulanacak beslenme programı hastanın yaşam kalitesinin artırılmasına olumlu etki yapacaktır.
Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaçlar uzun süreler (üç-beş yıl) ağız yolu ile alınırlar.
Meme kanseri nin oluşmasında kadınlık hormonları östrojen ve progesteronun rolü biliniyor. Bu hastalara yeniden hormon tedavisi uygulanması, bu konuyu bilmeyenlere çelişkili gelmektedir. Aslında bu tedavi bir anti – hormon tedavisidir. Bazı hastalarda kanser hücreleri üzerinde östrojen ve progesteron hormonlarının alıcıları vardır. Bu alıcılar kan dolaşımındaki hormonlarla uyarılarak yeniden meme kanser oluşmasına neden olur. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir.
Adet gören hastalarda vücudun en önemli östrojen kaynağı yumurtalardır. Meme kanserli ve hormon reseptörü pozitif olup, adet gören bu kadınların bazılarında 3 yıl geçici olarak ayda bir veya 3 ayda bir yapılan iğne ile adetler geçici olarak kesilir. Ayrıca ağızdan beş yıl süreyle verilen ilaçla hastalığın aynı meme ve diğer memede tekrarı önlenmeye çalışılır.
Genelde kemoterapi bittikten sonra başlar ve 5 yıl süre ile devam eder. Anti hormon tedavisi sırasında özellikle adet gören kadınlarda sıcak basması, terleme, vücutta yağlanma gibi yakınmalar olabilir.
Meme kanseri olup menopoza giren kadınlara hormon replasman tedavisi verilir mi?
Bizler bu dönemde hastalığın tekrarlanma olasığını arttıracağından menopoz tedavisini tavsiye etmiyoruz.
Hayır. Memede bulunan bir kitle fark edildiğinde muayene ve gerekli görülen tetkiklerle değerlendirilmesi yapılıyor. Eğer kitle içerisine sıvı bulunan basit bir kist ise bunun çıkarılmasına gerek yoktur.
Çok büyük ve ağrılı kistlerin, nadiren enjektörle boşaltılması gerekebilir. Memedeki ödem, gerginlik ve ağrıyı azaltmak için bazı bitkisel ilaçlar önerilebilir.
Memedeki basit kistler menopozdan sonra kendiliğinden kaybolabilir. Genç kadınlarda sık görülebilen iyi huylu meme tümörler fibroadenom adını alır. Bunlar genellikle 2 cm altında ve düzgün sınırlı ise 6 ayda bir yapılan ultrason ile takip edilebilirler. Hızlı büyümeleri ve şekil düzensizlikleri varsa iğne biyopsisi yapılır. Sonuca göre çıkarılabilir. Şüpheli tümörlerin çıkartılmaları ve incelemelerinin yapılması gerekir.
Kemoterapi ilaç tedavisi, kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir.
Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir.
Kemoterapinin hangi durumlarda, hangi ilaçlarla ne süre ile yapılacağı genellikle medikal onkologlarca düzenlenir.
Radyoterapi (ışın tedavisi) kanser hücrelerini tahrip etmek veya yok etmek için x-ışınları, gama ışınları, elektron veya protonlar gibi yüksek enerji partikküllerini veya dalgaların akımını kullanarak uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Meme koruyucu cerrahiler sonrası memeye tekrarlamaları azaltmak amacı ile mutlaka ışın tedavisi uygulanır. Radyoterapide (ışın tedavisinde) amaç, kanser kitlesinin çevresindeki normal dokulara zarar vermeden kanser kitlesini yok etmektir. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Genellikle kanserin tedavisinde kullanılmakla birlikte nadiren kanser dışı hastalıkların tedavisinde de kullanılabilir.
Radyoterapinin en çok uygulandığı kanserler
Radyoterapi ile sadece hastanın etkin bir şekilde tedavi edilmesi değil aynı zamanda tedavi sonrası kaliteli bir yaşam sürmesi de hedeflenmektedir. Bu nedenle radyoterapi uygulamalarında geçmişte kanserli dokuyu tamamen yok etmek için çok geniş bir alanı kapsayan ışınlama tekniklerinin yerini artık tümörün çevresinin tamamen saran ve yalnızca kanserli bölgeyi hedef alan tedaviler almıştır. Böylece sağlıklı dokular daha çok korunabilmekte, çok yüksek ışın kullanılabildiği için de tümör daha yüksek oranda kontrol altına alınabilmektedir. Normal dokuyu tamamen radyasyondan korumak gibi bir durum söz konusu olmasa da dokuların tolerans dozlarını aşmayacak şekilde bir ışınlama ile konfor sağlanmaktadır.
Meme kanseri kadın sağlığı için çok önemli bir konu. Gerek elle yapılan değerlendirmeler, gerek yıllık doktor kontrolleri, gerekse ultrasonografik incelemelerle yaygın kullanılan mamografiler ise son derece önemli tarama araçlarıdır.
Özellikle mamografiler erken teşhiste altın standart olarak kabul ediliyor. Bütün mesele mamografi incelemelerinin kime, ne zaman ve ne sıklıkta yapılacağına doğru karar vermekte. Faydalarını abartıp zararlarını asgarileştirmek ise yanlış bir düşünce.
Anne veya baba tarafında meme kanseri hikayesi bulunan, özellikle birinci derece akrabalarında (anne, kız kardeş, teyze, hala) meme kanseri teşhis edilenlerin hastalık yönünden risk grubunda oldukları kabul edilip erken yaşlarda nasıl bir tarama programı oluşturulacağı konusunda doğru karar verilmelidir. Bunu yapabilecek en yetkin kişiler meme konusunda uzmanlaşmış meme cerrahisi uzmanları ve taramalarda deneyim kazanmış radyologlar. Böyle bir durum söz konusu olduğunda bu kişilerin en geç 40’lı yaşlardan hemen sonra bir şekilde tarama programlarının başlatılması zaruridir.
Tümör hücrelerinin büyümesini durdurmak veya yok etmek amacıyla yapılan ilaç tedavisine kemoterapi adı verilir.
Cerrahi ve radyoterapi meme kanserinin lokal tedavisini sağlarken, kemoterapi ve hormonoterapi sistemik tedaviyi amaçlamaktadır.
Kemoterapi birçok hastada cerrahi tedaviyi destekleyen (adjuvan) bir yaklaşımdır ancak bazı durumlarda (örneğin yaygın hastalıkta – meme kanserinin en sık yayılım gösterdiği bölgeler kemik, karaciğer, akciğer ve beyindir) primer tedavi rolü üstlenir. Meme kanserinin kemoterapisi halen dünya üzerinde en fazla üzerinde araştırma yapılan konulardan biridir. Meme kanserinin cerrahi tedavisinden (mastektomi-memenin alınması veya kitlenin çıkartılması-lumpektomi) sonra yapılan adjuvan kemoterapi meme kanserinin yeniden oluşma riskini azaltmakta ve hayatta kalım süresini artırmaktadır.
Meme kanseri kemoterapisi sıklıkla birkaç ajanın beraber ve damar yoluyla verildiği tedavi şemalarını içerir. Tek başına verilmelerine oranla kombinasyon kemoterapilerinin başarısının çok daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Kemoterapi yapılmasına nasıl karar verilir?Kemoterapi yapılıp yapılmayacağına operasyonda çıkarılan tümör kitlesinin patolojik incelenmesinden sonra karar verilir. Tümör çapı, lenf bezi tutulumunun olup olmadığı ve varsa adedi, tümör hücresine ait bazı özellikler ve hormon reseptörleri değerlendirilir.
Meme kanseri tedavisinde uygulanan kemoterapiye sıklıkla operasyondan sonraki 2.-3. haftada başlanır. Yara iyileşmesinde problem olması kemoterapiyi geciktirebilir, bu tercih edilen bir durum değildir.
Radyoterapi de planlanıyorsa kemoterapi bittikten sonra veya kemoterapiye ara verilerek (tedavi şemasının yarısı bittiğinde) yapılabilir.
Tercih edilen kemoterapi şemasına göre 4 , 6 veya 8 kür olabilir. Genellikle iki tedavi dönemi arasında 3 hafta beklenir. Kemoterapi kemik iliğini baskılayabileceği ve vücudun savunma sistemini olumsuz etkileyebileceği için her tedavi öncesinde bazı kan testleri yapılır.
Meme kanserinde uygulanan kemoterapinin yararları, bu tedavinin getireceği risklerden veya yan etkilerinden daha fazladır. Uygulanan ilaçlara, dozlarına ve kemoterapi şemalarına göre yan etkileri değişebilir.Hemen tüm yan etkiler, geçicidir.
“Meme kanserini X-ışınları ile tedavi etmeye çalışan ilk kişi” George Chicitot (1908) Radyoterapi (Işın tedavisi) X-ışınları kullanılarak yapılan bir tedavi şeklidir ve aynı cerrahi gibi tümörün lokal kontrolunu sağlamak amacıyla uygulanır.
Meme koruyucu cerrahi tercih edildiyse mutlaka kalan meme dokusuna radyoterapi yapılmasına gerek vardır. Meme koruyucu cerrahiden sonra radyoterapi yapılmasının tümörün tekrar etmesini anlamlı oranda azalttığı gösterilmiştir.
Eğer cerrahi tercih mastektomi (memenin tümünün alınması) yönünde ise radyoterapi yapılması bazı kurallara bağlıdır (Örneğin tümörün göğüs duvarına veya meme cildine yapışık olması, koltuk altında 4’den fazla pozitif lenf nodu olması, vb.)
Radyoterapi meme cerrahisini takiben 6 ay içerisinde yapılmalıdır. Daha fazla gecikme olması işlemin başarı şansını düşürür.
Bu sırada kemoterapi yapılıyorsa ya bitmesi beklenir ya da kemoterapiye ara verilerek radyoterapi yapılır ve daha sonra kemoterapi devam eder.
Radyoterapi süresi uygulamaya göre değişir. Hafta içi hergün sıklıkla hastanede yatmaya gerek kalmadan ayaktan yapılır ve hafta sonları ara verilir.
Radyoterapiye başlamadan önce çeşitli ölçümler yapılarak radyoterapi yapılacak olan alan işaretlenir.
Koltuk altı lenf bezleri temizlenmiş olan hastalarda, bu bölgeye radyoterapi yapılması gerekirse kolda şişme (lenf ödem) riski artar.
Hamile kadınlarda anne karnındaki bebeğe zarar verme riski nedeniyle radyoterapi almamaları önerilmektedir.
Günümüzde çok iyi seçilmesi gereken kısıtlı bir hasta grubunda, tüm meme yerine sadece tümör çevresine radyoterapi uygulanabilmektedir. Bu uygulama ameliyat sonrasında, veya ameliyat sırasında (intraoperatif radyoterapi) yapılabilir.
PET-CT tetkiki ile kanser hücresi metabolizmasının bir ölçütü olarak şeker kullanım derecesi sayısal değerlerle ölçülebilmektedir. SUV (özgül tutulum değeri) adı verilen bu değerler, çeşitli kanserlerde hastalığın gidişini gösteren faktör (prognostik) olarak değerli bulunmuştur. Hastalığın erken döneminde kötü gidişin tespit edilmesi hastaya yaklaşımı etkilemekte ve nüksün (kanserin tekrarlaması) erken yakalanıp tedavisine katkıda sağlayabilmektedir. En saygın tıbbi görüntüleme dergilerinden biri olan Journal of Nuclear Medicine isimli dergide Güney Kore’deki Yonsei üniversitesinden araştırmacıların bu konudaki önemli bir makalesi Temmuz 2016 dergisinde online olarak yayınlandı.
Bu çalışmada, bölgesel olarak ilerlemiş aşamada meme kanseri tanısı almış hastalarda ameliyat öncesi küçültücü (neoadjuvan) kemoterapi yanıtı üzerinden kötü gidişin öngörülmesinde PET-CT’nin değeri incelenmiştir. Bölgesel olarak ilerlemiş meme kanserli 87 hastada, 3 kür kemoterapi sonrasında kanserli dokunun hücre metabolizması SUV değerleri ile değerlendirdi. Daha sonra ameliyat edilen hastalar patolojik inceleme ile yanıt durumlarına göre alt gruplara ayrıldı. Kemoterapi sonrası kalan kanserli doku miktarı patolojik yanıtını tahmin etmek için hesaplandı. RCB-0 rezidüel hastalık yok. RCB-1 (hafif rezidüel hastalık), RCB-2 (orta rezidüel hastalık) veya RCB-3 (belirgin rezidüel hastalık) olarak kategorize edildi. Yapılan istatistiksel değerlendirmede SUV değerlerindeki azalma ile geride kalan tümör miktarı (RCB kategorisi) arasında anlamlı negatif ilişki olduğu saptandı (R = -0,408; p <0.001). Çok değişkenli analiz yapıldığında, SUV değerlerindeki tedavi öncesi ve sonrası değişim farkının nükssüz sağkalım ve genel sağkalım açısından önemli bir öngörücü faktör olduğu saptandı. Hastalar patolojik yanıt gruplarına ayrıldığında hücre aktivitesi % 66.4 oranının üzerinde olanların altında olanlara göre nüks etme ve sağkalım arasındaki fark anlamlı ölçüde farklı bulundu.
Bu çalışma, lokal ileri evre meme kanserinde 3 kür tedavi sonrasında yapılan PET-CT tetkikinin erken dönemde patolojik yanıttan bağımsız olarak iyi gidişi öngördüğünü ortaya koymakla birlikte PET-CT yönteminin ara değerlendirme amaçlı kullanılması yalnızca yanıtı göstermekle kalmaz, sonraki aşamalarda takip, planlama ve olası kötü gidiş hakkında bilgi vermesini kanıtlamıştır.
Pozitron Emisyon Tomografi (PET) ile Bilgisayarlı Tomografinin (CT) İlk kez aynı anda en üstün iki görüntülenme sisteminin birlikte kullanılarak insan vücudunun ayrıntılı görüntülenmesinde ulaşılan en üstün teknoloji mucizesi olan PET CT’de ilaç olarak kullanılan şey bildiğimiz şekerdir.
Şeker, çok küçük miktarda dışarıya sinyaller veren radyoizotoplarla bağlanır ve hastanın damarına verilir.
Radyoizotoplu şeker, çok küçük de olsa kanser hücrelerinin içine girebilme özelliğine sahiptir. Çünkü kanser hücreleri çok şeker kullanırlar. Böylelikle kanser daha çok küçükken yakalanabilir ve tedavisi kolaylaşır.
CT’nin bu sistemdeki görevi, bir nevi harita gibi, çok küçük kanser hücrelerinin vücudun neresinde olduğunu göstermektir.
PET-CT, her iki yöntemin de en iyisidir. İki görüntüleme çeşidi bir arada olunca vücudun en ince ayrıntıları ortaya çıkmaktadır.
Her 8 kadından birini etkileyen meme kanserinde erken tanı hayat kurtarıyor. Hastalıkta erken tanı için de düzenli olarak doktora gidilmesi ve mamografi çektirilmesi gerekiyor.
Emziren kadınlarda meme dokusunun yoğunluğu artar. Çekim öncesi emzirmek meme dokusundaki süt miktarını azaltacağından yoğunluğu azaltır ve daha iyi görüntü elde edilmesini sağlar.
Meme dokusunda uygulanmış olan protezler memenin mamografi, ultrasonografi veya MR (Manyetik Rezonans) tetkiki için bir engel oluşturmaz. Mamografi çekimi sırasında meme dokusuna uygulanan basıncın proteze bir zararı yoktur. Mamografi cihazlarındaki protezli meme için doz seçim programlarıyla ayrıntılı görüntüler elde edilir. Tarama protokolünde
mamografi ile birlikte ultrasonografinin de yapılması önerilir.
Mamografi X-ışını kullanılan bir yöntemdir. Alınan radyasyonun bir kanseri tetikleme ihtimali teorik olarak çok düşüktür. Günümüzde yeni teknoloji dijital mamografi cihazlarıyla, tetkik sırasında alınan radyasyon miktarı çok azalmıştır. Mamografi sırasında alınan radyasyon miktarı bir uçak yolculuğu sırasında güneş ışınları nedeniyle maruz kaldığımız radyasyon ile hemen hemen aynıdır. Uçak yolculuklarından vazgeçiyor muyuz?
Mamografi tetkiki için herhangi bir ön hazırlığa gerek yoktur. Çekim sırasında özellikle pudralı deodorant gibi kozmetik ürünlerinin kullanılmaması gerekir.
Adet öncesi meme dokusunda fazla hassasiyeti olan kadınların adet
sonrası çekim yaptırması, ağrı olmaması için faydalı olacaktır.
Meme ultrasonografisi tarama veya tanı amaçlı mamografi tetkiki yapılmış, yoğun meme dokusuna sahip hastalarda tamamlayıcı tetkik olarak 40 yaş altı hastalarda birincil işlem olarak koltuk altı bölgelerinin değerlendirilmesinde ve biyopsi işlemlerinde kılavuz yöntem olarak yapılır. Ön hazırlık gerekmeden, her zaman yapılabilen bir tetkiktir. Radyasyon içermeyen bir tetkik olması nedeniyle gebelik sırasında da rahatça yapılabilir.
40 yaşından itibaren tarama amaçlı rutin olarak her yıl mamografi tetkiki yapılmalıdır. Yoğun içerikli meme dokularında, mamografik hassasiyet azalan olgularda ve mamografide bulgu saptanan olgularda, mamografiyi tamamlayıcı olarak ultrasonografi yapılmalıdır. 50 yaş üzeri kadınlarda da herhangi bir yaşta olabileceği gibi, ultrasonografi rahatlıkla yapılabilir.
Mamografi tetkiki 40 yaşından itibaren yılda bir defa düzenli olarak yaptırılmalıdır. Risk grubunda olan kadınlara tetkikler daha erken yaşta da önerilebilir. Bu konuyu hekiminize danışmanızda yarar var.
Ailesinde meme kanseri olan kişiler de 40 yaşından itibaren yılda bir kez mamografi ve ultrasonografi tetkiki yapılmalıdır. Birinci derece akrabasında 40 yaş altında meme kanseri tanısı olan kadınlarda, meme taraması yakın akrabalarda kanser saptama yaşından 10 yıl daha genç yaştan itibaren yapılmalıdır. Yüksek riskli gruba dahil kadınlarda rutin yıllık mamografi ve ultrasonografi ile birlikte yıllık aralıklarla meme MR incelemesinin de rutin takiplere eklenmesi önerilmektedir. Bunun için hasta riskinin doğru hesaplanması önemlidir.
Meme ultrasonografi tetkiki için herhangi bir yaş kısıtlaması yoktur, her yaş grubuna yapılabilir.
Aldığınız en yüksek kemoterapi alabileceğiniz en iyi tedavidir. Daha fazlası daha iyi sonuç vermez.
Kemoterapi söz konusu olduğunda, en önemli nokta standartların ne üzerinde ne de aşağısında olan doğru ilaç bileşiminin uygulanmasıdır. En az standart dozda ilaç almak çok önemlidir, fazlasının verilmesi gerçek bir avantaj sağlamaz.
YANLIŞ Kemoterapi ili ilgili “acı yoksa kazanım da yok” dedikodusu gerçekten dedikodudur. Kemoterapiye bağlı olumsuz etkiler ile kansere karşı elde edilen yararlar arasında bir ilişki yoktur. Her bir hasta farklı yanıt verebilir. Bazı hastalarda çok az yan tesir görülürken, bazılarında her gün ortaya çıkar.
Ne kadar genç iseniz bulantı ortaya çıkma olasılığı o kadar yüksektir. Genç kadınların beyinlerindeki bulantı tetikleyici alan daha büyüktür, bu alan yaş ilerledikçe küçülür.
YANLIŞ Hiç kimse rahatsız olmak zorunda değildir. Kemoterapi ile birlikte bulantı önleyici ilacın ilk dozu da verilir, ayrıca eve döndükten sonra ilk 48 saatte almanız gereken haplar da size verilir.
DOĞRU ve YANLIŞ Kemoterapiden sonra kendinizi kötü hissediyorsanız, doktorunuz rahatsızlıklarınızı hafifletmek için ilaçlar verir. İlk tedavide rahatsız olmanız bir sonrakinde de aynı veya daha fazla derecede rahatsız olacağınız anlamına gelmez. Ancak, bitkinlik birikimlidir. Tüm tedavi bitene kadar kendinizi tam olarak enerjik hissetmeyebilirsiniz.
Meme biopsileri görüntüleme yöntemleri ile tespit edilen şüpheli bölgelerdem mikroskopik inceleme için parça alınmasıdır.
Radyolojik yöntemlerin (ultrasonografi, mamografi veya magnetik rezonans) rehberliğinde, hastaya en az zarar verilecek şekilde, yeterli miktarda doku, radyolog tarafından uygun biçimde seçilmiş iğnelerle alınır.
Histopatolojik tanı gerektiren bir durumda radyoloğun görevi ; Hasta için en az zararlı patolog için en fazla bilgi veren biyopsi yolunu seçip uygulamaktır.
Meme hastalıklarında biyopsi uygulamaları sıklıkla aşağıdaki durumlarda yapılmaktadır;
Kitle dışardan el ile anlaşılabilse bile daha güvenli olması içim biyopsinin mutlaka ultrasonografi eşliğinde yapılması önerilmektedir.
Meme biyopsisi kadınlarda tedirginlik yaratan bir durumdur, ancak işlem öncesi işlemi yapacak Radyoloji Uzmanından bilgi alınması gerginliği azaltacaktır.
Yeni bir tedavinin başlangıcında yapınıza bağlı olarak biraz endişelenmeniz veya ölümden korkmanız normaldir. Radyoterapi başlanacak kadınlarda, tedavi ile ilgili yanlış bilgiler sebebiyle bu endişe artmış görünmektedir.
Tam olarak değil.
Makine günlük tedaviyi uygularken hastaların çoğu radyasyonu hissetmez. Bazı hastalar ise makine radyasyon uyguladığı sırada bölgede hafif ısınma veya karıncalanma hissederler. Zamanla, tedavi edilen bölgenin derisinde kademeli olarak kuruluk, duyarlılık, kaşıntı veya yanma ortaya çıkabilir. Bu duyular rahatsızlık verici olabilir ancak nadiren hastanın tedaviyi sonlandırmasına veya ara vermesine neden olacak kadar şiddetlidirler. Deri reaksiyonları ile ilgili diğerleri.
Sadece bazı vakalarda.
Dış radyasyonla tedavi görüyorsanız hiçbir zaman radyoaktif olmazsınız. Aldığınız radyasyon bir anda dokularınıza geçer – makine kapatıldığında vücudunuza radyasyon geçişi olmaz. Normal yaşam ritminizi devam ettirmeye çalışırken, radyasyon yaymadığınızı arkadaşlarınıza, ailenize ve iş arkadaşlarınıza hatırlatmanız önemlidir. Eğer tedavinin sonunda “yükleme” şeklinde bir iç radyasyon alırsanız, radyoaktif madde içinizde olduğu sürece radyoaktif olursunuz. Bu iç radyasyon tedavisini alırken, hastanede özel bir odada tecrit edilirsiniz.
Yanlış: Başınıza uygulanmadığı takdirde, hayır.
Sadece radyoterapi alıyorsanız, saçlarınız dökülmez (meme başı çevrenizdeki ve memeye yakın koltukaltı bölgenizdeki tüyler dökülebilir ancak daha sonra tekrar çıkarlar). Radyoterapinin saçları döktüğü düşüncesi, radyoterapi ile kemoterapinin birbirine karıştırıldığı yanlış bilgilenmeye bağlıdır. Birçok hastada radyoterapi, kemoterapinin hemen ardından başladığından, bu iki tedavinin yan tesirlerinin birbirine karıştırılması anlaşılabilir bir durumdur. Kemoterapi “sistemik” bir tedavi olduğundan, yani tüm vücudu etkilediğinden, bu tedavi sırasında saçlarınız dökülebilir. Radyoterapi ise “lokal” bir tedavidir, yani doğrudan meme dokusuna ve belki bazen de çevre lenf bezlerine odaklıdır. Radyasyon başınızı hedeflemediği takdirde radyasyona bağlı olarak saçlarınız dökülmez.
Yanlış: Meme ve lenf bezlerine uygulanan radyoterapi bulantı veya kusmaya neden olmaz.
Büyük olasılıkla bu mit, kemoterapi ile radyoterapinin birbiriyle karıştırılması sonucu doğmuştur. Bazı kemoterapi ilaçları bulantı ve kusmaya yol açabilir. Bazı antiöstrojenler ile bazı ağrı kesiciler de hafif bulantıya sebep olabilir. Ayrıca, hastalıktan kaynaklanan stres ve gerginlik sebebiyle de midenizde rahatsızlık hissedebilirsiniz.
Radyoterapi başka meme kanseri oluşma riskini arttırır.
Yanlış: Meme radyoterapisinin amacı aynı memede meme kanserinin yineleme riskini azaltmaktır.
Bir memeye radyoterapi uygulanması diğer memede kanser oluşma riskini arttırmaz. Radyasyon ile kanser arasında ilişki olduğu doğrudur: Hodgkin hastalığı sebebiyle göğüs bölgesine radyoterapi uygulanan kızlarda meme kanseri riski artar çünkü gelişmekte olan meme dokusu radyasyon hasarına karşı savunmasızdır. İkinci dünya savaşı sırasında Hiroşima’da atom bombasına maruz kalan kadınların küçük bir kısmında meme kanseri görülme oranı artmıştır. Bugün, o kadınların tüm vücutlarında düşük dozda radyasyona maruz kalmaları sonucu bu durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak tedavi edici olarak verilen radyasyon sadece meme bölgesine uygulandığından vücudun diğer bölgelerine “yayılmamaktadır”.
Meme ultrasonu 40 yaşından genç hastalarda düzenli kontrollerde yılda bir kez yapılması önerilen hiçbir risk taşımayan bir yöntemdir. 40 yaşından sonra mamografi incelemesi yapılan hanımların tamamlayıcı bir yöntem olarak ultrason yaptırması faydalı olmaktadır. Sadece meme dokusu iyice yağlı doku ile dolmuş olan hanımlarda mamografi tek başına yeterli olmaktadır.
Onun dışında tüm hanımlara mamografi ile birlikte meme ultrasonun yapılması meme kanseri yakalama oranlarını % 80-90 lara çıkarabilmektedir. Meme ultrasonu memdeki kistlerin ve kitlelerin ayırımında en duyarlı yöntemlerden birisidir.
Manyetik Rezonans yani MR’ı, en basit şekilde, ‘güçlü bir manyetik alan ortamında radyofrekans dalgaları aracılığıyla görüntü oluşturma tekniği’ olarak tarif etmek mümkündür. Radyasyon içermeyen bir teknik olan MR, yumuşak dokuların görüntülemesinde de kullanılır.
Işın tedavisi, radyoterapi, x ışını tedavisi gibi kavramların hepsi aynı anlamı taşıyor. Radyasyon ışınları, çoğalmakta olan hücrelerin DNA yapılarını bozarak ölümüne neden oluyor. Bu tedaviyle amaç, radyasyon ışınlarıyla çoğalan kanser hücrelerini öldürerek kanseri yok etmeye çalışmak. Ancak tedavi sırasında bir grup sağlıklı hücre de zarar görüyor; tedavinin bazı zararlı yan etkileri de buna bağlı olarak ortaya çıkıyor. Radyoterapi de, cerrahi tedavi gibi sadece uygulandığı bölgedeki kanser hücrelerini yok etmek amacıyla yapılıyor.
Radyoterapi, radyasyon onkologları tarafından düzenleniyor ve uygulanıyor.
Tedavi için kullanılan radyasyon ışınları bazı makinelerden veya radyoaktif maddelerden sağlanıyor. Daha önce saptanan miktarda ışın, ufak dozlara bölünerek planlanan bölgeye veriliyor.
Böylece tüm dozun birden verilmesiyle ortaya çıkacak olan yan etkiler azaltılmaya çalışılıyor.
Radyoterapi için kullanılan ışınlar iki şekilde elde ediliyor. Bazı radyoterapi cihazlarında radyoaktif bir madde bulunuyor. Kobalt-60 bu radyoaktif maddelerden birisi. Bu maddeden yayılan radyoaktif ışınlar kanserli bölgeye yönlendiriliyor.
Bir diğer yöntemde ise, lineer akseleratör denilen cihazla radyoaktif ışınlar elde ediliyor.
Işın tedavisi iki amaçla yapılıyor. Kanser cerrahi olarak çıkartıldıktan sonra, bölgede kanser hücreleri kalması olasılığı göz önüne alınarak uygulanan tedaviye adjuvant radyoterapi diyoruz. Bu tedavinin her hastaya uygulanması gerekmiyor. Bazı kriterler göz önüne alınarak karar veriliyor. Buna daha sonra değineceğiz.
Işın tedavisi bir de, kanserin cerrahi olarak çıkartılması mümkün olmuyorsa, veya kanser vücudun başka bir organına atlamışsa, tedavi amacı için kullanılabiliyor. Bazen kanser kitlesi çok büyükse, ameliyattan önce bir miktar radyoterapi uygulanarak tümörün küçülmesi sağlanabiliyor. Bu sayede daha küçük bir cerrahi girişimle tümörü çıkartmak mümkün oluyor.
Adjuvant radyoterapi yaklaşık 5 hafta kadar sürüyor. Her gün 2-4 dakika süren tedavi, haftada 5 gün yapılıyor. 2 gün tedaviye ara verilerek vücut dinlendiriliyor, zarar gören sağlıklı hücrelerin kendilerini toparlamasına olanak sağlanıyor.
Eğer kozmetik amaçla meme koruyucu ameliyat yapılmışsa, yani memenin tümü alınmamışsa, bu hastalara ameliyat sonrası dönemde (kanserin alındığı memeye) radyoterapi yapılması gerekiyor.
Bu hastalarda kanserin tekrar etmesini önlemek için bu tedavi uygulanıyor.
Işın tedavisi, memenin tümünün alındığı (mastektomi) durumlarda bazı hastalar için gerekiyor, bazıları için ise gerekmiyor. Memenin tamamının alınmasına rağmen radyoterapi gerektiren durumlar;
Ameliyattan sonra yara iyileşmesini takiben 1-2 hafta sonra radyoterapiye başlanabilir. Eğer kemoterapinin önce uygulanması düşünülüyor ise, radyoterapiye daha sonra başlanabilir; ama bu çok gecikmemeli. Işın tedavisinin ameliyat sonrası ilk 16 hafta içinde uygulamasının daha etkili olduğu bildiriliyor. Bazen kemoterapi ile ışın tedavisi birlikte uygulanabiliyor. Bu hastayı biraz sarsıyor.
Böyle durumlarda ışın tedavisinin kemoterapi bittikten 2 hafta sonra başlaması daha uygun görülüyor.
Kanser hücrelerinin vücuda dağılması olasılığının daha fazla olduğu durumlarda önce kemoterapi uygulanıyor. Birlikte veya daha sonra radyoterapi uygulanıyor. Ama ameliyat edilen bölgede kanserli hücre kalma olasılığı daha fazlaysa, önce radyoterapi sonra veya birlikte kemoterapi uygulanıyor. Bu duruma, hekiminiz kanserin özelliklerine göre karar veriyor.
Bazen tümör tedavi edilemeyecek kadar ilerlemişse, radyoterapi yapılarak küçültülüyor. Bu sayede baskı ve ağrı gibi bulgular azalıyor, hastaya daha iyi bir yaşam kalitesi sağlanıyor. Buna palyatif radyoterapi diyoruz.
Radyoterapinin uygulanmasından sorumlu olan hekimlere “radyasyon onkoloğu“ diyoruz. Hangi tip radyoterapi uygulanacak, ne kadar süreyle uygulanacak gibi sorulara radyasyon onkoloğunuz karar veriyor. Hekiminizin çizdiği tedavi programını radyasyon terapistiniz uyguluyor.
Radyoterapi uygulanan bölgeye daha ileride ikinci bir radyoterapi uygulanamıyor. Ama vücudun farklı bir bölgesine kanser atlamışsa o bölgeye tekrar radyoterapi uygulanabiliyor. Bu nedenle daha önce başka bir hastalık nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi yapılmışsa, meme kanseri nedeniyle bu bölgeye radyoterapi uygulanamıyor.
Günümüzde gelişmiş yöntemler kullanılarak radyoterapinin yan etkileri en aza indirilmeye çalışılıyor. Buna rağmen tedavi sırasında sağlıklı doku ve hücrelerin zarar görmesiyle bazı istenmeyen yan etkiler olabiliyor.
Meme kanseri nedeniyle göğüs bölgesine radyoterapi uygulandığında, bazen kalp zarar görebilir. Yine bu bölgede yer alan akciğerler zarar görebiliyor. Radyasyon pnömonisi dediğimiz bu tabloda, öksürük, ateş ve solunum güçlüğü ortaya çıkıyor.
Koltuk altı bölgesine uygulandığı zaman kolda lenfödem dediğimiz kol şişmesi riski artıyor. Bu durum, erken dönemde fark edilip gerekli önlemler alınmazsa, önemli fiziksel sorunlara yol açabiliyor.
Yine zaman zaman bölgedeki sinirler hasara uğrayarak nadiren de olsa kolda felce kadar giden ciddi sorunlara yol açabiliyor. Fakat yeni teknolojiyle üretilmiş cihazlar ve deneyimli ekiplerce uygulandığı zaman bu riskler en aza iniyor.
Radyoterapi sırasında ışınların uygulandığı deride de bazı sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorun, hafif bir kızarıklıktan derin yara oluşumuna kadar değişebiliyor. Yan etkileri en aza indirebilmek için bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor.
Tedaviye başlamadan önce kullandığınız tüm ilaçları hekiminize bildirin. Tedavi sırasında bir ilaç kullanacaksanız, mutlaka hekiminize danışarak alın.
Radyoterapi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi halsizlik ve yorgunluktur. Tedavi bitiminden itibaren 4-6 hafta kadar devam edebilir. Vücudunuz, tedaviniz sırasında fazladan enerji sarf eder. Gününüzü sık uyku ve dinlenme aralıklarıyla programlayın. Eğer yapabiliyorsanız, yarım saatlik yürüyüş egzersizleri, sizi psikolojik açıdan daha güçlü kılacak, hayata bağlayacaktır. Unutmayın moral ve psikolojik açıdan güçlü olmanız, tedavinizin en önemli anahtarlarından birisi.
İyi bir beslenme rejimi, kaybettiğiniz enerjiyi toplamanıza yardım edecek. Dengeli beslenerek kilo kaybını önlemeniz gerekiyor. Eğer iştahınız azalmışsa, kısa aralıklarla sık sık yiyin. Hekiminize danışarak, gerekiyorsa ek vitamin de kullanabilirsiniz. Tedaviniz sırasında E vitamini almanız önerilmiyor.
Özellikle tedavi gören bölgeyi sıkı ve sert kumaştan yapılmış giyeceklerden uzak tutun. Yumuşak pamuklu giyecekleri tercih edin.
Işın uygulanan bölgeye losyon, deodorant, parfüm,pudra, ve güneş kremi gibi maddeler sürmeyin
Işın uygulanan bölgedeki deriyi ovma, kaşıma gibi travmalardan uzak tutun , flaster yapıştırmayın
Bölgeye aşırı sıcak veya soğuk uygulamaktan kaçının, gerekiyorsa ılık su ve katkısız, zeytin yağından üretilen doğal sabunlar kullanın.
Bölgenin güneş ışınlarından korunması gerekiyor. Buna tedaviden sonra bir müddet daha devam etmeniz gerekiyor. Gerekirse tedavi sonrası dönemde korunma faktörü 15 ve üstü güneşten koruyucu kremler kullanabilirsiniz.
Deride bir süre sonra kuruluk veya renk değişikliği gelişebilir. Özellikle kuru deri bölgesinin nemlendirici kremlerle yumuşatılması rahatlatıcı olacaktır.
Deride kızarıklık, acıma ve kaşınma hissi çok rahatsız ediyorsa, hekiminize veya bir deri hastalıkları uzmanına başvurun
Meme başında ve çevresinde ödem dediğimiz şişme ortaya çıkabilir. Bu rahatsız edici bir dolgunluk hissi verebilir. Bu durum zamanla kendiliğinden gerileyecektir
Derideki kızarıklık bir süre sonra koyu, güneş yanığı gibi bir renge dönüşebilir. Deride gözenekler de genişleyerek siyah noktalar ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler 1 yıl veya daha uzun sürebilir.
Deride küçük kırmızı noktalar gelişebilir. Telenjiektazi denilen bu damar genişlemeleri, zamanla gerileyecektir. Eğer artmaya devam ederse hekiminize başvurun
Eğer omuz bölgesinde sertleşme ve hareket kısıtlılığı varsa, hekiminize danışarak omuz egzersizlerine başlayın. Buna ne kadar erken başlarsanız tedavisi o kadar kolay olur.
Eğer rahat ediyorsanız bir süre sütyen kullanmamanız öneriliyor. Fakat bu sizi rahatsız ediyorsa, pamuklu yumuşak kumaştan yapılmış, geniş askılı sütyenleri tercih edin (bunlar daha çok spor mağazalarında satılıyor). Işın gören bölgedeki hassas derinin sürtünmeden korunmasını sağlayın. Altı telli veya balenli sütyenleri kesinlikle kullanmayın.
Radyoterapi sırasında deride sulanma şeklinde yüzeysel veya derin yaralar açılabilir. Bu yaralar için, çinko oksit içeren kremler kullanabilirsiniz.
Kemoterapiye bağlı saç dökülmesi, en sık görülen ve en çok strese neden olan tedavi yan etkilerinden biridir. Saçlı deriyi soğutmanın (scalp cooling), kemoterapiye bağlı geçici saç dökülmesini önlediği yaklaşık 40 yıldır bilinmektedir. Buna rağmen sadece ülkemizde değil, dünya genelinde de hak ettiği yaygın kullanıma şimdiye değil ulaşamamıştır. Amerika İlaç Dairesi’nin (FDA) bayan meme kanserli hastalarda kemoterapiye bağlı saç kaybını (alopesi) önlemedeki başarısı sebebi ile, saçlı deriyi soğutma sistemine 2015’te verdiği onay bu durumu değiştireceğe benziyor.
Kemocap de denilen bu yöntemle cilt kan akımı ve saç folliküllerinin ısısı düşürülmekte, böylece kemoterapi ilaçlarının saç follikülleri üzerindeki olumsuz etkisi azalmaktadır.
Bu yöntem en sık, ameliyat sonrası koruyucu (adjuvan) veya ameliyat öncesi küçültücü (neoadjuvan) kemoterapi ile tedavi edilen meme kanserli hastalarda kullanılmaktadır. Diğer tedavi modaliteleri ile birlikte kullanımına hasta onkoloğu ile birlikte karar vermelidir.
Kemoterapi sonrası saç kaybınız için bazı önlemler alabilirsiniz. Kemoterapi sırasında saçlı derinin soğutulması, saç dökülmesini önlemede %70’lere varan oranda başarı sağlamaktadır. Bu yöntemi arzu etmezseniz peruklar veya güzel bir bone, şapka tercih edebilirsiniz. Saç kaybı kalıcı bir sorun değildir. Tedaviden 3 ay sonra yerine gelmekte ancak bir miktar kıvırcık olabilmektedir.
Ayrıca, henüz çocuk sahibi olmamış meme kanseri bayanlar, uygulanacak tıbbi tedaviler (kemoterapi) öncesi doktorları ile görüşerek yumurtalarını veya evliyseler embriyolarının saklanmasını (dondurulmasını) istemelidirler. Bu sayede kemoterapinin oluşturabileceği doğurganlık kaybından korunabilir ve gelecekte çocuk sahibi olabilme umutlarını sürdürebilirler.
Saçlı deriyi soğutma yöntemin geniş bir uygulama alanı vardır, kesinlikle uygulanmaması gereken durum hematolojik kanserlerdir. Şimdiye değin yapılan çalışmalarda başarı oranları farklılık göstermekle birlikte, saçlı deriyi soğutarak saç dökülmesinin önlenmesi birçok faktöre bağlıdır. Bu faktörler kemoterapi ilaçlarının tipi, dozları, uygulanan kemoterapi sayısı, soğutma sisteminin dikkatlice uygulanması olarak sayılabilir.
Ateş basması, halsizlik, kas eklem ağrısı, uykusuzluk, bulantı, ağrı gibi tatsız şikayetleri azaltmak için uygulanan akupunktur, hipnoterapi ve yoga gibi yöntemlerin meme kanserli hastalara yararı uluslararası bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmıştır.
Vakum biyopsi memede izlenen şüpheli bulguların histopatolojik (hücresel) tanısı için kullanılan en gelişmiş biyopsi (doku örnekleme) tekniğidir. Vakum biyopsi ile diğer biyopsi metodlarına göre daha fazla doku örneği, çok daha kolay ve güvenli biçimde alınabiliyor. Vakum biyopsi tüm görüntüleme yöntemleri ile kullanılabilmekle birlikte sadece meme MR veya sadece mamografide görülen şüpheli alanların örneklenmesi için en seçkin meme biyopsi metodu kabul edilmektedir. Vakumlu meme biyopsisi Radiologica Görüntüleme ve Tanı Merkezi’inde uzmanlarımız tarafından ultrasonografi, meme MR veya yatar / oturur pozisyonlara adapte edilebilen masası olan stereotaksi donanımlı dijital mamografi eşliğinde dünya standartlarında uygulanmaktadır.
Vakum biyopsi memede izlenen şüpheli birtakım radyolojik bulguların histopatolojik (hücresel) tanısı için kullanılan biopsi tekniğidir. Cut biyopsi (kesici iğne) biyopsilerine göre daha kalın, ve bir girişte daha çok doku alınmasına olanak sağlayan iğnelerle yapılan biyopsi sisteminin genel adıdır. Biyopsi esnasında uygulanan vakum ile doku iğnenin içine doğru çekilmekte ve daha fazla doku temini sağlanmaktadır. Böylece tanı değeri daha yüksek, hata payı daha az olan miktarda doku temin edilmektedir. Vakum biyopsi işlemi esnasında sonografi, stereotaksik mamografi veya magnetik rezonans sistemleri işleme rehberlik etmekte, iğne sistemini hedefe yönlendirmektedir.. Vakum biyopsiler genellikle sonografide görülmeyen, tanı için daha fazla dokunun istendiği mikro kalsifikasyon varlığında stereotaksik mamografi sistemleri rehberliği ile,veya sadece MR da görülen lezyonlar için MR rehberliğinde kullanılmaktadır. Sistemin tek dezavantajı malzeme fiyatının cut biyopsi sistemlerine göre belirgin yüksek oluşudur. Hali hazırda sadece mamografide görülebilen mikro kalsifikasyonlarda veya sadece MR da görülebilen lezyonlarda en seçkin biyopsi metodudur
Günümüze kadar farklı mamografi cihazları denenmiştir. Özellikle yaygın kullanılan cihazlarda memenin iki boyutlu ultrason grafiklerinde görüntüler üst üste geldiği için netlik sağlamak daha zordur. Daha karışık görüntüler içinden kitleleri tespit etmek çoğu zaman yanlış sonuçlar ortaya çıkarabilir. Üç boyutlu olarak görüntüler sunan meme tomosentez sayesinde alınan kayıtlar son derece açık ve nettir. Üstelik görüntüleri analiz etmek uzmanlar tarafından daha kolaydır.
Meme tomosentez kullanmanın meme kanserini teşhis aşamasında kullanmanın avantajlarını şöyle sıralayabiliriz:
Vakum memede izlenen bir takım radyolojik bulguların histopatolojik tanısı için kullanılan biyopsi tekniğidir. Cut biyopsi (kesici iğne) biyopsilerine göre daha kalın, ve bir girişte daha çok doku alınmasına olanak sağlayan vakumlu iğnelerle yapılan biyopsi sisteminin genel adıdır. Biyopsi esnasında uygulanan vakum ile doku iğnenin içine doğru çekilmekte ve daha fazla doku temini sağlanmaktadır. Böylece tanı değeri daha yüksek, hata payı daha az olan miktarda doku temin edilmektedir. Vakum biyopsi işlemi esnasında sonografi, stereotaksik mamografi, tomosentez veya magnetik rezonans sistemleri işleme rehberlik etmektedir.
Vakum biopsiler genellikle sonografide görülmeyen, tanı için daha fazla dokunun istendiği mikrokalsifikasyon varlığında stereotaksik mamografi sistemleri rehberliği ile, veya sadece MR da görülen lezyonlar için MR rehberliğinde kullanılmaktadır. Sistemin tek dezavantajı malzeme fiyatının cut biyopsi sistemlerine göre belirgin yüksek oluşudur.
Hali hazırda sadece mamografide görülebilen mikrokalsifikasyonlarda veya sadece MR da görülebilen lezyonlarda en seçkin biyopsi metodudur.
Yapılan vakum biyopsi ile radyolojik incelemelerde tespit edilen bulguların kanserli hücrelerden oluşup oluşmadığı tespit edilir. Sonucun iyi olması durumunda hasta cerrahi işlemden kurtulmaktadır. Tanı (teşhis) için yapılan cerrahi biyopsilerin kozmetik bir organ olan memede cerrahinin bırakacağı izden ve narkoz riskinden sakınmak mümkün olmaktadır.
Kadınlar farklı risk faktörlerine, farklı genetik yapıya veya farklı öz ve soy geçmişe sahipken neden hepsine aynı meme kanseri tarama programının önerildiği sorusu sık sık akla getirmektedir.
Bu soru doğrultusunda meme kanseri taramasında kadınların risk durumunun bireysel olarak değerlendirilmesi ve bu sonuçlara göre taranması gerektiği fikri önem kazanmaktadır.
Yüksek riskli hastalara meme MR’ı ile de meme kanseri taraması 2008 den beri rehberleri yayınlanmış bir uygulamadır. Meme kanseri taramalarında yüksek riskli hastalarda kontrastlı mamografi çalışmaları da yapılmaktadır.
Diğer risk gruplarında (orta risk, normal risk ve düşük risk) ise belirgin rehber haline getirilmiş bir bilgi birikimi bulunmamaktadır. Son yıllarda bu konu ile ilgili bir çok çalışma yapılmaktadır.
Wisdom (Women Informed to Screen Depending on Measures of Risk) Çalışması meme kanseri taramasında kişiselleştirilmiş yaklaşımın rutin yıllık mamografik tarama kadar güvenli ve etkin olup olmadığını araştırmaktadır.
Avrupa orjinli çalışma olan ASSURE (Adapting Breast Cancer Screening Strategy Using Personalised Risk Estimation) Projesi 7 ülkeden toplam 10 merkezde yürütülen bir çalışmadır. Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir. Projenin bir hedefi meme dansitesi, yaş, genetik mutasyonların, aile ve/veya kişisel geçmiş, vb. bağlı kişisel riskini tahmin etmek ve bu riske dayalı, optimal, uygun maliyetli, kişiselleştirilmiş bir tarama stratejisi önermektir. Bu çalışmada mamografiye ilave sonografi ve MR kullanımının nasıl ve kimlere yapılması gerektiği de araştırılmaktadır.
Düşük riskli grubun tarama intervalleri seyreltilerek MG taramasında maruz kalınan x-ışının yan etkileri ve maliyeti sınırlanabilir.
Güncel bilgilere hakim meme radyoloğunuz sizle yüz yüze görüşerek meme kanseri taramalarınızın sizin risk seviyenize göre planlamasını yapacaktır.
İlk olarak hastalık şüphesi taşıyan kadınlar hekim tarafından görülmelidir. Uzman doktorlar tarafından tespit edilen riskli durumlarda teşhis için meme tomosentez uygun görülmesi halinde hastaya randevu verilir. Hasta kendisine verilen saatte hastanede bulunarak görüntülemenin yapılacağı odaya alınır. Bu aşamada uzmanlar, hastaların gelmeden önce deodorant, pudra gibi ürünlerin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Bu ürünler içeriklerindeki maddeler dolayısıyla görüntülemede küçük beyaz noktalar halinde görülüp yanlış anlaşılmalara neden olabilir.
Dolayısıyla koltuk altı ve meme etrafı temiz bir bezle silinip gelinmesi yeterlidir. Çekim esnasında hastanın belden yukarısının çıplak olması gerekir. Daha rahat kıyafetler ile gelinmesi hasta için kolaylık sağlar.
Uygulama radyologlar tarafından yapılır. Hastanın meme dokusu düzleştirilerek cihazın içine yerleştirilir. Tam görüntü alındığı sırasında hareketsiz kalmak gerekir. Her memeden standart iki açıdan dört görüntü alınır. Fakat tanı amaçlı ya da tarama amaçlı yapılan görüntülemeler farklılık gösterebilir. Çünkü riskli durumlar taşıyıp bazı belirtiler ile tanı için yapılan işlemlerde daha fazla görüntü alarak kesin olarak sonuca ulaşmak hedeflenir.
Ortalama 15-20 dakikalık bir zamanda işlem tamamlanır. Meme tomosentez işleminde hastalara herhangi bir ilaç verilmez, iğne yapılmaz. Uygulama sırasında genellikle kadınlar çok fazla acı duymadıklarını belirtmişlerdir. Bazı kadınlarda adet dönemi öncesinde ve sırasında daha fazla acı hissedilebilir. Elbette işlem sırasında stressiz ve tedirginlik yaşamamak önemlidir. Olabildiğince gerginlikten uzak bir psikoloji ile sakinlik gerekir. Görüntülemede ne kadar rahat olursanız hissedilen acı da bir o kadar az olacaktır. Bununla birlikte eğer canınız fazlasıyla yanarsa görüntülemeyi yapan teknisyene bunu bildirmeniz yeterlidir.
Alınan görüntüler kesik kesik bir halden birleştirilerek seri bir görüntü ortaya çıkarılır. Sonuçlar çıktıktan sonra doktorunuz sonucu değerlendirerek size iletir. Yapılan işlemlerden sağlıklı sonuçlar alabilmek için elbette donanımlı hastaneler tarafından yapılması önemlidir. Bu işin ciddiyetle ve hassasiyetle yapılıp sonuçlarının çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Meme tomosentez uygulaması erken dönem meme kanseri teşhisi için önemli tetkiklerden biridir. Tedavinin başarılı geçme oranı meme kanserinin olabildiğince erken teşhisine bağlıdır. Meme dokusu içinde oluşabilen kitlelerin el ile tespit edilecek boyuta gelmeleri için ortalama 6-8 yıl geçmesi gerekebilir. Bu da oluşan tümörlerin olağanca fazla zarar vermesi için yeterli bir süredir.
Hastalar da gereksiz yapılacak pek çok tetkik yerine teknolojik cihazlardan yararlanarak bir an evvel tedaviye başlayarak olumlu sonuçlar almaya başlarlar.
Ülkemizde 40 ile 70 yaş arasındaki kadınların erken tanıdan yararlanabilmeleri için her yıl düzenli olarak tomosentez yaptırması gerektiği doktorlar, uzamanlar tarafından tavsiye edilir. Yıllık rutin kontrollerde doktor yönlendirmesi ile tarama amaçlı görüntülemeler yapılır.
Birinci derece yakınları arasında meme kanseri teşhisi konan hastalar ise akrabasında meme kanseri tespit edilen yaşın 10 yıl öncesinde taramalara başlaması gerekir. Örneğin annesi 48 yaşında meme kanserine yakalan bir hasta, 38 yaşından itibaren dijital görüntüleme ile kontrollere başlamalıdır. Hatta yüksek risk grubundaki hastalar için meme tomosentez yanı sıra MR görüntüleme de yapılmaktadır.
Silikon implantı bulunanlar için de dijital görüntülemede herhangi bir sakınca yoktur. Silikon ile de teşhis, tanı amaçla tomosentez uygulanır. Cihazın içinde memenin sıkıştırılmasında silikon implantın bir etkisi olmaz. Sadece görüntülemeyi yapan teknisyene bu durum hakkında bilgi vermek yeterlidir.
Farkındalık ve bilinç seviyesi yüksek bireyler ile bu teşhis yöntemleri daha sıklıkla uygulanabilir. Erken tanı ile belirlenen her hastalık ile mücadele etmek insanlara kolaylık sağlar. Hastalığın seyri yavaşlatılarak sağlığa kavuşmak hızlanırken gereksiz yere cerrahi işlemler yapılmaz. Böylece hem madden maliyetli işlemler yapılmasına gerek kalmaz hem de hastaların psikolojik olarak daha az olumsuz etkilenmesi sağlanır.
Kadınlara meme tomosentez gibi uygulamalardaki olumlu sonuçlar sıklıkla anlatılmalıdır. Gerek görsel gerek yazılı gerekse sosyal medya üzerinden alanında uzman hekimler tarafından anlaşılır bilgiler sunulmalıdır. Bu mecralar vasıtasıyla fazlaca sayıda kişiye oldukça kolay ulaşılabilir.
Bu hastalık ile savaşmış ve kazanmış kadınların görüşleri de erken teşhis yöntemleri için farkındalık oluşturabilir. Gerçek yaşanmış hikayeler ve mücadeleler insanları derinden etkileyebilir.
Olabildiğince çok kadına ulaşarak bu tip yöntemlerin bireysel olduğu kadar toplumsal sağlık açısından da önemi vurgulanabilir.
Aile hekimleri gibi herkesin çok daha kolay ulaşabileceği uzmanlar da meme tomosentez hakkında kadınlara gerekli bilgileri verebilir. Bilimsel verilerin eşliğinde pek çok kadına bu bilgileri aktarmak sağlık problemlerinin önüne geçer.
Bu teknolojiyi cihaz sayısında artırarak her yere ulaştırmak da bu konudaki bilinç seviyesinin artmasına yardımcı olur. Merkezden çok uzak noktalarda bile her türlü yerleşim alanında kadınlar bu sağlık hizmetlerinden kolayca faydalanmalıdır.
Sentinel lenf bezi biyopsisi, meme kanseri tanısı alan hastaların tedavi sürecinde koltukaltı lenf bezinin doğru evrelendirilmesini sağlayan bir yöntemdir. Sentinel adı verilen koltukaltındaki ilk lenf bezi ameliyat sırasında bulunarak inceleniyor ve tüm lenf bezlerinin çıkarılmasına gerek kalmayabiliyor.
Eskiden meme kanseri tanısı alan hastaların cerrahi tedavisi sırasında koltukaltındaki lenf bezlerinin hepsi çıkartılıyordu. Bu hastalarda başta kolda ödem, kolda ve elde duyu kusuru olmak üzere bu cerrahiye bağlı yan etkiler görülebiliyordu. Ayrıca hastalar yaşamlarının sonuna kadar bu kollarını ve ellerini sakınmak zorunda kalıyorlardı. Sentinel lenf bezi biyopsisi sonucunda, koltukaltında tümör saptanmayan ve lenf bezlerini çıkarmanın gerekli olmadığı ortaya çıkan hastalarda bu hasarlardan kaçınılmış oluyor. Sentinel lenf bezi biyopsisi multidisipliner çalışma gerektiren bir yöntemdir. Bu ekipte genel cerrahi ile nükleer tıp uzmanı ve patolog yer almalıdır. Nükleer tıp uzmanına düşen görev; sentinel lenf bezini görüntülemek, yerleşkesini belirlemek ve ameliyat sırasında genel cerrahi uzmanının doğru lenf bezine kısa zamanda ulaşmasını desteklemektir.
Sentinel lenf bezi biyopsisinin meme kanseri hastalarında kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda bu yöntemi çok sınırlı bir hasta grubunda gerçekleştiriliyordu ancak daha sonra yapılan bilimsel çalışmalar, hastalığın lokal olarak memeye sınırlı kaldığı birçok hasta grubunda bu yöntemin teknik olarak yapılabilir ve sonuçlarının güvenilir olduğunu gösterdi. Artık daha önce girişim yapılmış memelerde, çok odaklı tümörlerde, ameliyat öncesinde kemoterapi görmüş hastalarda ve gebe meme kanserlerinde bile bu tekniğin altın standart olarak kabul edilmesi gerektiğine inanılıyor. Tümörün koltukaltındaki lenf bezlerine veya uzak organlara yayıldığının düşünülmediği tüm hastalarda sentinel lenf bezi biyopsisinin uygulaması gerekiyor.
Hasta ameliyat için hastaneye yatırıldıktan sonra nükleer tıp bölümüne çağrılır. Tümörün olduğu meme başının çevresinden deri içine bir enjeksiyon yapılır. Enjeksiyon sırasında verilen radyoaktif madde lenf kanallarında ilerler ve koltukaltındaki bir lenf bezine gider. Tümör hücrelerinin de aynı lenf kanallarını izleyerek aynı lenf bezine gideceği bilindiğinden bu lenf bezi sentinel lenf bezi olarak kabul edilir. Bu süreç gama kamera denilen bir cihazla tespit edilir ve dinamik görüntüleme sayesinde lenf kanalarından ilacın akışı dahi görülebilir. Saptanan bu sentinel lenf bezinin yerleşkesi deri üzerinde işaretlenerek hasta ameliyathaneye gönderilir. Ameliyat sırasında cerrah deri üzerinde yapılan işaret kılavuzluğunda ve radyoaktivite sayan gamma prob denilen cihazın yardımıyla sentinel lenf bezini bulur. Gamma prob ile yüksek sayım elde edilen alanı daha yakından değerlendirerek en yüksek sayıma sahip lenf bezine ulaşır. Bu lenf bezi çıkarıldıktan sonra gerçekten elde edilen sayımın bu lenf bezine ait olduğu doğrulanır. İkinci doğrulama ise geride kalan dokuların değerlendirilmesi ile yapılır ve sayımın anlamlı olarak düştüğü görülerek en yüksek sayıma sahip lenf bezinin çıkartıldığından emin olunur. Bu işlem yapıldığı sırada pataloji ekibi de ameliyathanede olur ve çıkarılan lenf bezinde kanser hücresi olup olmadığını inceler. Eğer sentinel lenf bezinde kanser hücresi yoksa ameliyat sonlandırılır. Ancak yayılım saptanırsa aksilla denilen koltukaltındaki tüm lenf bezleri çıkarılır.
Hastaların %95’inde radyoaktif madde kullanılarak sentinel lenf bezi saptanabiliyor. %5’lik bir hasta grubunda ise sentinel lenf bezi görüntülenemiyor ancak bu hasta grubunun bir bölümünde ameliyat sırasında gamma prop ile sentinel lenf bezine ulaşma şansı olabiliyor. Sentinel lenf bezinin radyoaktif madde ile görüntülenemediği hastalarda başta mavi boya olmak üzere diğer teknikler kullanılıyor.
Mavi boya cerrah tarafından ameliyat sırasında uygulanan bir yöntemdir. Meme başının altına veya tümör çevresine çok düşük miktarda metilen mavisi denilen boya enjekte edilir. Boya, tümör hücreleri veya radyoaktif madde gibi lenf kanallarını izleyerek sentinel lenf bezine ulaşır. Cerrah da ameliyat sırasında koltukaltındaki dokuları inceleyerek boyanmış olan sentinel lenf bezine ulaşır. Bu tekniğin de güvenilirliği çok yüksektir. Hem radyoaktif madde hem de mavi boya kullanılan hastalarda sentinel lenf bezinin saptanma oranı %99 düzeyine çıkmıştır.
İlk klinik uygulamaları melanom denilen deri kanserinde gerçekleştirilmiştir ve şu an melanom tedavisinde rutin olarak uygulanmaktadır. Daha sonra meme kanserinde de rutin olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca kadın doğum bölümünü ilgilendiren serviks, vajen ve vulva tümörlerinde elde edilen sonuçlarda da son derece etkindir. Birçok merkez kalın barsak kanserinin cerrahi tedavisinde sentinel lenf bezi biyopsisi yapmakta ve lenf bezi tutulumu olmayan hastalarda daha sınırlı cerrahi ile ameliyatın külfetini azaltmaktadır. Halen süren çalışmalar ile mide kanserinde de bu yöntemin güvenilirliği saptanmaya çalışılmaktadır. Sentinel lenf bezi biyopsisinin doğru evreleme sağladığı bir diğer alan da baş-boyun kanserleri için yapılan cerrahilerdir.
Umut veren çalışmalar ve klinik uygulamalar, önümüzdeki dönemde çok farklı tümörlerde de sentinel lenf bezi biyopsisi yapılacağını ve tedavi yan etkilerinin azaltabileceğini düşündürmektedir.
Sosyokültürel düzeydeki düşüklükler ne yazık ki meme kanserinin erken tanı ve tedavisini geciktiriyor. Oysa düzenli tarama ve erken tanı olanakları sayesinde meme kanserinin tedavisinde yüzde 90’a varan oranda başarıya ulaşılabiliyor. Öte yandan, erken evrede yakalanan meme kanserinin tedavisinde meme koruyucu cerrahi yapılabiliyor, kemoterapi ve radyoterapiye daha az ihtiyaç duyuluyor.
Mamografi, düşük dozda x ışını kullanılan, hastalıkların tanısında kullanılan bir görüntüleme yöntemidir. Daha da önemlisi, meme kanserine bağlı yaşam kayıplarını azalttığı kanıtlanmış tek yöntem mamografidir. Hiçbir şikayeti olmayan kadınlarda, 40 yaşından itibaren her yıl yapılan mamografiye ‘tarama mamografisi’ adı verilir. Amerikan Kanser Enstitüsü, Dünya Sağlık Örgütü ve Türkiye Meme Hastalıkları Fedarasyonu’nun önerisine göre, 40-70 yaş arasındaki kadınlarda yılda bir, 70 yaşından sonra ise, kişinin fiziksel performansına da bağlı olarak, bir ya da iki yılda bir mamografi çekilmelidir
Memeyi kolayca görüntüleyen klasik bir yöntemdir. Genç ve meme dokusu yoğun kadınlarda duyarlılığı düşük olsa da iyi bir görüntü kalitesine sahip olan dijital mamografiler sayesinde meme içindeki değişiklikler ve değişim alanları çok iyi tespit edilebilir. Mamografik bulguların meme kanserinin erken tanısındaki önemi büyüktür. Memede oluşan herhangi bir değişimin kanserleşmeden önceki hali dijital mamografiler sayesinde yakalanabilir.
Özellikle meme dokusunda aşırı hassasiyet olan kadınlarda adet bitiminin olduğu haftada çekim yapılması uygun olur. Öte yandan, hiçbir hassasiyeti olmayan kadınlarda çekimin herhangi bir günde yapılmasının görüntü üzerine bir etkisi yoktur.
Yeni jenerasyon dijital mamografi ve özellikle tomosentez özelliği olan mamografi cihazlarında hastalar daha az ağrı duyduğunu ifade ediyor. Mamografi meme dokusunun iki plaka arasında birkaç saniye sıkıştırılmasıyla yapılır. Sıkıştırma düzeyi birçok sistemde otomatik olarak belirli bir seviyede gerçekleştirilir ve sıkıştırma sayesinde memeye daha az radyasyon dozu verilir. İşlem temelde ağrısız bir yöntemdir, ancak kişinin ağrı eşiğine göre ağrı hissi değişir. Öncesinde herhangi bir hazırlık gerektirmez. Sadece işlem öncesi, deodorant, pudra, vücut losyonu gibi kozmetik ürünler kullanılmamalıdır.
Implantın mamografi esnasında sıkıştırılmasının implanta zarar verici bir etkisi yoktur. Bu hastaların önceden teknisyene bilgi vermesi yeterlidir. Gerek görülürse kimi zaman ultrasonografi de yapılması önerilebilir.
Genç yaştaki kadınlarda meme dokusu daha yoğundur. Mamografinin duyarlılığı düşük olabilir. Meme ultrasonu, bilinen ultrason cihazlarıyla memenin sonografik muayenesinin yapılması yöntemidir. 40 yaşın altındaki genç kadınların memesinde herhangi bir şikayet oluştuğunda ilk görüntüleme yöntemi olarak ultrason kullanılmaktadır. Bunun dışında 40 yaşın üzerindeki bayanlarda mamografide şüpheli bir bulgu tespit edildiğinde bulgunun özelliklerini görmek, bir takım kistik yapılı göğüslerde kistleri diğer lezyonlardan ayırmak için de meme ultrasonu mamografiye tamamlayıcı olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda iğne biyopsileri de ultrasonografi eşliğinde yapılmaktadır.
Meme MR, meme kanserinin tarama ve tanısında kullanılan yöntemlerden biridir. Mamografi ve ultrasonla net tanı konulamayan şüpheli lezyonlarda ileri tetkik olarak meme MR tercih edilir.
Özellikle genç ve memesi yoğun kadınlarda, çok odaklı ve küçük lezyonların karakterinin saptanmasında yol göstericidir.
Meme MR’ın, özellikle birinci derece akrabalarında meme kanseri olan, yüksek risk grubundaki hastalarda tarama testi olarak kullanılmaktadır. Meme kanseri tanısı almış hastalarda, hastalığın yayılımı ve diğer memede de hastalık olup olmadığının araştırmasında da Meme MR’dan yararlanılır. Meme kanserinin tespitinde en duyarlı yöntemdir.
MR görüntüleme meme kanseri açısından yüksek risk grubunda olan kişilere tarama amaçlı uygulanabildiği gibi; biyopsi sonucu kanser tanısı almış hastalarda hastalığın vücutta herhangi bir yayılımı olup olmadığı, kaynağı bilinmeyen metastazların değerlendirilmesi, hastalığı tekrarlamış olan vakaların belirlenmesi, cerrahiden hemen sonra o bölgede herhangi bir kanserli hücrenin kalıp kalmadığının görülmesi, hastanın kemoterapi tedavisine verdiği yanıtın saptanması ve meme implantların değerlendirilmesi için kullanılmaktadır.
Bu teknoloji, kısaca dijital mamografinin daha genişletilmiş halidir. Bu test için meme alttan ve üstten bastırılır ve düşük doz X ray ışını gönderilerek farklı açılardan görüntü alınır. Bu görüntüler, 3 boyutlu olabilir. Bu yöntemde standart 2 açılı görüntü alan mamografilerden daha fazla radyasyon kullanılmasına rağmen problemli bölge hakkında daha net bilgiler elde edilebilmektedir. Ancak, bu teknolojinin tarama ve tanı koyma üzerindeki rolü henüz netlik kazanmamıştır.
Günümüzde görüntüleme yöntemleri içinde son derece gelişmiş bir teknolojidir ve tüm vücudun tümör taramasında etkin bir yöntemdir. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafınca ödemesinde belirli kuralları olan bu yöntem, yüksek riskli hastalarda başlangıçta evreleme amaçlı, meme kanserli hastaların takiplerinde ortaya çıkan lezyonların detaylı incelemesinde ve metastazları olan hastaya uygulanan tedavilerin etkinliğinin saptanmasında sıklıkla tercih edilmektedir. Yalnızca memenin değerlendirilmesi veya tarama yöntemi olarak kullanılması için henüz pratik ve uygun bir yöntem değildir. Çok yakın gelecekte sadece memenin taranması ve memede yer alan lezyonların doğru tanımlanması için tasarlanan PEM’in (Pozitron Emisyon Mamografi) geliştirilmesi tamamlanmak üzeredir.
Kolay ve basit bir görüntüleme yöntemidir. Akciğerde genel anlamda görülebilecek lezyonların belirlenmesine yardımcı olur.
Karaciğer dokusunu inceler. Metastaz olup olmadığına ilişkin, safra yolları ve karaciğerin damarsal yapısı gibi konularda yol göstericidir.
Kemikleri inceleyerek metastaz olup olmadığının belirlenmesini sağlar.
Meme kanseri olan birçok kişi, tedavilerinin bir parçası olarak radyasyon tedavisi görecektir . Radyasyon tedavisinin bir yararı, belirli bir bölgedeki kanser hücrelerini yok edebilmesidir. Ancak bu süreçte yakındaki sağlıklı dokuyu etkileyebilir.
Proton tedavisi, çevreleyen dokuya zarar verme riskini azaltabilen bir tür harici ışın radyasyon tedavisidir. Göğüs kanseriniz varsa, bu, kalbinize ve akciğerlerinize radyasyon hasarını önlemeye yardımcı olabilir.
Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini yok etmek için yüksek yoğunluklu enerji ışınları kullanır.
Foton tedavisi olarak da bilinen geleneksel radyasyon terapisinde, enerji X-ışınlarından gelir . Bu ışınlar tümörün içinden geçerek devam eder ve bazen yakındaki sağlıklı doku ve organlara zarar verebilir. Meme kanseri tedavisinde bu, kalp veya akciğer dokusuna zarar verebilir.
Daha hassas hedefleme, doku hasarını azaltmaya yardımcı olabilir
Proton tedavisi daha hassas hedefleme sağlar. X-ışınları yerine proton adı verilen yüklü parçacıkları kullandığı için doktorlar belirli bir durma noktası seçebilirler. Enerji ışınlarını alttaki dokuya geçmesine izin vermeden doğrudan tümör üzerinde yoğunlaştırabilirler.
Sonuç olarak, proton tedavisi kalbe ve akciğerlere zarar verme riskini azaltabilir.2018 araştırmasıGüvenilir Kaynak. Bu, özellikle sol tarafınızda, kalbinize daha yakın bir kanser varsa yardımcı olabilir.
Proton tedavisi meme kanserini tedavi etmek için kullanılabilir:
1., 2. ve 3. aşama
östrojen reseptörü pozitif veya negatif
progesteron reseptörü pozitif veya negatif
HER2 -pozitif veya negatif
üçlü pozitif
üçlü negatif
iltihaplı
duktal karsinom in situ
invaziv duktal karsinom
invaziv lobüler karsinom
Hem geleneksel hem de proton radyasyon tedavisi kanser hücrelerini öldürür. Fark hassasiyettedir. Geleneksel radyasyon tedavisi, ışının tümörün ötesine geçmesine izin vererek sağlıklı doku ve organlara zarar verebilir.
Proton tedavisi, tümörün durduğu yerde durur. Radyasyon tümörden çıkmadığından, kalp ve akciğerler de dahil olmak üzere sağlıklı dokuya daha az zarar verme potansiyeli vardır.
Bu tip meme kanseri tedavisi için ideal aday kimdir?
2018’den Araştırma Güvenilir Kaynak geleneksel radyasyon tedavisine kıyasla proton tedavisinden en çok fayda sağlayan meme kanseri hastalarının, kalbe daha yüksek dozlarda sahip olması beklenen hastalar olduğunu öne sürüyor.
sol tarafta tümör olması
iç kadranda tümör olması
mastektomi olmak
bölgesel lenf düğümlerine radyasyon tedavisi almak
Doktorunuz ayrıca yüksek kalp hastalığı riskiniz varsa proton tedavisini önerebilir.
Tedavi tipik olarak birden fazla terapiyi içerir
Meme kanseri tedavisi genellikle çoklu tedavileri içerir. Bunlar şunları içerebilir:
Tedavi planınızı etkileyen faktörler
Doktorunuz, aşağıdakiler gibi faktörlere dayalı olarak bir tedavi planı sunacaktır:
Her iki radyasyon tedavisi türü de etkilidir. 2017’de yapılan bir araştırmaya göre proton tedavisinin biraz daha etkili olabileceğini düşündürmektedir. Zamanla, araştırmacılar birinin diğerine göre uzun vadeli etkinliği hakkında daha fazla şey öğrenebilirler.
Proton ışınları tümör bölgesini geçmediği için sağlıklı dokulara radyasyon hasarı riskini azaltabilir. Meme kanseriniz varsa, bu kalbe ve akciğerlere zarar verme olasılığını azaltmak anlamına gelebilir. Bu, özellikle kalp hastalığı riskiniz yüksekse önemli olabilir. Proton radyasyon tedavisine karşı geleneksel daha uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Evet, proton tedavisi meme kanserinin dışında prostat kanseri, beyin kanseri, akciğer kanseri, karaciğer kanseri, yemek borusu kanseri, birçok pediatrik kanser gibi çeşitli diğer kanserleri tedavi etmek için kullanılır.
Proton tedavisi, gelişmiş bir harici ışın radyasyon tedavisi türüdür. Yüksek doz radyasyonu doğrudan kanser hücrelerine iletir. Geleneksel radyasyon tedavisinden daha kesindir, bu nedenle yakındaki dokulara ve organlara zarar verme olasılığı daha düşüktür. Meme kanserini tedavi ederken, proton tedavisi kalp veya akciğer hasarı riskini azaltabilir. Yan etkiler arasında cilt hassasiyeti, kızarıklık ve yorgunluk sayılabilir.
Günümüzde her 8 kadından birinde meme kanseri görülebiliyor. Meme kanserinin erken teşhisi ise hayati önem taşıyor. Erken teşhis için mamografi, meme ultrasonu gibi yöntemlerden faydalanılıyor. Memedeki milimetrik lezyonların görüntülenmesi için de tanı sürecinde duktoskopi teknolojisi devreye giriyor.
Duktoskopi ile birlikte hem meme kanseri erken teşhis edilebiliyor hem de ameliyat gereken vakalarda bu yöntemle yapılan işaretleme sayesinde meme cerrahisi uzmanı büyük avantaj elde ediyor. Bunun yanında bazı kitleler duktoskopi ile çıkarılabildiği için de fazladan ameliyatların da önüne geçilebiliyor.
Meme başı akıntılarının tanısında mamografi, ultrasonografi, galaktografi, sitoloji, duktoskopi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Duktoskopi hem tanı hem de tedavi sürecinde öne çıkan bir yöntemdir. Duktoskopi ile intraduktal oluşumlar yani süt kanallarında gelişen iyi huylu tümörler direkt görüntülenebilmekte, hücreler örneklenebilmekte, bunlardan biyopsiler yapılabilmekte, örnekleme ve biyopsi yapılabilmekte, minimal lezyonlar endoskopik olarak çıkarılabilmektedir. Meme ile ilgili şikayetler için hekime giden hastaların pek çoğunda meme başı akıntısı olmaktadır.
Bu akıntıların bir kısmı fizyolojik kaynaklı olabilmektedir. Ama bazen gebelik ya da emzirme süreci dışındaki kadınların tek taraflı meme akıntısı olabilmektedir. Bu akıntıların en sık nedenlerinden biri de, meme içinde oluşan patolojilerden olabilmektedir. Bu akıntıların bazıları da meme kanserinin habercisi olabilmektedir. Kanlı akıntılı vakalarda kanser ihtimali daha yüksektir. Bu akıntıların sebebini araştırmak için mamografi, meme ultrasonu, galaktografi kullanılır. Bazen bu tanı yöntemleri yetersiz kalabilmektedir. Bu zaman duktoskopi yönteminin büyük bir katkısı vardır. Duktoskopi, mammoskop ya da mastoskop olarak da bilinmektedir. Bu sayede süt kanallarının içi direkt görüntülenebilmekte, olası epitel anormallikler ve lezyonlar değerlendirilip, yerleri belirlenebilmektedir. Bazen duktoskopi sayesinde bazı lezyonlar endoskopik olarak çıkarılmaktadır. Duktoskopi hem tanı hem de tedavi amaçlı kullanılabilmektedir. Yani bu bağlamda duktoskopi, memedeki süt kanallarının içinin net olarak görüntülenmesini sağlar. Bu sayede şüpheli noktalardan rahatlıkla biyopsi alınır, süt kanalının içi yıkanır, bu noktalarda kanser hücresi olup olmadığı anlaşılır, eğer ameliyat gerektiren bir durum olursa ameliyattan önce bu noktalar işaretlenir. Ayrıca bazı meme başı akıntıları ameliyatsız tedavi edildiği için gereksiz ameliyatlar da önlenmiş olur. Bazı lezyonlar milimetrik olduğundan fiziki bir muayenede veya mamografide görünmeyebilirler. Duktoskopi bu anlamda çok güvenilir bir yöntemdir. Duktoskopi sınırlı merkezlerde uygulanmaktadır.
Duktoskopi yöntemi, meme kanseri açısından risk taşıyan, meme kanseri belirtileri yaşayan, meme başı akıntısı olan kadınlarda kesin tanı amacıyla uygulanmaktadır. Duktoskopi meme kanserinin kesin teşhisini sağlayabilmektedir. Özel cihazlarla meme dokusuna girilerek işlem kolaylıkla uygulanabilmektedir.
Duktoskopi cihazı FDA onaylı bir cihazdır. FDA’e göre duktoskopi vücudun doğal deliklerinden veya minimal bir kesiyle bedenin iç boşluğunun görüntülenmesi yöntemi olarak tanımlamaktadır. Cihazın dış çapı 0.9 milimetredir. Biyopsi ve insuflasyon kanalı da 0.2 milimetre çapındadır. Duktoskopi cihazı görüntüleri 60X büyütebilen bir video-monitöre sahiptir. Bu sayede meme cerrahisi uzmanları ileri derece görüntüleme imkanına sahiptir. Duktoskopi uygulamadan önce duktoskop cihazının meme dokusuna girebilmesi için süt kanalının girişi genişletilir. Uygulama, meme başı uyuşturularak yapılır. Hastanın böylece işlem sırasında acı ya da ağrı duyması engellenmiş olur. Akıntı yapan süt kanalının cilde yakın kısmındaki ağzı genişletilir ve duktoskopla girilerek süt kanalları incelenir.
Duktoskopi bazı görüntüleme yöntemleriyle görülemeyen kanserli lezyonları görüp, biyopsi imkanı sunar. Çeşitli meme hastalıklarında lezyonlar bu yöntemle çıkarılabildiği için de gereksiz ameliyatlar önlenmiş olur. Ağrısız ve konforlu bir yöntemdir. Hastalar yöntemden sonra gündelik hayatlarına kolaylıkla dönebilir. Ameliyat gerektiren bir durum varsa, ameliyat bölgesi rahatlıkla işaretlenebilir. Bu da ameliyat olunduğunda meme cerrahisi uzmanına kılavuzluk eder. Görüntüler çok büyük olarak monitöre yansıdığından en ufak bir detay bile gözden kaçmaz. Meme dokusu hasar görmez. Ayrıca fazladan ameliyatlar da önlenebilmektedir.
Duktoskopi, meme hastalıkları ve özellikle de meme kanserinde kesin teşhis için önemlidir. Duktoskopi aynı zamanda meme süt kanalları içindeki hücreleri veya lezyonları endoskopik yöntemle çıkarır. Bazı lezyonların meme süt kanalından dışarı alınmasıyla birlikte tedavi edici bir yöntemdir. Duktoskopi sırasında genel anestezi gerektirmemesi de önemli bir zaman kazancıdır.
Duktoskopi sırasında lokal anestezi uygulanmaktadır. Meme başı uyuşturulmaktadır.
Duktoskopi, lokal anesteziyle yapıldığı için acı ya da ağrı hissi vermemektedir.
Duktoskopi, sadece meme cerrahisi uzmanları tarafından uygulanmaktadır. Her merkezde duktoskopi yöntemi kullanılmamaktadır.
Duktoskopi, çok basit komplikasyonlar içeren bir yöntemdir. Bazen işlem sonrasında geçici meme ağrısı, meme cildinde hafif kızarıklıklar oluşabilir. Bunun dışında güvenilir bir yöntemdir.
Mamografi, meme ultrasonu gibi yöntemler bazı lezyonları ya da kitleleri göremeyebilir. Duktoskopi en ufak bir oluşumu bile rahatlıkla görebilmektedir. Bu sayede meme başı akıntısına sebebiyet veren meme kanseri net bir şekilde erken teşhis edilebilmektedir.
Duktoskopi yönteminde hastalar radyasyon almamaktadır.