Iskaladığımız tehditlerden en önemlisi farklı doku ve organlarda gelişen kanserler. Oysa biliyoruz ki kanserlerin de çoğu önlenebiliyor. Daha da önemlisi biraz dikkat edilirse tehlikeli boyutlara ulaşmadan erken dönemde teşhis ve tedavi edilebiliyor.
Kanserlerin çoğu önemsemediğimiz bazı işaretlerle ve düşündüğümüzden çok daha uzun bir zaman dilimi içerisinde sinsice gelişiyor. Biraz uyanık olan, bedenini dinlemeyi bilen insanlar işte bu nedenle daha şanslılar. Örneğin, giderek belirginleşen “halsizlik ve yorgunluklar”, durup dururken ortaya çıkan “kilo kayıpları”, nedeni anlaşılamayan ama tekrarlayıp duran uzun süreli “hafif bir ateş”, vücudun herhangi bir yerinde inatçı bir şekilde varlığını sürdüren “ağrılar” herhangi bir kanserin ilk işareti olabiliyor. Ayak tabanında, avuç içinde ya da tırnak uçlarında önemsenmeyen bir “ben”, özellikle büyümeye ve renk değiştirmeye başlamışsa ciddi bir cilt kanserine işaret edebiliyor.
Durup dururken ortaya çıkan yutma güçlükleri, uzun süredir devam eden ama önemsenmeyen hazımsızlık ve benzeri şikâyetlerin bile muhtemel bir hazım sistemi kanseri olasılığına karşı ciddiye alınıp değerlendirilmesinde fayda var. Özetle her hastalıkta önemli olan ama kanserler için vazgeçilmez hale gelen o bildik cümleyi gelin yeniden hatırlayalım: erken teşhis hayat kurtarır.
Ve sonra da sık görülen bazı kanserlerin işaretlerini bir kez daha gözden geçirelim.
Bilelim ki bedenlerimiz her gün zaten binlerce kanser hücresi üretiyor. Ama eğer güçlü bir bağışıklık sistemimiz varsa o sistem bu hücreleri tek tek belirleyerek anında yok ediyor. Ne var ki bağışıklık sistemimiz etkin bir şekilde çalışmadığı zaman işler karışıyor. Gözden kaçabilen tek bir hatalı hücre -kanser hücresi- bile muhtemel bir kansere giden yolun başlangıç noktası haline gelebiliyor. Süre uzadıkça -o hücreler çoğalıp doku ve organları işgal ettikçe, daha da kötüsü diğer doku, organ ve sistemlere yayıldıkça- iş daha da büyüyor, yoldan çıkıyor. İşte bu nedenle sorunu mümkün olduğu kadar erken dönemde, hatta imkân varsa daha en başında yakalamak şart. Özetle söz konusu kanser olduğunda tabii ki önlemek birinci amacımız olmalı ama eğer bu mümkün değilse erken teşhis için ne gerekiyorsa ihmal edilmemeli, zamanında yapılmalı. Zira erken teşhis hem uygulanan tedavinin başarı şansını arttırıyor hem de o tedavinin süresini kısaltıyor.
Meme kanseri için mamografik taramalar, meme ultrasonu, gerektiğinde meme MR’ı.
Akciğer kanseri için akciğer grafisi.
Prostat kanseri için 40’lı yaşlar sonrasında yıllık muayeneler ve PSA taramaları.
Rahim ağzı kanseri için 20’li yaşlar sonrasında PAP Smear testi.
Kalınbağırsak kanseri için kolonoskopik incelemeler.
Yumurtalık kanseri için ultrasonik değerlendirmeler.
Deri kanserleri için “ben” takipleri ve gerekirse biyopsiler.
Tiroid kanseri için ultrasonografik incelemeler ve gerektiğinde biyopsiler.
Mide kanserleri için -kuşkulu durumlarda- endoskopik değerlendirmeler.
Böbrek ve mesane kanserleri için ultrasonografik, endoskopik incelemeler ve idrar analizleri.
Eğer kanserle mücadelede daha başarılı sonuçlar almak istiyorsak burada da ilk hedefimiz “önlemek” yani önleyici tedbirleri bilip uygulamak olmalıdır. Burada da “genetik mirası” dikkate almak, “yaşam tarzı yanlışları”ndan vazgeçmek, “beslenme”ye, “uyku”ya, “egzersiz”e, “stres yönetimi”ne ve “huzur odaklı bir yaşam”a öncelik vermek burada da ilk ve öncelikli hedeflerdir. Ama bütün bunları dikkatle uygularken de kanser taramalarından, yani ne kolonoskopi ne mamografilerden ne de pap smear ya da psa gibi incelemelerden vazgeçmememiz gerekiyor.